Skip to content

2024 Yılının Ülkemize, Dünyamıza Sağlık, Barış, Huzur ve Mutluluk Getirmesi Dileğiyle…

2024 yılının tüm dostlarıma,

Bizlere artı değerler katan tüm güzel insanlara,

sağlıklı mutlu ve huzurlu günler olsun..

Akılarında , hayallerinde, kalplerinde

ne varsa ömürlerine yazılsın.

Tüm dünya yarının bugünden

farklı olmayacağının bilincinde olarak

herkes,her yıl aynı anda daha

iyisi için umudunu haykırıyor.

Yarınları daha iyi kılan da o umut..

Bir şiirde olduğu gibi; birlikte okuyalım:

“Umut binbir ayaklı,

umut güneşte saklı.

Umut edenler haklı,

umut insanın hakkı.”

2024 yılı Umutlarımızın gerçekleştiği bir yıl olsun..

Yeni yılınız kutlu olsun!…

(*)kadrajımdan ateşte açan çiçekler kentinden objektifime takılan

bir kare.

✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯

Bir not:

Yeni yılda;

Bir silgi olup kimleri sileceğinizi 

Kalem olup kimleri  eklyeceğinizi?”

Bir düşünün !… 

ve

siz siz olun:

“Negatif enerjili insanları hayatınızdan çıkarın”

Aynı matematikte olduğu gibi…

Negatif bir sayıdan,

pozitif bir sonuç elde etmenin tek yolu çıkarma işlemi yapmaktır.

Mesela siz 1 olun. Hayatınızdaki diğer kişi de -1 olsun.

Bu ikisini çarptığınızda -1 elde edersiniz.

Böldüğünüzde de öyle.

Toplamaya çalıştığınızda ne olur?

Sıfır.

Sizi etkisizleştirirler.

Ama çıkarma…

1 den -1 çıkardığınızda,

işlem pozitife döner 2 sonucunu elde edersiniz.

Bu notumuz  şimdilik burada kalsın…

✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯

Eski Türkler, “kaç yaşındasın yerine,

kaç bahar gördün?” derlermiş.

Özünde “Yaş” olan kelimeler,

hayat, can ve yeşerme anlamı taşımakta

.Bu sebeple canlılığı devam eden,

yaş alan insana

“Yaşlı”,

canlı bitki rengine de

“Yaşıl” yani

“Yeşil” denmekte olduğunu yazıyor tarih kitapları..
Her yıl ömrümüzün bir başka baharına erer, yeşeririz…

Bizi ne kadar yeşerdik derseniz

yeşerttiklerimize bakın derim! …
Hani bir  şiir var:
“adı, soyadı /

açılır parantez /

doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti/…

/ parantezin içindeki çizgi /

ne varsa orda.”


Benim parantez ne zaman kapanır bilmem ama,

o kısa çizgide; 

giderayak işlerim var bitirilecek, 

yapacak, yapmak istediğim,

çok şey var…


Doğduğum gün sanki söz verdim

dünyaya: öylesine yaşıyormuş gibi olmayacağım.

“Önemli olan hayatımdaki Yıllar değil,

yıllarımdaki “Hayat” ilkesi ile yoldayım ve öğreniyorum hala…
Amacım dokunduğum her yere, her kişide güzel,

yararlı izler bırakmak, yer değiştirdiğimde ise;

“her daim hatırlanmak”.
Nedenine gelince

“Hatırlanma şeklinizi karşınızdakiler değil,

yaşamda bıraktığınız izler belirleyecek”

Bir Bilge kişi, bir zamanlar şöyle yazmış:
“Herkes, yüreğini verdiği şeyin değeri kadar değerlidir.”
Benim değerlerim;
Vatanım, Bayrağım, Atatürk’üm Ve Adaletli Bir Yaşam…
Ölünceye kadar da bu değerlere bağlı yaşayacağım.
..
 

https://bit.ly/38UGheO

✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯ ✯

 

Radikal Blogda ki denemelerimden ….Vaktiniz olupta okursanız sevinirim…(yazının kaleme alınış tarihi 30.12.2013 / güncelleme 31.12.2023) 

Yeni Yıla Girerken Pagan Kültürü…(*)

İlk Söz: 1964’te Nobel Edebiyat ödülünü kapitalist ve

Burjuva işi diye reddeden yazarın dediği gibi;
‘insan kendinden ne yaratırsa, ondan ibaret’.

Aslında ne giden yılda kusur var, ne gelen yılda marifet!
Meselenin özü bizde.Bugün, yarın, gelecek yıl bu değişmez….

Umarım hoşgelir 2024…

Bu arada söylemeden edemiyeciğim:

Maalesef bizde zaman ve mekan kavramı çok zayıftır.

Dünya haritası sübliminal mesajlarla doludur.

Mesela birçok insan “Rumi takvim”in ya da

Şemsi ve Kameri takvimlerin özelliklerini bilmez.

Bilmediğini de bilmez.

Mesela hicri ayların isimlerini birçok insan bilir,

ama bu defa da bildiğini bilmez.

Ocak, şubat diye saymasını bilir ama

bunlardan kaç tanesi Türkçe desen, onun üzerinde de düşünmemiştir.

Mesela Tanrı Kral,

Roma imparatoru Agustus neden bizim aylarımızdan birinin adıdır?

Mesela Ankara’da Hacıbayram Camii’nin yanındaki

tarihi eser kalıntısı, Agustus tapınağına aittir.

Ne güzel (!?) mi,

kendini Tanrı kabul eden bir sapkının adına

“yerli ve milli” bir ayımız var!?

Aralık, Ocak, Ekim dışında bir tane Türkçe ay adı yok.

Yeni yıl deyince en çok bilinen isim,

“Noel baba”,

ama ne gariptir ki, o zatı ne sevenler ve

ne de ona karşı çıkanlar, gerçek kimliği ile tanımlıyorlar.

Noel Baba artık bir tüketim pazarında iş tutan

Coca Cola’nın ürettiği bir tüketim ajanı!

Öz yurdunda garip bir ademoğlu.

Dünyanın en iyi bilinen markası hakkında maalesef

bu ülkenin insanlarının yeterli bilgisi yok.

Siyaset, bürokrasi, iş dünyası, akademi, sivil toplum,

medya da konuyu ucuz bir magazin konusu

ya da sekülerleşme / batılılaşma aracı olarak kullanıyorlar. 

Neyse sözü fazla uzatmadan,

Noel; çocukların başına oyuncak dağıtanların değil,

bombalar yağdıran küresel oyun kurucuların ürünü..

Bu da böyle biline... 

Bu notumuz da şimdilik burada kalsın…

Bu yıla girerken de “küresel devşirme, eğlence ve afaziliğin”

simgesi haline gelen “havai fişek” gösterilerini izleme olanağını bulacağız.

Kutlayanlar medenileşmiş ,sosyal! Kutlamayanlar ise,

“asosyal” ya da bazılarının anlamını bile bilmediği,

kaba bir deyimle “denyo”…

Yeni yıl dolayısıyla meydanlarda düzenlenen geleneksel Kutlamalarda

her zaman olduğu gibi katılanlar saat 24.00’e bir dakika kala

insanların çoğu hep birlikte geriye doğru sayacak

ve yeni yıla girildiğinde, çığlıklar atarak, ışıl ışıl yanan rengarenk

yılbaşı kristal toplarının yüksekten düşer ken

çıkardıkları renk ve ışık gösterileri ile masallar

dünyasında hayallere dalacak.

Hem de ne hayaller!

“Çalışmadan, üretmeden, emek harcamadan ulaşabileceklerini

sandıkları rahat /refah yaşam düzeyleri!

Hani sözlerini büyük Türk şairin yazdığı,

Cemal Reşit Rey

tarafından bestelenmiş, Türk tiyatrosunun klasik eserlerinden birisi olmuş

Şişli’de bir Apartıman” ya da diğer adıyla

“Lüks Hayat” şarkısının sözleri gibi…

“Hey lüküs hayat, lüküs hayat

Bak keyfine

Yan gel de yat

Ne güzel şey,

Oh ne rahat

Yoktur eşin lüküs hayat”

Bu “halet-i ruh” haliyle gösterileri izlerken,

Türk-İş tarafından yapılan “açlık ve yoksulluk sınırı”

araştırmasını da umarım ıskalamazlar!

Yılbaşını kutlamamak…

Dinsel anlamda mı?

Yoksa eğlence anlamında mı?

Yoksa yozlaşmış, tüm kadim değerlerini kaybetmiş, afazi olarak mı?

Yoksa da eşik altı büyücülerin zihinsel Subliminal stratejileri sonucu mu?

Bir ritüel yapılıyorsa içeriğini de bilmek gerekir.

Yoksa tam bir afazi hale geldiğinizin resmidir!

Hıristiyanlığın otantik ve kutsal bir figürü olmayan

Noel Baba’nın popülerleşmesi ile kapitalist tüketim kalıplarının

yerleştirilmesi ve yaygınlaştırılması arasında sıkı bir ilişki var…

Batı dillerinde Santa Claus, bizde Aziz Nikola denen

Noel Baba’nın gerçekten yaşayıp yaşamadığı,

yaşadıysa nerede ve ne zaman yaşadığı,

onu önemli kılan özelliklerinin neler olduğu gibi sorulara

henüz bilimsel açıdan doyurucu yanıtlar verilemedi ama

Noel Baba’nın gündelik hayata girişi

ilk kez, 1863 yılında Thomas Nast adlı bir grafikçinin,

yoksullara, gereksinim sahiplerine yardım eden

bir Hıristiyan azizinden esinlenerek hayali

bir beyaz sakallı tonton bir dede resmi çizmesi ile başladı…

Ve bu resim Harper’s Weekly adlı bir derginin

3 Ocak 1863 tarihli kapağında yayımlandı.

1924 yılında da siyah-beyaz Noel Baba figürü,

kapitalist tüketimin sembol içeceği Coca-Cola için reklamlar tasarlayan

İsveçli grafikçi Haddon Sundlom;

Noel Baba’sını, kırmızı-beyaz elbiseli güleç yüzüyle

sekiz atlı bir rengeyiğinin çektiği kızağa bindirmek suretiyle renklendirdi.

Neden renklendirdi acaba?

Tabi ki Coca-Cola’nın kış aylarında da tüketilmesini sağlamak.

Ürünü çocuklar dünyasına sokmak

ve bu ürünün içeriğinin iyi olduğunu bilinçaltına işlemek…

Artık ‘kızakla dolaşan neşeli Noel Baba’ figürü 1939’da,

Denver Gillen’in çizgileri ve Robert May’in şiirinden oluşan bir broşür

o yıl tam 2.4 milyon basılıp dağıtıldı.

Neden dağıtılmış dersiniz?

Tabi ki kapitalist tüketim kalıplarının yerleştirilmek

ve yaygınlaştırmak için…

Artık 1947 Noel Baba’nın tam olarak popüler hale geldiği yıl olmuş…

Rusya 1918 yılında, yunanistan 1923 yılında,

Türkiye 1926 yılında “Gregoryen Takvimi” resmi takvim olarak kullanır olmuş.
Açık anlatımıyla 1 Ocak günü, 1926 yılından bu yana

Türkler için yeni bir yılın başlangıcı olmuş..

Türkiye’nin Noel Baba ile tanışması ise, Demokrat Parti’nin

Türkiye’yi ‘Küçük Amerika’ yapmaya soyunduğu 1950’lerin başında…

Bu tarihten sonra yıllardır hasetle seyredilen

Beyoğlu eğlenceleri hızla yurda yayılmış.

Dergiler, özel yılbaşı sayıları çıkarmaya, gazinolar balolar düzenlemeye,

‘Tayyare Piyangosu’ özel çekilişleri yapılmaya başlanmıştı bile…

Sadece büyük şehirlerde değil, Anadolu’da ,

her gelir grubundan aileler, yılbaşında bir sofra etrafında toplanarak

yeni yıl yemeği yemeyi, radyo dinlemeyi, gece yarısı

Milli Piyango çekilişini izlemeyi âdet edinmiş.

Televizyon yayını başladıktan sonra da gece saat

24.00’te

“Zeki Müren konser verecek mi?

Dansöz (oryantal)  çıkacak mı?”

havasına girilmiş.
Kuruyemiş, tombala bu gecenin sembolü haline gelmiş.

Gelirdeki farklılaşmaya ve değişime bağlı olarak

yılbaşı eğlenceleri gazinolara, lokallere, otellere taşınmış.

E ne de olsa o tarihlerde siyasilerin belirlediği hedefe ulaşılmış…

ve medenileşmiştik!

Nasıl bir medenileşmek ise?!

Gerçi ‘medenileşme’ projemiz 1935’te

‘bütün medeni milletlerce’ tatil günü olarak kabul edilen

31 Aralık öğleden sonrasıyla

1 Ocak günlerinin uygulanmakta olan tatil günlerine eklenmesi’

teklifi kabul edildiğinde olmuş!

1951-1955 arasında Noel Baba figürlü posta pullarının

basılmasıyla başlamış bu furya…

Artık Türkiye Radyoları’nın hazırladığı özel yılbaşı programları,

şöhretli sanatçıların rol aldığı skeçler, şarkılar ve türkülerden

oluşan konserler, oyun havaları ve Milli Piyango çekilişi

yılbaşı kutlamalarının tipik unsurları olmuş…

  30 Aralık 1958 tarihinde Tercüman gazetesinde Ayhan Hünalp

tarafından çizilen Noel Baba portresi ile doruk noktasına ulaşmış …

Hünalp’in Noel Baba’sı,

342 yılında Fethiye yakınlarında bir antik kent olan Patara’da doğmuş.

Çeşitli mucizeler göstererek

(örneğin vaftiz edildiği leğenden ayağa kalkarak Allah’a şükretmiş,

Hıristiyanların oruç günlerinde

ve her cuma annesinin sütünü emmeyerek perhiz yapmış)

azizlik mertebesine ulaşmıştı.

Daha sonra darda kalanlara yardım etmeyi gelenek haline getirmiş olan

Aziz Nikola, ömrünün son yıllarını

Demre’de (Antalya’nın Kale ilçesinin antik adı) piskopos olarak geçirmiş.

Noel Baba adını alması, hayırseverlik işini

iki kez üst üste 26 Aralık’ta yapmış…

1960’lardan itibaren açılan

‘Amerikan Pazarları’ Amerikan malları, otomobilleri, dergileri,

Amerika’nın Sesi Radyosu (VOA),

Hollywood filmleri ve ‘Barış Gönüllüleri’

ile Amerikan kültürünün topluma nüfuz etmesiyle

1970’li yıllara gelindiğinde büyük otellerde ve çocuk yuvalarında

Noel Baba’lı kutlamalar başlamış. Kimse de

Antalya gibi sıcak bir yerden nasıl olup da rengeyiğinin çektiği

kar kızağında hediyeler dağıtan

bir Noel Baba çıktığını sorgulamamış!

Patara ile Demre bir süre Noel Baba için yarıştılarsa da

Noel Baba’nın Patara’da doğduğu,

Demre’de yaşadığı şeklindeki formülde uzlaşılmış

ve böylece iki şehrimizin de bu kutlu olayın meyvelerini toplaması

mümkün olmuş.

Batı kültürü artık iyiden iyiye tüm ülkeye nüfuz etmiş…

1960’lar, 1970’lerde Hilton, Park ve Divan otellerinde

serpantinli ve konfetili yılbaşı kutlamaları giderek yaygınlaşmış.

1980’lerde yılbaşını kış tatili ile birleştirip ‘

bir yerlere kaçma’ modası başlamış.

1990’larda Noel Baba’ya Noel Anne ve Noel Köpekleri eklenmiş…

2000’li yıllarda ise Noel Baba artık ailemizden biri olmuş…

 Öyle ki bir Noel Baba’yı anlatan 2009 tarihli

‘Neşeli Hayat’ adlı filmi,

kısa sürede bir milyonu aşkın izleyicinin ilgisini çekmeyi başarmış…

 2014 yılına gelindiğinde;

Türkiye’de Asgari Ücret 16 yaş altı ve üstü uygulamasına son verilirken

ilk altı ay için aylık brüt 1071 TL, net 846TL. 

İkinci altı ayın brüt 1131 TL, net 891 TL olarak belirlendi.

Bir karşılaştırma olarak, “5 yıldızlı” otellerde yeni yılı karşılamanın

bedeli kişi başı 900 lira!

Milyoner’le zilyoner arasındaki uçurumun

ne kadar derinleştiğini gösteren bir karşılaştırma…

Buzdağına çarpan Titanic’in güvertesinde keman çalmaya devam edenlerle,

güverte altında üçüncü sınıf yolcusu olarak seyahat edenler gibi!

Bu  notumuz şimdilik burada kalsın…

Her neyse “5 yıldızlı” otellerde… Yeni yılı karşılamanın

bedeli o yıllarda kişi başı 900 lira dedik ya!

Buna limitsiz yerli içki dahil!

Masa üzerinde (Amuse Bouche/Meze Fransızca)

Zeytinyağlı yaprak ve midye dolma, dometes carpaccio Sebzeli Crostini,

peynir tabağı pastırmalı mutabbel Menü İstakoz madalyonları,

Andiv yaprakları, Tabuleh salata ve siyah havyar ile

Bloody Mary çorbası, yeşil kereviz ve tava edilmiş

Tarak balığı ile Kaz ciğeri, Akdeniz yeşilliği, karamelize tarçın

ve kestaneli ayva sotesi ve Balsamik şurubu ile Balmoral steak,

Ratatouuille sebze, Fondina peynirli polenta ve çikolata aromalı sosu ile

The Maria sorbe Çikolatalı

ve Citrus Meyveli Kestaneli Terrin Çay/kahve Mevsim meyveleri tabağı,

karışık kuru meyveler, çikolatalı dondurma topları, zencefilli kek…  

Gece yarısından sonra işkembe çorbası ikramı…

 Ve filmin koptuğu…..

Nirvana’ya ulaşıldığı an!…

Kafada püskülü sauka/katyon,,

Ağzında kaynana dilli ile gece ısınacak

ve DJ müziği eşliğinde gönüllerince dans edilecek.

Yılbaşının vazgeçilmez muhteşem oryantal şovun da

sunulacak galada, misafirlere gece için özenle hazırlanan

Türk ve Dünya mutfağından farklı lezzetleri tatma olanağı da bulacak.

 Parası olana,  o yıllarda 900 lira çerez parası olana sözümüz yok!

Adamın parası var harcıyor!

Parası olan için, lüksün sınırı yok.

Adam köpeğine kürk giydirir, pırlanta kolye takar!

Altın banyo muslukları yaptırır!

Pırlantalı şarap kadehleri,

iPhone kılıflarını çeşitli mücevherler ile süsler!

Aslında zenginliğin, lüksün ve bir anlamda şımarıklığın sonu yok!

Amerikan gazeteleri yazıyordu üç dört sene evvel…

Havadan para kazananlar  

Wall Street Restoranların da kedi dışkısıyla filtre edilmiş kahvenin(**)

fincanına 100 dolar, bir burger’e 175 dolar öder….

Köftesi Kobe bifteğinden Trüf mantarı

ve kaz ciğeri sosuyla tepesinde altın yaprağıyla servis ediliyormuş.

Dedik ya!

Parası olana ne sözümüz olabilir.

Var harcıyor! İsrafta, lüks düşkünlüğünde,

çar çur’da üstlerine yok ama…

Egoları altın varaklı.

Kültürleri teneke.

 Ama “aç tavuk olup da kendini buğday ambarında”

sananlara ne demeli?!

Bunlara özenenlere, içten içe iç geçirenlere

ve yapanlara ne demeli?!

Herhalde Kerizlikte Nirvana!

Farkında mısınız?

Bu Prototiplerin çoğu

“Hem kel, hem fodul” olanlar.

Yaşamımızın çoğunu başkaları ne der diye düşünerek inşa edenler.

Yani kendilerinden, örf ve adetlerinden git gide uzaklaşanlar!.

Umut başka, kendini kandırma başka..

Umut gerçekleşmedikçe yara halini alıyor.

Çirkin kalın bir yara…

   Bilimsel olarak ifade edecek olursak topluma

ve kendine” yabancılaşanlar” “..mış gibi yaşayanlar”

Ama burada dikkat edilmesi gereken kritik nokta:

Bu âdetin sadece eğlence tarafını almış olmamız..

Zira bizdekinin Hıristiyanlardaki gibi dinle alakası yok…

Hayır ve hasenat işlemekle de hele bir hafta evvel gelen

Noel’le de!

Tuhafı şudur ki, tek geleneğimize dayanmayan

bu yeni âdete, yani yılbaşı sabahlamasına,

bütün âdet ve bayramlarımızdan fazla gayretle,

dört elle sarılmış haldeyiz!

son söz olarak  size güzel iki hikaye…

  Birinci hikaye:

   Adamın biri köyüne doğru yola koyulmuş, heybesine

iki tane karpuz koymuş evine götürmeye.

Eski zaman tabii yollar uzun, güneş yakıcı…

Yolda yorulmuş adamcağız, heybesinden çıkardığı

karpuzun birini kesmiş, yemiş.

Kabuklardan arta kalan kırmızı kısımlara bakıp,

“Desinler ki bunu bir ağa yemiş.” deyip,

kabukları bir kenara bırakmış.

Sonra yan gelip yatmış.

Biraz sonra kalkıp, kabuklardaki kırmızı kısımları iyice kazımış.

Beyaz kabukları bırakırken, kendi kendine söylenmiş:

“Desinler ki yanında bir de hizmetkârı varmış.

” Yorgunluk kolay çıkmaz. Ağacın altında uzanmış kalmış.

Bir de doğrulmuş ki vakit epeyce ilerlemiş.

Bu arada terleyip susamış da.

Yine kabuklara bakmış ve başlamış yemeye.

Hem yiyip hem söylenmiş:

“Desinler ki bir de eşeği varmış.”

 İkinci hikaye:

  Adamın biri aç mı aç, sefil mi sefil, zavallı mı zavallı…

  Ev kirasını ödese, bakkalı ödeyemeyecek, bakkalı öderse, ev kirasını…
   Tutmuş kira için ayırdığı parayla at yarışlarında oynamaya kalkmış.

Ola ki kazanırım, ola ki benim de cebim para görür,

ola ki çoluğuma çocuğuma birer kat elbise alırım,

bir eğlence yerine götürürüm onları, borçlarımı öderim…
 Ve oynamış. Kaybetmiş bütün parayı.

  “Çekiver kuyruğunu,” demiş adam, “şu dünyanın”

ve akşam saatlerinde sokaklardan el etek çekilince,

şehrin en yüksek köprüsünün korkuluklarını aşarak,

suya atlamaya hazırlanmış.
   Bir el dokunmuş omzuna. Saçları yapış yapış,

burnu çenesine değen bir kocakarı:
– Ne yapıyorsun evladım? demiş.
– Hiç, ne yapacağım, kuyruğunu çekmeye hazırlanıyorum dünyanın.
– Bir sıkıntı mı var ?
– Bir sıkıntı olsa mesele yok. Ne ev kirasını ödedik, ne bakkal borcunu,

alacaklıların suratları, karının dırdırı, çocukların yalvaran bakışları…

Sıkıldım yaşamaktan.

Kocakarı:
– Ben cadıyım, demiş. Vazgeç bu işten.

Ev kirası bankaya yattı, bakkalın borcu ödendi,

karın neşeyle seni bekliyor.
Adam:
– Ne olacak, demiş, bir dahaki aya yine aynı hikâye değil mi?
Kocakarı:
-Peki, açıktan bir de yüz bin liralık çek bulacaksın masa örtüsünün altında, demiş.

Şimdi tamam mı?

Adam duraklamış, korkuluğun ön tarafına geçmiş:
– Niye yapıyorsun bunu bana?
– Hiç, gençsin, yaşamak hakkın, onun için.

Yalnız bir tek şey rica ediyorum senden,

bu geceni benimle geçireceksin.
Kabul etmiş adam ve gitmişler kocakarının kulübesine…

   Gece öyle geçmiş, sabahleyin kocakarı yatağın ortasında

pörsük göğüslerini sallayarak, yağlı, yapışık saçlarını tarıyormuş.
Adamın ise midesi bulanıyor, yüreğini tarif edilmez

bir pişmanlıkla iğrenme duygusu sıkıştırdıkça sıkıştırıyormuş.

Olanları bitenleri şöyle bir hatırlamaya çalışmış.

Bir teselli bulmak için:
– Neyse, demiş, artık ev kirası da yok, bakkal borcu da;

yüz bin liralık çek ise hazır.
Kocakarı kahkahalarla gülmeye başlamış:
– Ne, ne dedin bakayım?
– Kurtuldum sayende sıkıntılardan, şimdi giyinecek,

insan gibi, yaşamaya başlayacağım.

  Kocakarı, saçlarının üzerinden traktör geçirir gibi hart diye çekmiş tarağı aşağıya:
– İlahi evladım, diye sormuş,

sen kaç yaşındasın?
– Otuz sekiz civarı…
– Bu yaşa gelmişsin bak.

Hâlâ cadılara inanıyor musun?

  Cadılara, Noel babalara inanmamak gerektiğini öğrenmeden göçüp gidiyoruz….

son söz:

Bir yıl dediğin nedir…?

Güneş etrafında kat edilen 940 milyon kilometrecik!…

Ne çabuk geçti değil mi ?

Hiç bir şey anlamadık.

Bi’ de anlasaydık n’olurdu acaba?  

Demek ki neymiş?

Takvim zaman demek değilmiş.

Bitiyor çünkü ve hiçbir şey olmuyor.

Oysa zaman bitince varoluş kalmaz…

Pagan kültüründen esinlenerek ortaya çıkarılan

Noel kutlamalarının asıl önemi tarihsel mantığı değil,

çok kazançlı bir iş olduğu….

Başka bir deyişle, ticari bir festival olarak icat edilmesi.

Noel kutlamalarının  başından beri pazarlama amaçlı olduğu gerçeği.…

Umut başka, kendini kandırmak başka…

Umut, yarındır… 

Sessizce kırlır:

Kalp,

umut,

hayal…

Sağlıcakla Kalın!

Yüreği “Berkehan” ve “Bilgehan  Deniz “

Kadar temiz tüm insanların,

günleri, gelecek yılları hep aydınlık olsun!

Yüreklerindeki sevgi daim olsun!

O.E. 30.12.2013

http://blog.radikal.com.tr/yasam/havai-fisek-gosterileri-altinda-kuresel-devsirme-eglence-ve-afazilik-9691

 01.01. 2013 

Kadrajıma takılanlardan…. Kuruluştan Kurtuluşa Ateşte Açan Şehrin Saat kulesi https://bit.ly/3GyiAek

(*)(2013 ‘de yazılmış ancak günümüz için de geçerli yeni Yıla ilişkin bir deneme)…Yukarıda ki verileri güncellemek isteyenler için, 30.12.2013  1$ =2,119 ₺… Bu da böyle…

(**) Endonezya’da bulunan Sumatra adası ve çevresindeki birkaç adada bulunan palmiye misk kedisinin kahveyi yemesi ve sonrasında dışkılaması sayesinde elde edilen ve yılda 380 kilo üretilebilen kopi luwak kahvesi 350 dolar ile 500 dolar arasında satılıyor

Comments

This Post Has 0 Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Previous
Next
Back To Top