“Neo-Liberal Yükselen Değerler ve Genetik kodları: Pragmatist / Makyavelist / Oportünist Düşünce Sistemi Türkçesi “Şark Kurnazlığı”
İlk söz:: “İnsanın olduğu yerde hiçbir şeye şaşma!
Şark kurnazlığı ,ne anlama geldiği sahibine göre değişen; ama hiçbir koşulda
olumlu içeriği bulunmayan bu tanımlamayla ne amaçlanabilir?…
“Yersen yoğurt içersen ayran,
herkes kör, âlem sersem …..
Bir anlam da pragmatist / makyavelist / oportünist
eski deyimle “İdare-i Maslahatçı”
düşünce sistemi ya da Türkçesi
“Şark Kurnazlığı”
kasaba kültüründen(*) beslenen,
kendisi hiçbir iş yapmayan,
iş yapanda da mutlaka kusurlar bulan anlayışın egemen olduğu kültür.
Kitaplar bu profilleri
hayatın özgerçeği yerine kendi gerçeğini öne çıkaran
ilke ve kuraldan çok, anlık gelişmelere,
konjonktürel etkilere göre kendini ayarlayanlar olduğunu söylüyor..
Şark kurnazlığı“
İkiyüzlü olmak”tır. Riyakârlıktır. Sahtekârlıktır. Eyyamcılıktır. ;
yalancılıktır, sahtekârlıkır, ahlaksızlıktır, menfaatçiliktir, bencilliktir….
Olması gereken şekil ve nitelikte değil de,
günün şartlarına ve kişinin çıkarlarına göre hareket etmektir.
“Nabza göre şerbet vermek”tir.
“Fazla kurcalama, işi oluruna bırak” türünden bir durumdur.
“Köprüden geçene kadar ayıya dayı demektir.”
Aynı zamanda.
“Umursama, durumu geçiştir, bugünü kurtar, yarını ırgalama” şeklinde davranmaktır.
Kişisel çıkarlarını korumak için, kurulu düzene karşı çıkmadan,
her türlü yalakalığı yapan insanları tanımlayan bir sözdür.
“Salla başını, al maaşını” türünden davranan kişilerdir.
Yetkin ve gücün varsa “her sözün başım-gözüm üstüne” diyen kişidir.
İdare-i maslahatı kul hakkı yiyerek yapan zalimler,
sadece benim yerim sallanmasın, mevcut pozisyonum bozulmasın,
gerisi ne olursa olsun diyen kişilerdir.
Buram buram menfaatçilik kokan bu tipler
“kimin arabasına binerse onun düdüğünü çalarlar.”
Deyim yerindeyse, “rüzgâra göre işerler.”
Etliye sütlüye karışmayan bu tiplerden dönün bakın etrafınıza
o kadar çok ki. Ve buna çanak tutan “adam işini biliyor”
diyerek gemisini yürütenler….
“Gelen ağam, giden paşam” diyen bu idareci tipler ise,
Genellikle eğitimli ve kültürlü değil ya da
aldığı eğitim, yetersiz / kalitesiz.
Ya da ahlâken eğitilmeden yalnızca zihinsel eğitilmiş profiller..
Sözüm ona “kıvrak zekâ”
Adı üzerinde, kurnaz.
“Şark kurnazı” kavramı, biri Arapça öteki Farsça
iki kelimeden oluşmakta…
zaten: Şark (doğu) ve kurnaz (kolay kanmayan,
başkalarını kandırmasını ve ufak tefek oyunlarla
amacına erişmesini beceren, açıkgöz, hin).
Bazen “hayat üniversitesini bitirmekle” övünmekte
komplekslerinden saldırganlık üretmekte…
Onlar için önemli olan şey, teori değil pratik.
En büyük özellikleri “pratik zekâlı” olmaları.
Yaşamın her alnında olduğu gibi üniversite camiasında.
görülme olasılığı azınsanmayacak kadar çok..
kendilerine hayran.
Kelimenin bütün anlamlarıyla dolup taşan bir hayranlık.
Kargacık burgacık görüntülerinde
ve fiziksel özellikleri arasında mutlaka “eşsiz”,
“övünülecek”, hatta bazen “mağdurluk edebiyatı” ile
titir merdivenlerinden çıkmada da maharetleri yüksek.
İnsanları kendi menfaati doğrultusunda
kullanmak için “onlardan biri” olmayı,
onlar gibi konuşup davranmayı, onların zaaflarını öğrenip
yararlanmada da maharetleri yüksek..
Toplumsal / ulusal bir “değer” onun yardım aldığı en önemli araç..
Yüce yaradanın karşısındaki “kulluk” miracını,
Kendince yargılamada hiç bir beis görmeyen..
Toplumun başına gelebilecek en kötü şey olduğunu umursamayan
Toplumsal/ulusal bir “değer” üzerinden, Kendine tartışılmaz
ve otorite alanı açmadan edemeyen,
Toplumun temel ahlaki kuralllarını
ihlal edip her tür kötülük yapacak cevheri içinde taşıyan ,
dinî algı ve kalıpları ustaca kullanan
Yüce yaradan’la arasında kendince bir tür
“çıkar ilişkisi” kuran..
Dinin şartlarını yerine getirerirken,
dinin ahlaki içeriğini özümsemeyen, aklınca öteki dünyaya
yatırım yapan… O kadar ki dinin ahlaki içeriği
günlük yaşamında etkili olmayan…
Yürüyüşleri, hareketleri, bakışları, jestleri, mimikleri,
sesleri ve konuşma tarzları da pek bir farklı
Ama en çok da “akılları”…
Hani gerçekten bütün akıllar pazara çıkarılsa,
tereddütsüz kendi aklını seçecek insanlar …
Ama onlar için varsa yok sa “kıvrak zekâ” sahibi olmaları
Adı üzerinde, kurnazlar….
Ülkemizde şark kurnazlığının siyaset alanındaki yansımasını
en iyi anlatan kitap “Zübük” olmuş.
Okumadıysanız filmini öneririm..
Bu eser, on yıllar, belki de yüzyıllar boyunca yaşadıklarımızın özeti gibi
La fontaine’ den bu düşünce sistemin ilişkin Kıssadan hisse…
Birlikte okuyalım:
“Yarasa dediğimiz kuşun ne idüğü
Pek belli değildir bilirsiniz:
Kimine göre faregillerdendir,
Kimine göre kuşgillerdendir… .
Bir yarasa dalmış bir gün, tepesi üstü
Bir gelinciğin yuvasına.
Farelere diş bileyen gelincik
Yürümüş üstüne hemen haklamak için:
– Sen ha, demiş; ne suratla gelirsin evime?
Az mı kötülük etti
Senin soyun sopun benim milletime?
Fare değil misin sen?
Ben de gelincik değilim, sen fare değilsen.
– Aman, rica ederim, demiş yarasacık; Farelerle ne ilişkim var benim?
Ben fare ha?
Kim çıkarmış bu dedikoduyu?
Benim yok o taraklarda bezim:
Kuşum ben; gözün kanatlarımı görmüyor mu?
Yaşasın göklerde uçan soyum!
Bu sözlere aklı ermiş gelinciğin:
– Haydi, uç git, demiş yarasaya. İki gün sonra bizim şaşkın
Bir başka gelinciğin yuvasına düşmüş,
Ama bu gelincik de kuşlara düşmanmış.
Uzun burunlu Bayan Yarasayı Kıtır kıtır yiyecekken kuş diye,
– Aman etme, demiş yarasa; Kanatlarıma bakıp beni kuş sanma:
Fareyim ben, yaşasın . faregiller! Ve kuşların canını alsın Jüpiter!
Yarasa bu kurnazlığıyla Kurtarmış canını bir kez daha.
Çoklarını gördük böyle,
Tehlike karşısında bayrak değiştiren.
Adamına göre,
Yaşasın kral der kimi zaman,
Kimi zaman da: Yaşasın krala kumpas kuran!”
Şark kurnazlığına ilişkin başka bir hikaye…
Dede Korkut Kitabı’ndaki “Deli Dumrul Hikayesi”gibi bir hikaye
Birlikte okuyalım:
“Eski el işleri kilimlerle ilgilenen uyanık bir Amerikalı
Yahudi profesörün yolu ülkemize düşer,
burada bir rehber bularak anadoluyu gezmeye çıkarlar.
Yolculuk sırasında Profesör, Türk rehbere
İran, Afganistan gibi ülkelerden çok değerli eski
kilim parçalarını gariban cahil köylülerin elinden
birkaç dolara satın aldığını aslında değerinin
15-20 bin dolar olduğunu övünerek anlatır.
Anadolunun kazı yapılan bir yerinde mola verirler
çevreyi seyrederler, orda alanın bekçisi bir köylüyle
muhabbet ederlerken prof’un gözü köylünün eşeğinin
sırtındaki kilim parçasına takılır, rehber ile köylü konuşurlarken
o da gider klimi inceler ve hemen heyecanla
rehberin yanına gelerek kilimin muhteşem bir parça olduğunu,
daha önce böylesini hiçbir yerde görmediğini
en az 30 bin dolar edeceğini söyler tabi İngilizce
konuştuklarından köylü bir şey anlamaz tabi.
Prof bu parçayı mutlaka alması gerektiğini ancak
köylüyü huylandırmadan almaları gerektiğini
söyler.Yolunuda bulur, heybeye değil eşeğe talip olacaklardır.
Rehber eşeğe talip olduklarını söyleyince,
köylü ; güldürmeyin adamı sizin gibi bey takımı
eşeği nidecek, der.
Rehber ısrarla istediğini söyler, köylü sor bakayım der
Amerikada eşek yokmuymuş!…
varmış ama böylesi yokmuş yanıtınıı alır.
Köylü; beyim bu eşek uyuz,art bacağı topal ve yarın öbürgün ölür.
rehber; sana ne yahu istiyor işte herif sen fiyat söyle….
Köylü; madem çok istiyor,şimdi uyuz bir eşek için
bu gavuru mu kıracağız,
ben her bir kusurunu saydım günah benden gitti,
20 bin lira istiyorum
rehber; nee delirdin mi sen be adam,
bu fiyata en halis arap koşu atı alınır.
köylü; o zaman eşeği nidecek gitsin arap atı alsın der.
Rehber; doğru söyle sen bu eşeği kaça aldın?
Köylü; bende yalan yok, ben bu eşeği derisinden
çarıklık çıkarmak için 50 liraya aldım.nasılsa yarın öbürgün ölür.
Rehber; insaf 50 liraya aldığın eşeğe 20 bin lira istenir mi.?!..
Köylü; ben satıcı olmadım ki siz alıcı oldunuz.
20 bin lira aşağısı kurtarmaz.
Rehber Amerikalı prof ile konuşur,
prof der ki; gördün mü,bunlar hep böyle,
heybeye talip olsaydık bunda bi keramet var deyip 50 bin lira fiyat çekerdi.
Pazarlıkla 10 bin liraya anlaşırlar, prof yinede mutludur.
Paraları sayar köylünün eline, köylü heybeyi alarak
eşeğin yularını verir, hadi hayrını görün der.
Bunlar zınk diye kalır, bozuntuya vermeden;
ya şu eski heybeyide verde hayvan üşümesin.
Köylü; ben size eşeği sattım heybeyi değil der,
mosmor olmuşlardır çaresizce eşeği alıp ilerlerlerken
köylü arkalarından seslenir; hey şeyi unuttunuz der,
köylü cayıp heybeyi getiriyor sanıp sevinirler,
getire getire eşeğin kazığını getirir.
acemi olduğunuz belli kazık olmadan olmaz der,
bunlar tekrar heybeyi isterler 3-5 kuruşta ona vereceklerini söylerler,
köylü; amma yaptınız şimdi. ben bu eski heybe sayesinde eşeği satıyorum,
yarın öbürgün sizin gibi başka bir meraklısı gelir
bu heybe sayesinde eşeği satarım.
ve ekler; bu arada hiç zahmet edip eşeği uzağa bırakmayın der
ve çeker gider.
Prof, başka yerde hiç böyle bir şey yoktu der
ve kazığı sıkıca kavrar. şok geçiriyordur,
kazığı ucuza aldık bunu en özel yerimde saklayacağım der…”
Almanca’da “türken” diye bir fiil var. “Türklemek” diye çevrilebilir.
Bu sözcüğü “sahte veya uydurma iş yapma” anlamında kullanıyorlarmış…..
Ülkede makyajcılık, negatif seleksiyon,
kötünün iyiyi toplum yaşamından dışlaması,
düzgün insan bulmayı da güçleştiriyor.
Kalabalık içinde düzgün insan bulma güçlüğü bir çelişki, bir paradoks gibi..
Hangi açıdan bakılırsa bakılsın bu prototipler yüzünden
Türkiye’yi yakın gelecekte zor günler bekliyor….
Zor, külfetli, ama enkaz daha da ağırlaşmadan,
temizliğe başlamanın yolunu da toplum bulmak zorunda…….
Bazen acaba diyorum bu topraklarda doğmuş olmanın
“sosyo- genetik kod” özelliğimi,
Şark kurnazlığı?.
Yoksa bütün sistem şark kurnazlığı mantığı ile mi dizayn edildi?
Her yerde her zaman Şark Kurnazlığı…..
Şark kurnazlığnı tüm yaşam alanlarında görmek mümkün.
Hatta kurum ve kuruluşların en tepe noktalarında dahi….
Bu bağlamda”Şark kurnazlığı” yapan Yönetici Prototiplerin
özelliklerinden bazıları:
i-Kendi gerçeklerini hayatın özgerçeğinin önüne koyma.
ii-Karşılıklı bağımlılık ilişkilerini kendilerini merkez alarak ayarlama.
iii-Üzerine aldıkları görevi toplumsal bağlamlarına özen göstermeden,
derinlik bilgisi olmayan kitlelerin aldatılmasına dayalı olarak yerine getirme..
iv-Adımlarını her zaman sosyo- ekonomik çevrenin boşluklarını gözleyerek atma.
v-Başkalarını aldatmaktan gizli bir haz duyma.
vi-Yaptıklarının ahlaki/etik olmadığını bilme.
kendi iç dünyalarına döndüklerinde suçluluk duygusu
nedeniyle kendilerini kandırma yoluna gitme..
vii- Başkalarını aldatmayı yaşam biçimi haline getirme..
viii-Yazılı iletişimden kaçınma..
ix-Çalışma yılının başında koyulan hedeflerle ulaşılan hedefleri açıklamaktan kaçınma..
x-İş yaşamını “tornistansız gemi” gibi algılama.
xi- sistemli hesap vermekten sakınma..
xii- Kurumsal yönetim ilkelerinden-
Adillik, Şeffaflık, Hesap verebilirlik ve Sorumluluk-yoksun olma..
xiii-.Yönetsel paradigmada bilinçli bir şekilde kadim paradoksu yaratma…
Meritokrasi yerine “patrimonial” yönetim anlayışını hakim kılma..
sonuç nepotizm…
Son söz: Eğrinin gölgeside eğri.-
İnsan olmak başka bir şey……..
yaptıklarıyla
Konuştuklarıyla ,
Özü sözü ..
ahlâkı ..
Kalbi …
duruşu bir olmak..
Kimliğini kaybetmeden
dengeyi kurabilmek..,
Yalan , dolan ,takkiye, riya ,
münafık dolu dünyada !..
dürüstlüğünle doğruluğunla
dimdik onurunla ayakta durmak,
kul hakkı yemeden
helalinden yaşamak!…
“Esas olan,
Sadece yaşamak da değil,
İnsana yakışır şekilde ve Onurlu yaşamaktır.
Teslim olmadan,
Boyun eğmeden,
Sürünmeden,
El etek öpmeden yaşamaktır…”
“şark kurnazlığı” insan olmanın dışında bir şey….
Bir bilim adamı buna “Paçozlaşma” diyor…
“Paçoz, kendi çıkarları için her yolu mübah sayan,
küstah, beş para etmez, sokak kurnazı,
zevzek, müptezel, basmakalıp, palavracı,
rüküş, hoyrat, içtensiz, pespaye, nekes, terbiyesiz,
aşağılık, ahlaksız, kalleş. “.
Topluma musallat olan, iblis ayarlı,…
Efruz Bey , Zübük’ tiplemeleri kısmen buna yakın….
insanların davranışlarına yön veren değerler…..
Değerler, yaşamak için kurallar ve kararlar için bir pusula….
Bir yol haritası….,
Bir zihin haritası…
Değerler belirli bir sonucu elde etmek için izlenecek
yol konusunda en derinde yatan inançların dışa vurumu…
Değerler davranışlarla dünyaya yansımakta.
“Özü-sözü bir olmak” , kişinin değerleri
ve davranışları arasında bir çelişki olmadığını göstergesi….
Bir kurumun değerleri, kurum daki herkesin,
liderler ve yöneticiler dahil, nasıl davranmalarının
beklendiği konusunda açık bir deklarasyon…..
Muhtevasızlaşmak, maddîleşmek,
düşünceyi maddî temellere oturtmak,
küçük hesaplara bağlamak….işte paçoz dediğimiz tipoloji,
gündelik sıradanlığın ötesinde bir düşünce hayatı olmayan,
sarih bir kültürden mahrum,
ilgileri sıradan ve maddî olan sığlık
Günümüz popüler kültüründe bu örnekler çok.
Bu örnekleri; yaşamın tüm alanlarında görmek mümkün.
Son Söz: Erdem dini eğilimlere göre değil fiili davranışlara bakılarak değerlendirilir.
Bir ülkede her türlü: Yolsuzluk, Hukuksuzluk, Adaletsizlik,
Kayırmacılık, Milliyetçilik ( SAHTE Milliyetçilik) adı altında ve arkasında aklanıyorsa,
O ülke sefilliğe batar…
GERÇEK Vatanseverlik, ülkesi için Hukuk,
Adalet ve Liyakat istemekle başlar..
Gün gelecek, pozisyon değil prensip, laf değil eylem,
bireysel konum değil toplumsal fayda,
tercih değil ödev, yetki değil sorumluluk asıl olacak.
Kendilerini, makam / titir verilince, Zübde*i âlem sanan…
Kendini o kurum için bir şans
olarak gören…
Hesaptaki parası kendini satın alan,…
Erke selam edip, kula ram olan,
Nafakası,
Nifak olan…
Bir ben varım deme, yoksan da olur…
Sağlıcakla kalın!
Günleriniz hep aydınlık olsun!
Yüreklerindeki sevgi daim olsun!
Yüreği “Berkehan ve Bilgehan Deniz ” Kadar temiz olan tüm insanların!
————————–
(*) Kasabalılık, kendisi hiçbir iş yapmayan, iş yapanda da mutlaka kusurlar bulan anlayışın egemen olduğu kültür.
Birikimlerim ve ulaştığım bilinç bana sürekli “temas halinde olmanın birbirimizi anlamanın en etkin yolu” olduğunu söylüyor
http://blog.radikal.com.tr/yasam/toplumun-deger-yargilarindaki-mutasyon-29810
http://blog.radikal.com.tr/felsefe/besirilikten-insanliga-evrilmedeki-ayak-izi-32043
http://blog.radikal.com.tr/yasam/turk-toplumunun-zekiligi-uyanikligi-uzerine-bir-deneme-5285
———————————
Radikal Blog‘ da ki Denemelerimden (7)“kurumsal Dalkavukluk ve Toplumsal Afazilik“ https://bit.ly/35LX0ib
Dalkavukluk, yalakalık sadece siyasete mi özgü sanıyorsunuz. Akademik camiaya gelin, her gün çeşit çeşit örneklerini görürsünüz …Hem de ne örnekler!..vallahî hafızalanız almaz…Sadece
“Şeyh uçmaz, müridi uçurur”derler ya!…Bizim mürit bir üst ‘level (* )’a geçmiş haberi yok..Adam yalakalığın/dalkavukluğun son aşamasında.Kendi uçmuş…Ama ne uçuş! Nirvana!.. “yalakalığın sonu ayakçılık” haberi yok!…Alın size tanık olduğum yalaka hikayesi , ama nirvanalık anlamında en çarpıcısı……
Kurucu Rektörümüz ile birlikte; Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekan Yardımcısı ve aynı zamanda Tavşanlı Meslek Yüksekokul Kurucu müdürü olarak Gediz’ de bir açılış törenine katılmıştım. Açılış töreninde teşrifatçılık görevini üstlenmiş (cazgır); Rektöre , Arapça, Farsça ,Türkçe karışık methiyeler düzüyordu…Ama ne methiyeler…Protokolde Yanımda oturan hem yönetici hem de Öğretim Üyesi bir arkadaş yüksek sesle sunuculuk yapan Zat-ı muhtereme “Oldu olacak bir de “Vahdet-i vücûdumuzun hikmeti de sensin” diye söyle de tam olsun” dedi. Tüm protokol de olanlar gülmekten kendilerini alamadı….Rektör kürsüye geldiğinde Zat-ı muhtereme “yalakalığın sonu ayakçılık” mealinde satır aralarında göndermeler yaptı. Zatı_ı muhterem o uçuş sonrasında, Rektörün kendisine yönelik O Kinayeli konuşmasından ders almış mıdır hep merak ederim…
(* )Bu kelime özellikle İngilizce yazılmıştır. Hani sözüm ona!… Çok bilimsel olduğunu belirtmek için, Türkçe kelimelerin arasına, İngilizce kelimeleri serpiştirerek konuşan, “kerameti kendinden menkul” akademisyenler için…(16 ocak 2014)
Son Söz:Gerçekten büyük olmayan “büyük adamlar” çevrelerini küçük adamlarla doldururlar.
This Post Has 0 Comments