
İlk Söz: İcarus’un “güneşe çok yakın uçmak.”
mitolojik anlatısından esinlenerek…
Yıkım döngüsü…
Doğru tesbitlerden Yanlış Sonuçlar çıkarmak …
İktidarı elinde tutan Neo-liberal sermaye doğru tespitler yaptı fakat yanlış sonuçlar çıkardı…
Birleşmiş Milletler düzeninin çöktüğünü, merkezî iktidar alanlarının güçlendiğini,
emperyalist güçlerin jeopolitik çıkarlarına uygun siyasetler izlediği
sürece bağımlı ülkelerin iç politikalarına müdahale edilmeyeceğini,
demokrasi ve özgürlükleri baskı altına almanın bu yeni dünya düzensizliğinde
kınama ve yaptırım sebebi olmayacağını doğru tespit etti…
Trump yönetimine hizalandığı, onun aşırılıklarını AB ülkeleriyle dengeleyebildiği,
her türlü jeopolitik tavize hazır olduğu sürece,
ülke içinde elinin serbest kalacağını düşündü…
Bu serbestliğin altyapısını 2017’den itibaren adım adım inşa etmişti,
Parti ve bileşenlerini Devlet olarak örgütledi,
ülkenin en büyük işçi sendikasını yanına çekerek diğerlerini
meslek kuruluşlarıyla birlikte marjinalleştirdi…
Görsel ve yazılı basının neredeyse tamamını denetimine aldı…
Büyük sermayeyi kaynak transferi ile büyütterek hem de
kontrol altında tutarken kendi lümpen burjuvazisini güçlendirdi…
Halkın hayal edemeyeceği kadar muazzam bir servet biriktirdi ve
bunu ustalıkla kullandı…
Oturdukları iktidar koltuklarından Türkiye’ye baktığında,
iktidarının karşısında hiçbir muhalefetin tutunamayacağını,
istediği anda şirketlere kontrol altına alabileceğini,
kıyıda köşede kalan muhalif medyayı satın alabileceğini,
istediği belediyeye, hatta siyasî partilere bile kayyum atayabileceğini,
gerektiğinde ilgili kişilerin varlıklarına bile el konabileceği
düşüncesi hakim olmaya başladı.…
Kendisi iktidarda kalmaya mecburdu, çaresizlik içinde yoksullaşan ve
afazilleşen halk onun iktidarına mahkûm oldu…
1950 ve özellikle de 1980 darbe döneminden beri kademe kademe ve
son 20 yılda da aşırı derecede
uygulanan neoliberal iktisat politikaları
Şirket Kapitalizmi=Tekno kapitalizm=Paydaş kapitalizme(*)
hızlı geçiş sağladı ve sosyo ekonomik fay hatlarıda büyük kırılmalara neden oldu…
Çünkü zenginlikler şirketlerin eline geçtikçe halk pasifize edilmiş oldu ve
şikayet eden itiraz eden örgütlenen yani cumhuriyeti ayakta tutan
halk ortadan kaldırıldı!..
Şirketler öyle dokunulmazlıklar edindi ki dünyayı feodal çağlardan
kurtarıp sonsuza kadar değiştirdiğine tüm insanlığın inandığı
Fransız İhtilali’nin kazanımları-kurumları artık yok oldu…
Diğer bir ifade ile halkın iradesi, halkın meclisi, kooperatif gücü,
esnaf gücü, eşitlikler, vs. yok oldu!…
Beş on büyük şirket feodal çağların asilzadeleri
markizleri dükleri gibi üstün bir sınıf oldu!..
Palazlanan bu şirketlere mahkeme savcı yasa işlemiyor!..
Piyasalara istediği gibi müdahale ediyor ve halkın ekmeğine
suyuna kadar herşeyi ele geçirmiş durumdalar!
Hatta ‘temel ihtiyaç maddeleri’ (et, süt, bulgur, un, peynir, gibi)
tamamen şirketlerin eline geçmiş durumada!..
Ve bu büyük mağazaların büyük çiftlikleri var, kendi mandıraları var,
ve on-beş köyün yapacağı işi bir şirket çiftliği büyük araziler satın alıp
kendi markasıyla üretebiliyor!
Küçük imalatçı ve küçük esnaf iş yapmaya kalktığında
başta kiralarla uğraşamıyor ve size, ya güvenlikçi,
ya taksi ya da halk otobüsü şöförlüğü ya da devlete girip
hemşire kapıcı odacı gibi işler yapmak kalıyor, yani, sabit maaşlı kölelik işleri!
Bunları sadece
iktidar kontrol edebiliyor…
El koyabiliyor…
Gelir dağlımında eşitsizlik had safhaya ulaşmış durumda…
Bu arada “Ana muhalefet başka bir katmanda !…” başka bir “level”atladığının
notunu da düşmekte fayda var..
“Normalleşerek” iktidarın’ın yediği pastadan küçük de olsa
bir pay alacağını sanan fakat ansızın yok olma olasılığı ile yüz yüze gelen
Ana muhalefet, bu taktik karşısında paniğe kapılarak halkı manipüle etmeyi seçti…
Ve halkın bilinçli bilinçsiz kbelirli marjinal gruplar bu dâvete icabet etti….
Davet edenler dâvete icabet eden grupları kendi kontrolü altında sandılar…
Bu grupları kontrol edebileceklerini sanmak en büyük tarihi yanılgı oldu…
”Mustafa Kemal’in koltuğunda oturuyorum” diyen
nevi şahsına münhasır parti yöneticisinin
Yoksul Türk Çocukları’nı Ukrayna’da, İran’da öldürtmek için hazırlık yapan
”İngiliz İşçi(sözde) Partisi’ne” Türkiye’deki protestolarla ilgili tutumunu eleştirirken
aciz aciz konuşması partinin tabutuna çakılan son çivi oldu…
Bu tarihi körlük de yıkım döngüsünü hızlanmasına neden oldu…
Bu iktidar olmamaya ayarlı parti son seçimde Listelerinden,
6 partiden 39 milletvekili seçildi…
Seçilen milletvekillerinin çoğunluğu, Atatürk’ün ulus devlet,
üniter devlet ve laik devlet yapısını sarsacak değişikliklere imza atacak nitelikte.üstelik …
Atatürk ve bayrak ile barışık olmayan ittifak unsuru, bir kazandırırsa üç kaybettireceğinden,
Mücadelenin toplumsallığını, haklılığını zayıflatacağından,
İnsanları iteceğinden bihaber ve bir o kadar da idrak etmekten
yoksun bu parti yönetimi…
İktidara olmaya ayarlı CHP Atatürk’ün kurduğu ismet paşanın ve
Ecevit’le devam eden parti,
1992 de Deniz Baykal”in iktidar olmamaya ayarlı
bu partiye çöküşü partinin sonun getirdi ..
Türkiye’de Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu
Cumhuriyet Halk Partisi artık bulunmamakta…
Evveliyatında ve çekirdeğinde radikal devrimci parti tüm kimliğini kaybetti…
Türkiye’de CHP adında bir şey var ama artık bir parti değil….
Artık Kültür Derneğine dönüşmüş bir oluşum…
Parti sanılan bu parti, belediye seçimleri öncesinde reorganize olup,
farkındalık kampanyalarıyla, yoksul halka yoksul olduğunu hatırlatarak oy aldı…
Bugün farkındalık kampanyaları ajansına ve
siyasal yumuşatıcıya dönüşmüşme eğilimine girdi…,
3-5 kravatlı halktan kopuk halka tepeden bakan kişiler villada
yaşayacak, çocuklarını özel okullarda,
yurtdışında okutacak diye, babadan oğla kontenjan milletvekili
haliyle halktan tamamen uzaklaştı…
Bu partinin kapısı, halka kapandı…
Partinin simgesi aynı zamanda Atatürk’ün ortaya koyduğu
pragmatik politikalarla belirlenmiş “Altı Ok”denilen altı ilkeyle tamamen zıt
Cumhuriyet ilkelerine,Atatürk ilkeleri ile barışık olmayan ittifak unsurlarına
ardına kadar açıldı…
Kapı, halka kapatıldı…
Türkiye bu nedenle bu halde…
“Bir avuç kifayetsiz muhteris, sırf kendi ikballeri bozulmasın diye,
milletimizin huzuruna kast ediyor”, demiş Sayın Cumhurbaşkanımız …
Çok doğru ifade etmiş…
Çok doğru buldum…
40 yıldır Ana muhalefet partisini yönetenler, bu partinin
siyasal belirleyici/aktör/iktidar ve kitle partisi olmaması için
adeta “Özel” bir çaba içindeler.
Nevi şahsına münhasır kerameti kendinden menkul Mr Bean kılıklı parti yöneticisi
hicap duymadan sürekli ”1.7 milyon üyemiz” demesini ilginç bulmuyor musunuz?
”86 milyonu ön seçim sandıklarına çağırıyoruz” deyip, sokaklarda ki
Mustafa Kemal posterleri ve Türk Bayraklarıyla yürüyen milyonlarca gence
”gelin partimize üye olun, üye sayımızı 15 milyon yapalım’ dememesi?
size de garip gelmiyor mu?
1950 yılında Türkiye’nin nüfusu 20 milyon civarındaydı…
Bu partinin üye sayısı ise 1.5 milyon kişiydi…
Bugün Türkiye nüfusu 90 milyona dayandı. Ortalama yaş 30.Üye sayısı 1.7 milyon kişi.
Muhtemelen yaş ortalaması 50 civarında….
Yaşlı çoğu Türkiye ve Dünya siyasetini okuyamayan, yerelein dinamikleri ile ilgilenmeyen,
hısım akrabanın belediye meclisine girmesini, yeterince yaşlandıktan
sonra 3-5 dönemde milletvekili olmasını yeterli gören
“Delege Ağalığı Dengesinin” bozulmasını istemiyorlar…

Parti Yönetimi, gençlikten, kemalizmden, halktan korkuyor…
Türkiye’nin tümünde muhtemelen 3-5 milyon kişinin gecenin karanlığında
sokaklarda eylemde, 30-40 milyon kişinin televizyonda sosyal medyada
hazır ve nazır olduğu bir anda, her gün milyonlara ”yiğidim aslanım burda yatıyor”
dinletirip proveke edip uyutuyor…
”Türk Polisi, ellerinde Türk Bayrakları olan
Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşları’na ve
Türk Çocukları’na zarar vermek değil, korumakla mükelleftir.” diyeceğine
“80’den fazla vekilimizle birlikte sahada gençlere uygulanan düşmanca
müdahaleleri engellemeye çalışıyoruz “diyerek sokağa çıkanları kin ve
nefretle kışkırtmaya devam ediyor…
Siz Siz Avrupa Parlamentosu’nun vekili misiniz?
Ahmaklar, işbirlikçiler, serseriler ve lümpenler ülkeyi yeniden,
açlık, ateş, barut ve çelik uğultularından başka
bir şeyin duyulmayacağı bir zaman dönemecinin eşiğine getirip bıraktılar.
Önceden kendi zihinlerinizde, yetkili kurullarınızda belirlediğiniz ve deklere ettğiniz
Cumhurbaşkanı adayınızı halka oylatmak,
Uluslararası Mafya Örgütünün Mecliste ki uzantısından
özür dileyip helalilik istemek ne menem iş…
Türk Halkı’nın Uluslararası Mafya Örgütüne karşı savaşı
her şeyden önce anti-emperyalist özüyle ilgili…
Yurt müdafaası, özsavunması….
Uluslararası Mafya Örgütünün yanında, yöresinde ve arkasında kim varsa,
Türk Halkı’nın düşmanıdır…
Öyle olduğunu ispata hacet yoktur…
Uluslararası Mafya Örgütünü kendine birincil düşman
olarak görmeyen bir yurtsever
Milliyetçi olamaz ve düşünülemez…
Bunu anlamakla mükellefsiniz…
Tam bir akıl tutulması…
Tüm bu fay kırılmaları ana muhalefetin
doğru analizler yapamaması ve proaktif strateji ve taktik
geliştireme yeteneğinden yoksun olması
iktidarı elinde tutanlar
iç ve dış konjonktürde tarihi bir fırsat yakaladı…
Tüm bu eylemlerin sonucunda ekonomide ki
olumsuzl gelişmelerinin faturası kendilerine kesilirse hiç şaşmamak gerek…
İktidar olmamaya ayarlı CHP, anayasasızlaşma, çürüme ve çözülüş ve
monarşinin adım adım inşası sürecinde, eşsiz bir rol oynadı…
Bu saatden sonra kayyumlara ve tutuklamalara devamı gelirse ki gelecek…
Bunları hangi güç karşı durabilecek merak ediyorum….
Bu arada:
Afallayan uluslararası Mafya Örgütünün Mecliste ki temsicilerin
sosyetesi de tam iktidarı elinde tutan sermaye grubu ile yeni anayasa
(Türk-Kürt-Arap ümmeti muhabbeti) sürecine ısınma turları atarken
patlak veren bu beklenmedik proveke edilmiş kitle karşısında
“demokratiktik” bir tavırla Nevi şahsına münhasır kerameti kendinden menkul
Mr Bean kılıklı parti yöneticisinin başında olduğu parti
’ye destek verme , eş zamanlı olarak da iktidarı ve bileşenlerini de
öfkelendirmemek gibi alengirli bir çizgide felç oldu…

provoke edilerek sokaklara dökülen
Ahmaklar, işbirlikçiler, serseriler ve lümpenler ülkeyi yeniden,
açlık, ateş, barut ve çelik uğultularından başka bir şeyin
duyulmayacağı bir zaman dönemecinin eşiğine getirip bıraktılar…
savunulması gerekenler :
i-Laik demokratik ve sosyal bir hukuk devleti …
ii-İnsan yerine konulmak, hakları yasalarla güvence altına alınarak
birer yurttaş olarak saygı görme…
iii-Andımız’ı isteme…
iv-şekil olarak değil, devrimleriyle, Devrim Kanunları’yla birlikte devrimci
Mustafa Kemal’i geri istemek
yerine:
İBB Başkanını bugünden cumhurbaşkanı, yeniden diplomalı yapmak ya da
varsa bir suçu bunu aklamak gibi bir derdi olmamalı…
Bu arada yeri gelmişken tüm yerel yönetimlerde ki yolsuzluklar
elli yıl geriye giderek araştılsın…
Kim suçlu ise bulunduğu makam ve titre bakılmaksızın yargı önüne
çıkartılması için proaktif strateji geliştirilmeli…
Başta da söylediğimiz gibi, iktidarı elinde tutan sermaye
doğru tespitler yaptı fakat yanlış sonuçlar çıkardı…
Dünya durumunu ve bizzat yarattığı dönüşümün kendisine
sağladığı kazanımları doğru değerlendirdi…
Ancak bu fırsat ve kazanımlarla netice alabilecek kadar güçlü olduğunu,
halkı yoksullaştırarak ve afazilleştirerek
nihai hedefine ulaşabileceğini sanarak yanlış yaptı…
Ülkede o kadar çok onurlu ve namuslu insan var ki, bir partiye,
bir tarikata, cemaate yaslanmadan her biri bir köşede ayakta durmaya çalışan
bu insanlarla yol yürümek yerine çıkmaz yollara sapıldı…
Türkiye’nin “Kurucu Ayarlarına”ve “Cumhuriyetin
“Kuruluş Değerlerine” farkında olmayanlar ya da unutanlar,
ne kaybettiğinin de farkında değil…
Türk Milleti, kimsenin marabası, kölesi, tutsağı ve uşağı değildir ve olmayacak…
Bu nedenle hukuka bağlı yargıçların savcıların,
aklıselim sahibi Devlet ricalinin ve en önemlisi
iktidarın içindeki devlet terbiyesi görmüş akil adamların,
cesaretlerini toplayarak iktidarı uyarmaları gerek …
İktidar, na-muhalefetten tamamen bağımsız,
ilkelere dayalı yeni bir ortaklaşma düzlemi yaratarak,
Türkiye’nin “Kurucu Ayarlarına”ve “Cumhuriyetin
“Kuruluş Değerlerine” en kısa sürede dönmesidir…
Böyle bir strateji ve taktik
Küresel oyun kuruculara (Yedi Düvele) karşı
Türkiye’nin Bitmeyen Var Oluş (Bekâ) Mücadelesi nde
kritik bir kilometre ve mihenk taşı olacaktır…
Son Söz:Değişimi ve dönüşümü göze alamayanlar,halka bedel ödetmemeli….
—————–
(*)Büyük şirketlerin piyasada her ürünü ele geçirmelerinin başka sonuçları var,
diyelim, esnaf odaları seçim yapıyor ve siz de semtin esnafınız gidip oy kullanacaksınız,
ama Starbuck kahve bin şubesiyle geliyor ve ağırlığını koyup
seçimle esnaf odalarını ele geçiriyor! İkincisi, Starbucks, Mc Donald,
Espressolab vb dükkanlar yerel tatları ortadan kaldırıp
tam anlamıyla evrensel bir ağız tadına hakimiyet kuruyorlar ve
aynı tatla her kıtada yüzbinlerce şube açabiliyorlar!
Ve on ayrı kahveci dükkanın kazanacağını bir kahveci kazanıyor ve
çalışanların hiç biri ‘sahip’ değil!
Tabii asıl ‘işletme’ ‘reklam’ ‘moda’ ve takıntı ve
tiryakilik oluşturma, ki, en güzel örnek ‘çay’dır!
Doğudan batıya Anadolu’da her evde bir sabah bir akşam
kesin en az iki kez çay demlendiği halde bu milletin
‘çay’dan zarar etmesi düşünülebilir mi?
Ya da çayın toplanmadan satışına kadar gelirlerinin
kendi piyasamızca kazanılması gerekir ama değil
Lipton gelip senden çok kazanabiliyor!
Bu basit bir piyasa sorunu değildir sorunun kökenine
inmek için en güzel örnek Gazze’deki soykırımdır!
Büyük şirketler petrol, altyapı, demir, çelik, otomobil, elektrik,
plastik, gibi yüksek teknolojiyi zaten ellerinde tutmakta
ancak aynı şirketler en temel ihtiyaçlar üzerinde de mısırdan şekere
buğdaya hakimiyet kurmuşlardır, yani,
istediklerinde sizi aç bırakırlar, piyasaları size dar ederler,
istediklerinde fiyatları indirir çıkarırlar istediklerinde
stoklamayla devlete ve halka karşı savaş verirler ve
bunları durdurabilecek bir güç yoktur!
Çünkü piyasadan aldıkları bu büyük karlarla hem TV’ler onlarındır
hem de siyaseti avuçlarının içinde oynatmaktadırlar
ayrıca futbol takımlarınızdan kadın voleybol takımlarınıza
halka şirin görünmek için yardım kurumlarına kadar onların ellerindedir
yani biz ne kadar faydalı işler yapıyoruz demek için!
Küçük esnafın, küçük imalatçının ve köylünün ortadan
çekilip piyasanın tam anlamıyla büyük mağazalar ve
büyük markalarca büyük şirketlerin eline geçmesiyle
dünyada siyaset artık meclislerden çıkıp şirketlerin eline geçmiştir!
Artık bizleri milli iradenin meclisi değil dokunulmaz
şirketlerin devasa gücü yönetmektedir, ki, bu şirketlerin
en büyük diğer özelliği, bağlı olduğu siyasetle taşeron şirketler
kurup kendilerine ortak etmektedirler!
Mesela Türkiye’nin Gazze’ye petrol akışını durdurabilmesi mümkün değildi
çünkü taşeron ortaklıkları ortada!
Bu yüzden israil geçen ay Gazze’ye havadan bir bildiri attı üstünde şunlar yazıyordu:
‘Ümmet kardeşleriniz size kefen yolluyor bize benzin!’
Kardeşlerim, bir ülke dayatmasız baskısız hür ve milli iradesiyle
yaşayabilmesi için ilk işi en azından en temel ihtiyaçlar üzerinde
köylüsünü, küçük esnafı ve küçük imalatçısı ve belediyeleri tanzim
ve planlayarak ağırlığı koyacak!..
Şu ‘hal yasası’ tartışmaya açacak gücünüz var mı,
diyelim bir küçük esnaf bir kooperatif kuruyor ve
belediyelerin de desteğiyle günlük olarak Mersin ve Adana’dan
kendi iaşesini tedarikini kendi yapabiliyor!
Diyelim esnaf birleşip un fabrikalarında söz sahibi olabiliyor!
Bu ve benzeri planlamanın binlerce yolu var!
Hatta köylüye beş-on senelik geçici bir destek için
bedelli askerliği kaldırıp köylüye yardımcı olması için köylere gönderebiliriz,
tarlada, sığırda, çapada, tohumda hasatta köylüye yardım edecek!
Düşünün her köye göndereceğiniz 50-10 asker işçi desteği
o köyün ürününü üçe dörde katlar ve bağlı olduğu kooperatifleri güçlendirir!
Kooperatif modellemenin ve askeri desteğin dünyada
bir çok olumlu mucizevi örnekleri vardır!
Hedef, şirketlerin ele geçirdiği yaşamsal gücü tekrar küçük esnafın,
küçük imalatçının ve köylüye doğru çoğaltıp yaygınlaştırmak!
Kooperatiflerle onbinlerce kişi kazanır şirketler ile bir kaç patron!!
İnsanlık bu kadar kör olamaz! Kooperatiflerle üretim süreçleri
binlerce ortağın elinde kalır şirketlerle üretim süreçleri
tamamen bir kaç patronun elinde!
Üretim ve imalat sürecinde yoksanız siyasette olmanız mümkün değildir,
üretim ve imalat sürecinde yaşam alanı bulamıyorsanız
siz bir millet değil köle ve esirsiniz!
1980 sonrası Özal’la başlayan neo-liberal politikaları iyi takip edin,
İslamcılar’ın Türkiye’yi ele geçirmesi tesadüfi değildir!
Türk Amerikan İş Adamları Dernekleri’ne iyi bakın!
Dünyanın en büyük şirketleriyle Türk şirketlerini bayii acenta sonra
küçük ortaklıklar-taşeronluklar kurmuş ve büyük taşeron firmaların
gücüyle beslenmiş ve büyümüşler ve iğneden ipliğe petrolden plastiği
boru hatları ve enerji sektörüne kadar hakimiyet kurmuşlardır,
dahası?
İktidar dediğimiz işte çoğu siyonist şirketler ama uluslararası
şirketlerle ortaklaşa kurulmuş binlerce şirket demek ya da
uluslararası şirketlere iktidarlarının sürekliliği için diyet diye
verilmiş milli servetleriniz!
Sömürünün kökenini iktidarı elinde tutan sermaye ortaklığında
ya da kendine Batıda meşruiyet arayıp izin verdiği
bu büyük sömürü çarkında arayın!
Bu çarkı çalıştıran milli devleti yok sayan, milli değerleri hiç eden,
ahlak tanımayan ve köylüyü esnafı küçük esnafı köle yerine bile koymayan
işte bu şirket ortaklıklarıdır! Karşılıklı win win, sen soy ben de soyuyorum,
aç kalan hakkı yenen milli serveti elinden çıkan ise halkımız!
İktidar TÜSİAD’ı iki sıradan demecini bu kadar ağır şekilde neden cezalandırdı,
şunun için, ulan ülkeyi satmaksa biz zaten satıyoruz bizden sana sıra gelmez,
aynı şeyi de yıllarca Ana muhalefete de söylüyor ve batı da zaten
Ana muhalefeti iktidarın yedeği olarak tutuyor!
Bir boykotla yıkılmaları mümkün değildir ancak sesin
çok erken gelmesi sizin de kazmayı nereye vuracağını gösterir ve
yarınlarda ülke iradesini ele geçirdiğinde büyük şirketler
karşısında halkı esnafı köylüyü nasıl güçlendiririm diye plan ve
projeleriniz olmadan baş etmeniz mümkün değildir!
Şirketlere bir karşı projesi ve milli kalkınma projesi
ana muhalefetin hiç yoktur!
Bütün bu taşeron şirketlerin aslında sağı solu yoktur,
hepsi etnikçi mezhepçi hepsi anayasanın giriş maddelerine karşıdır,
işte Bahçeli’nin açılımına ilk el yükselten bu yüzden tarihi siyasi düşmanı
Mr Bean kılıklı ana muhalefetin yöneticisinden gelmiştir!
Açılımda bölücülükte BOP başkanlığında ve siyasetlerini
meclisle değil terör örgütleriyle yapmakta ortaktırlar!
O meşhur Eti Bank’ımız nerede, nedir elementlerden kaç kişi konuşuyor,
kim çıkartıyor, gizlice kimler kaçırıyor, bilen var mı ve
Ana muhalefetin bu peşkeşe hiç lafı oldu mu?
Çünkü uluslararası maden şirketlerin ruhsatlarına hakim değiliz
neyi nereden çıkartıyorlar bilmiyoruz işin en acıklı yeri akademimiz
bile bu sömürü ve soyguna imzalarıyla ortaktır!
Hiç bir şey bilmiyoruz, Abdülhamit döneminde Hitit dönemi
taşlarını vagon vagon bedavadan verdiğimiz gibi,
Hititler’i de bilmiyorduk ve tarihi eserlere de taş diyorduk!..