“Türk varlığının sürdürülebilirliği perspektifinde Türkiye’nin bitmeyen yedi düvel savaşı….”
5,0
30.11.2014 14:45:16
İlk Söz:“En Büyük Eserim Türkiye Cumhuriyetidir “
Her geçen gün artan özlem
saygı ve minnetle…
Türkiye Cumhuriyeti’nin Bekâsı için nice “29 Ekim”lere!……
Cumhuriyet Bayramınız Kutlu olsun..
Bilirsiniz, ünlü Rus Fizyolog Pavlov, köpeklerine et verirken zil çalınca ve bunu çok kez tekrarlayınca, zil sesini işittiğinde et görmeden de hayvanın salyası akmaya başlar.
Bu, “şartlı refleks”tir.
Hayvanın “tabiatında olmayan” bir uyaran (zil sesi), onu “tabiatında olan” eti görmüş gibi heyecanlandırmaktadır.
Eğer sürekli olarak zil çalar ama hiç et göstermezseniz, bir süre sonra şartlı refleks söner.
Devamın sağlanması için arada bir et gösterilerek refleks pekiştirilmelidir.
Eğer pekiştirilmezlerse, zamanla sönerler.
Bir gün Pavlov’un enstitüsünü su basar. Köpeklerin bir kısmı boğulur, bir kısmı da günlerce korkuyla titreşir çünkü ölümden zor kurtulmuşlardır.
Kurtarılabilenler tekrar enstitüye toplanır. Pavlov zil çalar, köpeklerde tık yoktur.
Şu müthiş sonuca varır Pavlov:
Ağır travmalar, şartlı refleksleri ortadan kaldırmakta….
Hayvan en doğal, en ilkel durumuna geri dönmekte. Pavlov’un köpeklerindeki gibi, ağır travmalarla bizim de şartlı reflekslerimiz (milli duygularımız ve tepkilerimiz) kırılıyor.
Tıpkı Suda kaynayan Kurbağa Sendromu”gibi…
Tıp kı Suyu kirlenmiş akvaryumdaki balık gibi…
Postnişinde YÜCE PİR‘in oturduğu Yeni Dünya Düzeni tarikatı iktidarını Tarikatı oluşturan Vasıl, Salik, Mürid ve Talipler, dün olduğu gibi bugünde sinsi savaş stratejilerini izliyoruz…
Yeni Dünya Düzeni tarikatı iktidarı tüm İnsanlık tarihinde yaptıkları katliamları,işkenceleri,talanları,kan ve gözyaşlarını,,hırsızlıklarını,,sömürülerini ve bunun üzerine inşaa ettikleri ve halen bununla beslenen
“Sosyo Ekonomik ve Kültürel “yapı…
BBC ‘de yayınlanan
“The British” gibi dizilerle sözüm ona bir özeleştiri yaparken bile
kapitalizmin “Eşik Altı Büyücülerin”;
Zihinsel Kültürel stratejilerinin bir parçası olarak subliminal yayıncılık yapıyor…
Dünyayı formatlama çabalarını,”Uygarlık”, “Demokrasi”götürme bahanesiyle
Dünyayı yönetme….Bunu yaparken de kendilerini “bir kahraman”
“Üstün Irk “olarak sunmakta da bir beis görmüyorlar……
“YÜCE PİR”’ in, Vasıl, Salik, Mürid ve Taliplerin tehdit olarak gördüğü
Ulusların Ulusal bilinçlerinin, tarihlerinin , benliklerinin sorgulanması,
“aşındırılması” ve “yozlaştırılması”
Kısacası, Milli duygunun yok edilmesi….
Bir ulusun ulusal bilincini, ulusal duygusunu ve reflekslerini yok etmek….
Bunun stratejisi, taktiği, yol haritası nedir?
Bunun denenmiş, sınanmış bir yöntemi vardır: “o ulusun tarihsel varlığını sorgulamaya açarsınız”.
Yani o ulusun tarihini yeniden tartışırsınız.
Farkındaysanız son otuz yıldır tam da böylesi bir dönem…..
“Demokratlık”, “tartışma kültürü” adına neyi tartışıyoruz
ve bizden neyi kabul etmemiz isteniyor?
Diyorlar ki, “siz soykırımcı bir Milletsiniz! Ermenilere soykırım uyguladınız …”
Biz diyoruz ki, “hayır, uygulamadık !”
O zaman deniyor ki:
“tamam, madem uygulamadınız, bunu tartışalım, öyle sonuca varalım”.
Size mantıklı geliyor….
Ama tartışma masasının eşit şartlarda kurulmadığını görüyorsunuz.
Bakıyorsunuz, tümT v’ler, gazeteler, “aydınlar” sizin Ermenileri katlettiğinizi yaymaya başlıyor.
Kanıtları var mı?
Elbette yok.
Ama yalan bir kez yayıldı mı ve yalanı söyleyenlerin sayısı da yeteri kadar çok oldu mu,
gerçeğin sesi baskılanıyor.
“hayır” diyorsunuz,
“gerçekleriı bir de biz anlatalım”,
ama anlatmanız ne mümkün…
İşte o zaman anlıyorsunuz “tartışmaya açmak” denilen tuzağı.
Bu sürecin sonunda, ulusal gururu ve hassasiyetleri yüksek insanlar bile
“acaba” demeye başlıyor, “acaba gerçekten ermenileri biz mi katlettık?”
“Ulusal benlikte ilk kırılma” yaşanıyor…
Psikolojik harbin etkisi büyük bir hızla bu şekilde yayılıyor.
Sıra Doğu ve Güneydoğuda yaşayan bu ülkenin etle kemik ayrılmaz parçasına geliyor.
Sizden tartışmanızı istiyorlar.
Hem de kanlı ve sinsi bir oyunla…
Tartışma başlıyor….
Otuz yıldır….
Tartışma alanı her geçen gün büyüyor…
neleri tartışmaya açmadık ki…
Açılım diye diye!...
Çözüm süreci diye diye!…
ve şimdi neredeyiz?…
Kısacası, Ulusal varlığımıza ait hayatın her alanda tartışma var….
Her gün TV’ ler de ,yazılı ve görsel basında ,açık oturumlarda ,
konferanslarda ,sempozyum ve kongreler de….
Bu arada hiç
Türkiye Cumhuriyeti’nin genetik kodlarını ortaya koyan
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk hiç ihmal edilir mi?….
çünkü önemlı olan, ulusal önderleri yok etmek.
O halde, onun ne kadar zalim bir diktatör olduğunu tartışalım.
Onun zaaflarını tartışalım.
“tartışın!…”
İşte psikolojik harp …
İşte Asimetrik savaş …
Şimdi yıllar öncesine gidelim.
Mondros imzalanmış.
Düşman askerlerı İstanbul’a çıkartma yapıyor.
Milyonlarca Türk, sadece izliyor!
Demek ki önemlı olan ilk adım: “işgali izlettirebilmek”miş.
Ama aynı zamanda bir de masa konuyor ortaya:
“tartışın”…
“Yüce Pir” şu anda beyinlerimize ve yüreklerimize yüzyılın çıkartmasını yapıyor.
Mehmet Akif, Çanakkale için ne diyor?
Birlikte okuyalım…
“şu boğaz harbi nedir, var mı dünyada bir eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi
tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya”…
Çıkartma sürerken iki tavır vardır alınabilecek.
Birincisi:
“İzlemek !”
İkincisi:
Sergilenen Filme ateş etmek…..
“Kurtuluş Savaşı” gibi…
Cumhuriyetin ilanı, Türk ulusunun var olma ve
bu topraklara sahip olma mücadelesinin önemli bir temel taşı ama
“mücadelenin son durağı” değil…..
“Milli Mücadele”
Cumhuriyet’in ilanından sonra da her alanda devam etti.
Günümüzde de devam etmekte…
Milli Mücadele, Türklerin var olma veya yok olma mücadelesi.…
Büyük Önder, Türk ulusunu 15 yıllık kısa sürede çağdaş
toplumlar düzeyine ulaştırmak için:
i-Din ve devlet işleri birbirinden ayırdı.
ii- Latin alfabesiyle eğitime başladı.
iii- Kılık kıyafette çağdaşlaşma yaşandı.
iv- Hukuk sisteminin altyapısı kuruldu.
v- Ekonominin altyapısının temelleri atıldı…
vi-Din ve devlet işleri birbirinden ayrıldı.
vii-Birinci 5 Yıllık Sanayileşme Planı ve devletin kıt olanaklarıyla
çok sayıda sanayi tesisi kurulması..
viii- Tarım alanında da devlet üretimi artırmak, tarımı yapılandırmak için
devlet üretme çiftlikleri kuruldu
vb……..
Bu ülkenin çağdaş toplumlar arasında yer alabilmesi,
halkın çoğunluğunun Cumhuriyet’in
bir yaşam biçimi olduğunu kabul etmesi ,
benimsemesi ve Cumhuriyet bayramlarını
başları dik, gönlleri ferah kutlayabilmesi için :
i- Ekonomik olarak güçlü olmak, daha fazla üretmeden geçer …..
Ekonomik güç, askeri güçü, siyasi güçü,ülkenin güven içinde olmasının mihenk taşıdır….
ii Büyük önderin başlattığı devrimlerin sürdürülebilirliği:
–Güçlü eğitime, güçlü hukuka, güçlü kadim değerlere ve
din ve devlet işlerinin ayrı tutulmasına bağlıdır…
iii- Türk Milletinin yaşam koşullarını ve kalitesini yükseltmek…
Cumhuriyet fazilettir. Fazilet insanın ahlaki olarak iyiye yönelmesi, ruhsal yetkinliktir.
Cumhuriyet’in fazilet ve bir yaşam biçimi olduğuna inananlar Atatürk Cumhuriyet’ini yaşatabilir.
Son söze geçmeden bir not:“Atatürk , hukukî anlamda, artık mevcut değil.
Dolayısıyla, ona yasa yoluyla da bir imtiyaz sağlanması söz konusu olması mümkün değil.
25 Temmuz 1951 tarihinde kabul edilen ve
31 Temmuz 1951 tarihinde de Resmi Gazete‘de yayımlanarak
yürürlüğe giren 5816 numaralı Atatürk’ü Koruma Kanunu,
ceza hukuk normlarıyla korunması öngörülen hukukî varlık bir şahıs olarak Atatürk değil.
Burada korunmak istenen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna karşı
Türk milletinde genel olarak yaygın bulunan hayranlık ve saygı duygusu.
İşte, ceza tehdidi altına konulmak istenen davranışlar,
halkın içinde yaşamayı sürdüren bu saygı duygusunu,
yani merhumun anısını zedelemeye müsait davranışlar.”
Bu notumuz şimdilik burada kalsın…
Son söz:
Büyük Önderin bu sorusu güncelliğini hala koruyor:
Birlikte okuyalım….
“Cumhuriyet’in ümit, rahatlık ve mutluluk getireceğinden
şüphe ve endişeye kapılan kimse,
ümit, rahatlık ve mutluluğu nereden ve
hangi kaynaktan bekliyordu?
Cumhuriyet’in, milletimizin sosyal yapısını kırıp dökebileceği ihtimali,
Cumhuriyeti benimsemiş olan kimselerin kafasında nasıl yer bulabiliyordu.”
Bu düşünce ve duygularla..
Toplumun egemenliği elinde tutup kullandığı bir devlet yapılanması biçimi olarak
cumhuriyeti koruyup yüceltebildiğimiz ölçüde,
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun
.
Beraber sevinelim. Kaygısızlar için,
sadece balkona bayrak asılarak rahat edilen 1,5 günlük tatil hayırlı olsun.
Sağlıcakla kalın!
Günleriniz hep aydınlık olsun!
Yüreğinizde sevgi daim olsun!
Yüreği “Berkehan ve Bilgehan Deniz” kadar temiz olanların!
This Post Has 0 Comments