Skip to content

21.yüzyılda Bilim İnsanlarının Tarihi Sorumluluğu Üzerine…

21.yüzyılda Bilim İnsanlarının Tarihi Sorumluluğu Üzerine

İlksöz: “Bir sinemada yangın çıktığında bilim insanının yapması gereken

ilk iş itfaiyeyi çağırmaktır. (Tıpkı diğer insanlar gibi!)

Yoksa sahneye çıkıp yangın redifli bir gazel okumak ya da

yangının kavramsal çerçevesi üzerine nutuk atmak değil.

(Bu bağlamda o, çok da aykırı bir fiil de bulunmaz.)

Hatta yangına karşı ne türlü önlemler alınması

gerektiğini dahi söylememelidir; çünkü bunu yangın

çıkmadan önce söylemiş olması gerekir.”

Kimileri gelecekten bahsediyor ama kastettikleri geçmiş aslında. Ebedi rücu…

Soru Şu :Aydın kimdir?

“Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, 

muvaffakiyet için, en hakiki mürşit ilimdir, fendir;

 ilim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir,

cehalettir, dalalettir”.

“Mülazahat hanesini açık bırakmak gerekiyor

başka bir deyişle bir kimse veya bir oluşum

hakkında tek okumada ya da tek duyumda kesin

bir yargıya varmayıp kararı zamana bırakmak gerekiyor. 

Bu bağlamda

Veri, gündelik yaşamımızda gördüğümüz, duyduğumuz,

okuduğumuz veya karşılaştığımız olaylardan edindiğimiz

duyumların bütünü; beyin bunları sınıflandırıyor ve depoluyor.

* Malumat, beyinde depolanmış verilerin düzenlenmiş,

işlenmiş, muameleye tabi tutulmuş haline deniyor.

* Bilgi, malumatın belirgin bir amacı gerçekleştirmeye

yarayacak şekilde düzenlenmiş, zapturap altına alınmışlık durumu.

* Bilgi sahibi olmak, akıl erdirme ve çözümleme yetisi gerektiriyor,

oysa malumat edinme böyle bir kısıta tabi değil,

kişi hayatta olduğu sürece kendiliğinden birikiyor.

* Malumat sahibi olmadan, bilgi sahibi olmak mümkün değil;

ama belirgin bir amacı,

bir hedefi olmayan malumatın da furuşluktan öte işlevi yok.”

İrfan, bilginin ötesinde, duyarlılık, ortam farkındalığı,

idrak ve “halden anlama” dediğimiz hassasiyetleri gerektiriyor.

Bu bağlamda, zeka ve tecrübenin bileşkesi, irfan.

~[ Kendi Everest’imize Tırmanırken Kendimizi sorgulama

( Özeleştiri )Ve Analitik Düşünme .]..  

 “Pek çok kişi entelektüel bir insanın (aydın) çok okumuş,

iyi bir eğitim almış (ve hatta öncelikle insani bilimlerde),

çok seyahat etmiş, birkaç dil bilen insan olduğunu düşünür.

Ama tüm bunlara sahip olup entelektüel olunmadığı gibi

tüm bunlara sahip olmadan büyük ölçüde, içsel olarak

entelektüel bir insan olunabiliyor.

Entelektüellik sadece bilgide değil, bir diğer insanı anlama

becerisinde yatar.

Bu beceri binlerce ve daha fazlası detayda bulunur.

Örneğin saygı çerçevesinde tartışma, masada mütevazı davranma,

fark ettirmeden (tam olarak fark ettirmeden) bir başkasına yardım edebilme,

doğayı koruma, çevreyi kirletmeme, sigara izmariti veya küfürle,

aptalca fikirlerle (Bu da bir çöptür. Hem de ne çöp) çevreyi kirletmeme.

Rusya’nın kuzeyinde gerçekten de entelektüel köylüler tanıdım.

Evlerinde inanılmaz temizdiler, güzel türkülere değer veriyorlardı,

güzel hikâyeler (yaşadıkları veya başkalarının yaşadıkları)

anlatmayı biliyorlardı, düzenli bir yaşamları vardı,

misafirperver ve güleçtiler, başkalarının derdine

ve neşesine anlayışla yaklaşıyorlardı.

Entelektüel olmak, anlayabilme ve algılayabilme yeteneği;

dünyaya ve insanlara sabırla yaklaşabilmek demektir.”

Prof. Dmitriy Lihaçyov

Lihaçev D.S. Eski çağ rus edebiyatı şiirselliği. – L., 1968; 

https://en.wikipedia.org/wiki/Dmitry_Likhachov

Daha fazlası…

Elit, seçkin demektir. Seçilen, seçkindir.

bu kavramdaki kişilerin belirli alanda kendini geliştirmiş,

uzun soluklu liyakat sergileyen, hukuk,

tıp, siyaset gibi özellikle alanlara adanmış,

derin eğitimli, disiplinleri, başarıları veya erdemleriyle

öne çıkan kişilerdir.

“Anti-elitism bu kesimi hedef alıyor.

Emek, adanmışlık, süreklilik sonucu ulaşılan

kazanımları küçültüyor,

genç kuşaklara rol modeli olması beklenen ehil dehaları sıradanlaştırıyor,

meydanı ‘kifayetsiz muhteris’ dediğimiz kişiliklere açıyor.

‘Picasso da kimmiş, ben de onun kadar çizerim’

ya da ‘Osmanlı tarihini bilsem ne yazar?’

şeklindeki ruh hali yaygınlaşıyor.

”Seçmek yerine siyasi duruşa ve mevcut güce yatkınlığa

göre atama yaptığınızda, her yeri milletin kılmış olmasınız.

Seçkin bir milleti vasatlaştırırsınız.

Bu projede ışıkları söndürmenin yolu

“millet”i “elit”in zıddı olarak konumlamaktır.

Kültürden eğlenceye, futboldan üniversitelere kadar,

ülkenin tüm değerlerini yarın yokmuş gibi

siyasi çekişme tüneline sokarak renksizleştirip vasatlaştıranlar,

toplumun her figürünü toplumdan koparıp

“ya biat ya recm” ikileminin her alternatifinde yok edenler,

çekişmesiz olamaz.Bu notumuz şimdilik burada kalsın….

Bu arada 

 “Aydın Despotizmi” kitabından (*)

Önemsediğim bir kaç satır….

“İstibdatın sadece belirli ve bilinen kurumların tekelinde olmadığına,

Türk düşünce hayatında muhtelif köşe başlarında yerleşik aydınların

“yeni”ye geçit vermeyen tekellerini ısrarla korumak gayreti içinde olduklarına,

bu tutumun özgür düşünce filizlerinin hoyratça kopartılması ile sonuçlandığına,

gençlerin üzerinde neredeyse sınıfsal nitelikli bir baskı yarattığına inanıyor,

Türk düşünce yaşamını ve edebiyatını vesayetleri

altında tutmaya çalışan bütün müstebitlere karşı çıkılması

gerektiğini savunuyorum.”

“Aydınlanmanın kibri” dediğim olguyu tek bir kelimeyle ifade etmek

durumunda kalsam, seçeceğim sözcük hükümsüzleştirmek olurdu. 

İnsanları, yaşananları, ülküleri, bilgi birikimini, inançları hükümsüzleştirmek;

hiç olmamışlar gibi yapmak; teknolojik üstünlüğün

revaç verdiği çok bilmişlik, kabalık, yüzeysellik, hafifmeşreplik. ” 

“Rus ovasında insanlar ya ölesiye mümin ya da ölesiye

imansızdırlar. Orada ortada yol yoktur.

Bu ovada sarhoş bile ölesiye sarhoş olur.” (**)

AYDIN ÜSTÜNE  BİR KAÇ SAV

i- Aydın gizlenenin üstüne giden, saklı olanın perdesini kaldıran,

yalan söyleyenlerin, gerçeğin üstünü örtmeye çabalayanların

foyasını meydana çıkarandır.

ii- Aydın bilmediğine, anlamadığına “Bilemiyorum, anlayamıyorum” diyebilendir.

iii- Kabul etmediği, onaylamadığı, benimseyemediği, görüşler,

inançlar, savlar karşısında dik duruş sergileyendir.

iV-Aydın kendisiyle nasıl yaşadığına bakarak anlayabileceğimiz bir kişidir. 

V-Pragmatist / Makyavelist / Oportünist Düşünce Sistemini Türkçesi

“Şark Kurnazlığı” benimsemeyendir. 

Cemil Meriç’ den…

“Aydınla entelektüel aynı kimse midir? 
Hayır.”
“Entelektüel, ya zamanını doldurmuş değerlerin aktarıcısı, 
ya yeni bir dünya kurmağa çalışan bir içtimaî sınıfın yol göstericisidir.”
“Aydın ne mazisini bilir, 
ne geleceği hakkında aydınlık tasavvurları vardır. 
Ülkesi ile göbek bağını çoktan koparmıştır.”

Rıfat Ilgaz’dan…

Aydın mısın?

“Kilim gibi dokumada mutsuzluğu

Gidip gelen kara kuşlar havada

Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden

Tabanında depremi kara güllelerin

Duymuyor musun

Kaldır başını rüya aleminde ki uykulardan

————

Her satırında buram buram alın teri

Her sayfası günlük güneşlik

Utanma suçun tümü senin değil

————–

Benden geçti mi demek istiyorsun

Aç iki kolunu iki yanına

Korkuluk ol.”

 (1968)

Karakılçık adlı şiir kitabından (1969)

Bütün Şiirleri 1927-1991(Çınar Yayınları)

Türkiye’de bizim ‘aydın’ dediğimiz kimseler ne organiktir ne de

toplumdan farklılıkları gerçek anlamda aydın farklılığıdır.

Onlar yerlilikten ve otantiklikten nefret ederler.

Çünkü kendilerini bu topluma değil Batı’ya bağlı hissederler.

Gerçek yerli toprağın mahsulü değil Batılılaşma’yı hedefleyen

eğitim sisteminin ve resmi ideolojinin ürünüdürler.

Eğitim sisteminin ve resmi ideolojinin tornasından geçen bu insanlar,

bırakın aydın olmayı olsa olsa kendi kültürümüzün anomalisidir.

Kendi yuvasını beğenmeyen bu okur-yazar kesimin bir diğer vasfı,

sekülerliğidir. İlericilik ve ne idüğü belirsiz çağdaşlık temel mottoları olup

toplumun genel maneviyatına karşı mücadelelerinde onlara enerji sağlar.

Türkiye hakiki organik aydınlarına yeni Türkiye’de kavuşabilir.

Tarih bu seküler aydıncıkları bir sapma anomali olarak ileride kaydedecektir.

Nasıl biliriz çoğunlukla aydını? Alışılagelen aydın nasıl biridir?

Bilgilidir. Düşünür. Duyar. Sorumlulukları vardır.

Bilgisi, düşünme gücü, duyup kavrama yetisiyle birleşmiş sorumluluğuyla

“aydınlatır” toplumunu (“Tenvir” eder, ışık tutar).

Bilgisi, toplumunun sorunlarını kavrayıp yorumlamaya yönelmiştir:

Yalnızca toplumun sorunlarına karşı sorumlu değildir,

sorumluluğu dünyanın tüm sıkıntılarına eğilmeyi zorunlu kılar.

Yaşanan haksızlıklara, zulme, sömürüye karşı çıkar.

En önemli görevi eleştirmektir. Toplumca yaşananı, kültürel,

toplumsal, siyasal, ekonomik, antropolojik, düşünsel açılardan sorgulamak,

yorumlamak, eleştirmek, eleştirileri doğrultusunda sorumlu bir karşı çıkış ya da

zaman zaman onaylama eylemlerinde bulunmak…

Dürüstlük, eşitlik, özgürlük, insan onuru uğruna yılmadan mücadele

verilmesi gereken temel kavramlarıdır aydının.

Aydın yönetilenlerin, güçsüzlerin, ezilmişlerin,

haksızlığa uğramışların sesidir.

Bilgisi, kavrama yeteneği, sorumluluk bilinci, güçlü iradesi,

cesareti, eylemde bulunma gücü ile hem toplumunun hem de

dünyanın kültürüne ışık tutan, katkıda bulunan bir insandır.

Bu betimleme, aydını ne denli anlatıyor? Aydın bu betimleme

ışığında hangi özellikleriyle ortaya çıkıyor?

i. Aydın bilgilidir. Cahilden aydın olmaz.

Ama her “bilgili” aydın mıdır? Değildir, elbette.

Nasıl “bilgili” aydındır? Bilgisini sindirmiş, seçenekleri görebilen.

Seçenekleri görebilmek: Öğrendikleri görüşlerin dışındaki

görüşlerin farkında olabilmek.

Bilgisini yaşayabilendir, aydın.

Bilgisi üzerinde yama gibi duran biri değil.

Bilgisinin sonuçlarını, uygulamalarını;

dayandığı temel ilkeleri fark edebilen biri.

Deyim yerindeyse, bilgi bilincine sahip olan.

ii. Kavrayıcıdır. Anlayıcıdır. Tarihi, kültürü, yaşamı bilgisiyle kavrar;

sezgileri ve düş gücüyle anlar.

iii. Aydın araştırandır. Yaşananı kavramak, geçmişi,

bilgi ve anlam dünyasını yorumlayabilmek araştırmakla olanaklı.

iv. Aydın çalışkandır. Araştırma, emek ister, sabır.

Dünya bilgisiz, kavrama-anlama gücü olmaksızın,

araştırmaksızın yorumlanamaz.

Tüm bu etkinliklerin sürekliliği çalışkan olmayı gerektirir.

v. Aydın neden bilecek, kavrayacak-anlayacak, araştıracak, çalışacaktır?

İnsana, dünyaya, evrene, evrendeki yaşama

duyduğu sorumluluktan. Aydın sorumludur.

vi. Görüşü olandır aydın. Eskilerin deyimiyle nokta-i nazârı olan.

Savunduğu düşünceleri olan. Fikir sahibi.

vii. Kendine özgü bakış açısı olduğu için,

bu açıdan görülen dünyayı yorumlama, eleştirme ödevi vardır.

Aydın, eleştirmendir. Karşı çıkan, muhalefet eden,

yeri geldiğinde beğenen, onaylayan ama sürekli değerlendiren. Kendini de.

vii. Değerlendirmelerin ardında duran, irâdeli bir insandır,

aydın. Yaşama atılımı, isteme gücü taşır içinde. Mızmız değildir, coşkuludur.

ix. Cesurdur. Savunduklarının bedelini ödemeye hazırdır. Tehlikeleri göğüslemeye.

x. Savundukları yalnızca sözde kalmaz. Eyleyicidir, aydın.

Eylemcidir. Düşünceler, eylemle bütünleşmiyorsa etkisizdir, boştur.

Eylem, düşüncelerle bağ kuramıyorsa, kördür.

Bu mudur aydın? Unutulan bir yanını vurgulayayım.

Aydın sakladığı, saklamaya çabaladığıyla kendini gösterir.

Kısaca söylenirse, aydın sakladığıdır.

Nedir saklamak? Neden saklar insan? Neyi saklar?

Çağımız saklayan insanların çoğaldığı bir çağ.

Çağlar boyu saklamış. Öncelikle yaşamını sürdürebilmek için.

Çevresi üzerinde denetim kurmak, yaşamını düzenlemek amacıyla saklamış.

Saklamak eyleminin en azından Türkçe’mizde beş ayrı anlamını anabiliriz:

i. Örtmek, gizlemek ii. Korumak iii. Biriktirmek iv. Elde tutmak v. Ele geçirmek.

Aydın sakladığınla aydındır. Sözcüğün beş anlamıyla:

i. Neyi örtmektedir? Bilerek ya da bilmeyerek kasıtlı ya da

kasıtsız örttükleriyle ortaya çıkmaktadır.

Gösterirken örten, aydınlatırken karartandır.

Neyi örtüyorsun aydın?

Bu görüşlerin ardında duran, gösterdiklerinin

ardalanında duran göstermediklerinle, göstermek istemediklerinle,

gösteremediklerinle aydınsın. Yalnızca aydınlattıklarınla değil, kararttıklarınla!

i. Neyi korumaktasın? Hangi değerleri? Hangi inançları?

Hangi çıkarları? Hangi düşünceleri?

ii. Neyin birikmesinin ardındasın?

Nelerin birikmesini, çoğalmasını dilemektesin?

iii. Neyin elde tutulmasını, elden çıkarılmamasını istiyorsun?

Neden?

iv. Neyi ele geçirmenin peşindesin? Ün mü?

Para mı?

Konum mu?

Saklamanın amaçlarından biri de ele geçirmek mi?

Aydın sakladığından bellidir.


***
Dünyayı, toplumu, farklı yüzleriyle nasıl kavradığımız, i

nsanlarla olan ilişkimizin sağlıklı bir yönde gidip gitmediği,

kendimizle gerçekleştirmeye çalıştığımız

iletişime, yüzleşmeye bağlıdır, önemli ölçüde.

Kendimizle olan ilişkimiz, dünyayla olan ilişkimize dâhîldir.

Dünyaya müdahalemizi, kararlarımızı, eylemlerimizi etkiler.

Kendimizle olan ilişkimiz çok zor bir ilişkidir:

Yüzleşmeyi gerektirir. İçtenliği, dürüstlüğü, kendimize güveni.

O ilişkiyle, o ilişkinin sağlıklı başarılışı

ya da başarılamayışla etkilenen bir dünyaya açılış söz konusudur.

Aydın kendisiyle ilişkisinden bellidir.

son söz:İyi insan demek vatanını seven, vatanı için doğruları ve

yanlışları tarafsız ve objektif bir şekilde insanlarına anlatan demektir. 

Güneş hep ışık saçar..Özüne daima sadık, adıyla daima müsemmadır.
Ne mutlu Güneş gibi olup hep ışık saçana..

Dünya salgınlar, savaşlar ve krizlerin yanı sıra büyük

bir dönüşüm ve değişim döneminden geçiyor.

 bu dönüşüm ve değişimin önemini anlattıyor bir bilim insanı(**). 

Birlikte Okuyalım….

Bir taraftan nanorobotlarla hastalık tedavi etmeye hazırlanırken

bir taraftan da uzaya gönderdiğimiz James Webb teleskobu

ile kâinatın sırlarını çözüyoruz. 2012’de tanımlanan CRISPR gen teknolojisi

2020’de Nobel Ödülüne layık görülüyor;

şu anda öğrenci düzeyinde uygulanabilir hale geliyor,

birçok genetik hastalığın tedavisinde kullanılması an meselesi.

Nano düzeyden evrenin sonsuzluğuna uzanan bilim dünyasındaki

baş döndürücü buluşların hızla yıkıcı teknolojilere dönüşüp

günlük hayatımıza girdiği ve bütün üretim ilişkilerini,

sosyal dünyamızı derinden etkilediği bu hızlı dönüşüm dönemini,

Tarım Devrimine atfen, Bilim Devrimi olarak adlandırıyorum.

Böyle bir çağda gözlem yetenekleri ve sorun çözme becerileri

zengin biliminsanlarının sadece bilinmeyenleri keşfetmeye

odaklanarak yeni bilgi üretmekle yetinmeyip başka

sorumluluklar da üstlenmelerinin tarihi görevleri olduğunu düşünüyorum.

Dönüşüm dönemlerinin önemli bir karakteristiği,

krizlerle birlikte seyretmesidir. Nitekim insanlık 2022 yılını giderek

artan biçimde ekonomik kriz, COVID-19’un yarattığı sağlık krizi,

yerinden edilen insanlar yani sığınmacı ve mülteci krizi, iklim krizi ve

bunların sonucunda her düzeyde derinleşen yönetim krizi içinde karşıladı.

24 Şubat’ta Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ile savaş başladı.

Önceleri, pandemi sonrası dünya eskisi gibi olmayacak öngörüsü ile

yeni beklentiler içine girmiştik ama artık kesinlikle

24 Şubat sonrası dünyanın eskisi gibi olamayacağını söyleyebiliriz.

Çok hızlı gelişen bir dönüşüm döneminin tam ortasında, tepe noktasındayız.

Yan tutmadan gerçekleri aramak olarak tanımladığım bilim,

insanın en eski ortak üretimlerinden birisidir.

Bir diğer ortak ve en eski üretimi siyasettir.

Neanderthaller başta insansılara karşı savaşlarımızda,

diğer tüm canlılara karşı galebe çalarak bu evrene damga

vurmamızda bu iki ortak üretimin hiç kuşkusuz çok büyük payı olmuştur.

Ortak bir hikâyenin etrafında toparlanabilen

yani siyaset üretebilen ve bilim yaparak alet (teknoloji) geliştirebilen

insan evladı doğadaki rakipleriyle girdiği mücadelelerden hep galip çıkmıştır.

Sonuçta Tarım Devrimi’ni de gerçekleştirerek avcı toplayıcı

yaşam biçiminden tarım toplumu aşamasına geçmiş;

sofistike yönetim biçimleri, ordu, yazı, bilginin saklanması ve

okullarla sonraki kuşaklara aktarılması işlerini başarmıştır.

Bilim Tarihinin ana kavşakları bizi Sanayi Devrimi, Aydınlanma,

Modernite gibi süreçlere taşımıştır.

Ne yazık ki, bu gelişmelere paralel, insanın hırsı

her zaman emperyal rüyalara da yol açmış ve bilim ile

teknolojideki devasa ilerlemeler iki dünya savaşı gibi 

felaketi yaşamamıza engel olamamıştır. İçinde yaşamakta olduğumuz, adı ister

Bilim Devrimi, ister başka bir şey olsun, büyük dönüşüm dönemini de

keşke savaşsız, yumuşak geçişle atlatabilseydik ama başaramadık.

2008’deki ekonomik kriz kapitalizmin son aşaması olan

neoliberalizmin önemli bir kriziydi; zorlukla yatıştırıldı.

Küresel ısınma var mı yok mu diye tartışırken

kendimizi bir anda çok ciddi bir iklim krizinin içinde buluverdik.

Örneğin 19 Mart 2022’de Antarktika’da dünyanın

en soğuk yerinde normalde -53 derece ölçülen hava sıcaklığı sadece –

12 derece oldu. Mart sonunda, ülkemizde

Ordu’da hava sıcaklığı 32 derece oldu. Kötü yönetimle birlikte,

iklim krizi göçleri tetikledi; dünyanın

dört bir köşesinde rekor sayıda insan yaşadığı

coğrafyaları terk etmek zorunda kaldı.

Göç alan ülkelerin vatandaşları yeni gelenleri

çoğu kez istemediler, binlerce insan Akdeniz’de boğuldu.

En son Ukrayna işgali ile bir ay içerisinde 3,5 milyon kişi

ülke dışına kaçmak, bunun en az 2 katı kadar çocuk, yaşlı,

kadın ülke içinde yer değiştirmek zorunda kaldı.

Dünyanın en hızlı göç hareketine şahit olduk.

COVID-19 pandemi olarak bu resmigeçitte yerini aldı. Küresel bir salgın yıllardır bekleniyordu ve sonunda geldi, dünyayı kasıp kavurdu. En zengin, sağlık alanında iddialı ülkeler ve yönetimler Yeni Koronavirüs karşısında çaresiz kaldı. Mahşerin Dört Atlısı şeklinde üzerimize gelen bu krizler her gün istisnasız herkesi, her kurumu ve her ülkeyi etkiledi. Bunun sonucunda her kurum, her devlet bir biçimde yönetim krizi de yaşamaya başladı. Şimdi işgal ve savaşla başlayan süreç bütün bu krizleri herkes için daha da ağır hale getiriyor.

Bütün bu krizlerin ortak özellikleri neydi, niçin üst üste geldiler çok uzun tartışılabilecek konular. Pek çok düşünürün üstünde anlaştığı nokta bu krizlerin bir dönüşüm çağının da habercisi olduğu yönünde. Gezegenimizin bizi bu halimizle, yani alıştığımız zihin yapısı, kurumlar, değerler sistemi ile taşıyamadığı bir gerçek; gelecekte var olabilmek için yeni bir devrime ihtiyacımız var. Nasıl COVID-19 ile mücadelede eski tip, ölü virüs aşısı yeterli olmuyorsa; mRNA aşısı ancak sorunumuzu çözebiliyorsa, tüm toplumsal, ekonomik krizlerin çözümü için de bilimin rehberliği ile gerçekleri demokrat anlayışla harmanlayan “Bilim Siyaseti” ne ihtiyacımız var. Doğaldır ki yaşadığımız krizleri aşmak için Bilim Siyasetinden başka otokratik, totaliter yöntemler önerilebilir veya bazı toplumlar böyle yönetilmeyi seçebilir.

Demokrasi uzunca bir süre iş görmüş olabilir ama artık mevcut ağır krizlerin çözümünde ne ülke ne de uluslararası düzlemde yeterli olmuyor. Çünkü bu kişileri neden seçtiğimiz, ne için seçtiğimiz hakkında elimizde kanıtlı bilgiler yok.

Kişisel kanaatim dijital çağda demokratik, şeffaf, paylaşımcı, hesap verebilir olamayan yönetim anlayışların ömrünün pek uzun sürmeyeceği yönündedir. İşte biliminsanının en önemli tarihi sorumluluğu bu noktada ortaya çıkıyor çünkü o menfaate, gizliliğe ve yalana itibar etmez. Paylaşımcıdır, bulduklarını meslektaşlarıyla paylaşır; çünkü bilimin üst üste konan tuğlalardan oluştuğunu bilir. Buluş yapmak için şeffaf ve önyargısız olmalıdır, hipotezi yanlış çıktığında yanlışını kabul eder; daha doğrusu her zaman kendisini ve başkalarını yanlışlamaya çalışır. Demokrat olmak, yan tutmamak zorundadır yoksa gerçeğe ulaşamaz. O halde biliminsanının bizatihi kendisi bilim siyasetinin öznesi olmalıdır. Ayrıca tüm bu adeta genetik özellikleri nedeniyle şu anda siyaset dünyasını bir kanser gibi sarmış gerçeküstü/posttruth çağının panzehiridir. Bu yüzden de her alanda, bir adım öne çıkmalıdır. Akademik olarak siyaset bilimi ile uğraşmak veya akademik alanda “politika” yapmak benim kastettiğim anlamda biliminsanının sorumluluğundan farklıdır. Bilim Siyaseti, Bilim Devrimi çağının siyasetidir ve her politika alanına biliminsanı sorumluluğu ve bilimsel yöntemlerle yaklaşmayı gerektirir.

İnsanlık olarak tarih boyunca geliştirdiğimiz en iyi yönetim usulü temsili demokrasi. Bir şekilde seçim yapıyoruz ve bazı kişileri bizi yönetsinler, hakkımızda karar versinler diye görevlendiriyoruz. Bu sistem uzunca bir süre iş görmüş olabilir ama artık mevcut ağır krizlerin çözümünde ne ülke ne de uluslararası düzlemde yeterli olmuyor. Çünkü bu kişileri neden seçtiğimiz, ne için seçtiğimiz hakkında elimizde kanıtlı bilgiler yok. Bu seçimi sıklıkla gerçeklere dayanarak değil, o anki duygularımızla ve yan tutarak yapıyoruz. Biliminsanlarının önemli tarihi sorumluluğu bu noktada da kendini gösteriyor. Yaşamakta olduğumuz sorunlar artık bir grubun temsilcisi olarak seçilmiş, o grubun menfaatlerini gözeten, lafla peynir gemisi yürüten, sorunları çözmek yerine algı yönetimi ile geçiştiren siyasetçilerin çözebileceği basitlikte değil. Çok daha karmaşık ve ayrıntılarıyla özenle uğraşmak gereken sorunlar.  En başta bütünsel yaklaşım gerektiriyor, eğer soruna bütünsel bakış açısıyla yaklaşmazsanız düzelteyim derken bozuyorsunuz. Örneğin ekosistemi korumak çok önemli. HES yapacağım diye ağaçları kesip doğaya zarar verdiğimizde bir süre sonra yağış azalıyor, su kesiliyor, HES elinizde kalıyor. Ya da toprak kaymaları, sel ile HES yapıları bile yok oluyor. Bütün bunları yalnızca oy peşinde koşarak güç elde etmek için iktidar olmayı hedefleyen eski anlayıştaki politikacılar değil,  var olan bütün bilgileri dikkate alarak, bilimsel yöntemi kullanarak irdeleyebilen ve çözüm yaratabilen kişiler sağlayabilir. Bu kişiler arada bir danışılan, fikri sorulan ama nadiren ve onda da işlerine geldiği şekilde dikkate alınan danışmanlar olarak değil, bizzat karar verici yönetim kademesinde olmalılar.

Temsili demokrasiyi yozlaştıran tüm faktörlerin elimine edilmesinin kolay olmadığını biliyorum ama yeni inovatif çözümlerle siyaset de dönüşebilir. Örneğin temsil görevlerinin kurayla belirlenmesi, referandumların dijital teknolojiler yardımıyla yaygınlaşması, yönetim görevlerine zaman sınırlaması getirilmesi bilim siyasetinin yeni araçları olarak kullanılabilir.

Biliminsanı yan tutmadan gerçeklerle uğraşır. Her gün yaşadıklarımızdan, bir çıkar grubunun tarafı olan siyasetçilerin çözdüklerinden daha fazla sorun yarattıklarını biliyoruz. Özellikle bilimin sesine kulak veren ülkeler krizlerden daha az etkileniyor, yurttaşlarına daha fazla olanak ve refah sağlıyor. Bu nedenle de artık biliminsanları sadece laboratuvarlarına kapanıp bilimsel bilgi üretmekle yetinmemelidir. Mutlaka toplumsal sorumluluk almaları, en azından toplumun meseleleri ile ilgili düşünmeleri ve görüşlerini açıklamaları, karar vericileri, halkı etkilemek için kanıtlar sunarak çaba göstermeleri gerekir. Tabii ki, bunu yaparken bilim iletişimi yaklaşımına azami dikkat etmek gerek. Topluma karşı konuşmak bir bilimsel toplantıda sunum yapmaktan hem biçim hem üslup hem de seçilen kelimeler bakımından farklılık gösterir. Bu açıdan iletişimcilerden yardım almalıdırlar, aksi halde topluma fayda yerine zarar verebilirler de.

İdeolojiler, inanç sistemleri, cinsel tercihler, kimlikler derken geçtiğimiz yüzyıllarda, hele ki son on yıllarda bölündükçe bölündük. Kolayca bahaneler üreterek başka insanları ötekileştirebiliyoruz. Zaten insanı merkeze alan inanç, yaşam ve düşünce sistematiğimiz nedeniyle ormanları, hayvanları, doğayı, neredeyse tüm evreni “ötekileştirdik” ve bunun sonucunda zalimce kullandık. Bir türlü doymak bilmiyoruz, doğa da bize cezamızı iklim krizi olarak kesiyor.

Şimdi yolun sonuna geldik, bundan sonra kuracağımız sistemler canlı cansız tüm varlıkları ötekileştirmemeli ve “Yaşamdaşlık” temel eksenine oturmalı. Yaşamın kendisini merkeze alan yeni bir ekonomik anlayışa, dolayısıyla yeni tüketim ve üretim biçimlerine, hukuka, eğitim sistemine ihtiyacımız var.

Hayatın bütün alanlarında bilimin önderliğinde, demokrat bir zihniyet ile tüm yaratıcılığımızı kullanarak hızla, adeta bir devrim yaparak bu krizler dönemini sonlandırmalıyız. Tarım Devrimi kurumları, sorun çözme yöntemleri ulusal ve uluslararası düzeyde artık işimize yaramıyor, acilen yeni yapılar oluşturmamız gerekiyor. Burada da dikkatle gözlem yapıp nedensellik ilişkileri kurmaya ve yararlı çözümleri bilimsel metodolojiyle üretmeye, inovasyona yani değer katan yenilikçiliğe ihtiyacımız var. Ayrıca Mahşerin Dört Atlısı temel krizlerimizin hepsi uluslararası düzlemde yoğun işbirliği ve güç birliği gerektiriyor. Örneğin biz kendi ülkemizde başarılı bir aşılama ile COVID-19’u eradike ediyoruz ama Güney Afrika’da yeterli aşılama yapılmadığı için Omikron varyantı çıkıp salgında ikinci dalgayı yaratabiliyor. Yani artık tek başına, bireysel kurtuluş yok. Her bakımdan sağlıklı bir geleceği ancak tüm insanlık hep birlikte kurabiliriz.

Şimdi yolun sonuna geldik, bundan sonra kuracağımız sistemler canlı cansız tüm varlıkları ötekileştirmemeli ve “Yaşamdaşlık” temel eksenine oturmalı.

Saldırgan Rusya’nın başlattığı savaş bir insanlık ayıbı. Ama bir taraftan da bize yeni dünyayı hangi değerler sistemi üzerine kurmamız gerektiğini göstererek benzersiz bir fırsat sunuyor. Ben bu savaşı III. Dünya Savaşı olarak tanımlıyorum. Aslında önceki iki dünya savaşından çok farklı, belki başka bir özgün ad vermek gerekir; çünkü iki tarafın emperyal amaçlarla giriştiği bir savaş değil bu, özünde bir değerler savaşı. Bir tarafta tamamen eski, anlamını yitirmiş paradigmalarla, değerler sistemi ile acımasızca saldıran Rusya; diğer tarafta evrensel değerleri, yaşamdaşlığı savunan Ukrayna.

Rusya’nın öncelikli hedefinin siviller, sivil yerleşim alanları, hastaneler, çocuklar olması boşuna değil, çünkü yaşama düşman faşist bir zihniyete sahip. Yaşına bakmaksızın korunmasız sivillere karşı giriştikleri katliamlar her gün sosyal medya sayesinde önümüze geliyor, dehşet içinde izliyoruz. Buna karşılık evcil hayvanlarını kilometrelerce kucağında taşıyan Ukraynalı yaşlılar tabii ki yaşamdaşlığı simgeliyorlar. Milyonlarca mülteci ile dayanışma içine giren halklar adeta Avrupa Birliğini tabandan yeni baştan kuruyorlar. Dünyanın her yerinden Ukrayna’ya verilen destek geleceğe yönelik ümitlerimizi canlı tutuyor. Bu savaştan Putin Rusya’sının mağlup çıkacağına hiç şüphem yok. Şantaj için kullandığı nükleer silahları kullanma cüreti gösterebileceğini de hiç zannetmiyorum.

Yaşamı, yaşamdaşlığı savunuyorsak bu savaşta Ukrayna’nın yanında yer almamız gerekiyor. Nitekim Nobel ödülü kazanmış birçok biliminsanı, Dünya Bilim ve Sanat Akademisi üyeleri benzer metinlerle Rusya’nın işgaline şiddetle karşı çıktılar. Böyle zamanlarda biliminsanlarının seslerini sıradan yurttaşlara göre çok daha fazla yükseltmeleri gerekir çünkü toplum onlara bakar, bu da onların tarihi bir sorumluluğudur.

Eminim ki, hiçbir şey 24 Şubat öncesi gibi olmayacak ve yeni bir dünya kurulacak. Yaşadığımız ağır krizler bu yeni dünyanın bilimin rehberliğinde ve yaşamdaşlık temel ekseninde kurulmasını gerekli kılıyor. Bilim Devrimi çağında bir an önce eskimiş Tarım Devrimi yapılarından, düşünce bağlarından kurtulup Bilim Siyasetine geçmeye şiddetle ihtiyacımız var. Bunun için tüm dünyada toplumun demokrat, bilge, mesleği ve kariyeri ne olursa olsun bilimsel metodolojiyi özümsemiş ve hayatında yaygın biçimde kullanan, geçici kişisel menfaat peşinde koşmayan özgüvenli insanlarının tarihi sorumluluklarının bilinciyle bir adım öne çıkması ve aydınlık geleceği kurmaya başlaması gerekiyor

——————————————–

Referans:

(*) Alev Alatlı, “Aydın Despotizmi”, (1986)..

(**)Alev Alatlı, Aydınlanma Değil Merhamet!-Gogol’un İzinde 1, (2013)

https://goo.gl/wqag2d

http://blog.radikal.com.tr/yasam/toplumun-deger-yargilarindaki-mutasyon-29810

http://blog.radikal.com.tr/felsefe/besirilikten-insanliga-evrilmedeki-ayak-izi-32043

http://blog.radikal.com.tr/yasam/turk-toplumunun-zekiligi-uyanikligi-uzerine-bir-deneme-5285 

https://bit.ly/38GBbX1

(*)”Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir.”

(**)Prof. Dr. Melih Bulut

Comments

This Post Has 0 Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Previous
Next
Back To Top