Skip to content

Kadir Gecesi Tüm İnsanlığa ve Türk Dünyasına Hayırlara Vesile Olsun ! …

Kadir Gecesi Tüm İnsanlığa ve Türk Dünyasına Hayırlara Vesile Olsun !.. 

İlk söz:: İslam anlayışında kalp,kişinin yoldan çıkması ve

kötülük yapmaya devam etmesiyle katılaşır.

Alınan bir dizi kötü karar sonucu kişinin rehberlik

hizmetinden zaman içinde mahrum kalmasını anlatır.

Yani kalp birden katılaşmaz.

Yüce Yaradanın nurunun  kalplerde sönmesi ile oluşur.

Yüce Yaradının kalplerde ki nurunun adı da vicdan.

Vicdansız olunca, 

orada bir boşluk olur….

nefretle  dolar orası,

 vicdana sığmaz..

Kalp kaskatı olur..

Kalp kasakatı olunca da üzerine inşa edeceğiniz bir din kalmaz.. 

O nedenledir ki neler yapıp ettiğini bizimle  birlikte bilen,

mahremimizi gören, iç şahittir…

Gözleri hep açıktır.

Asla uyumayandır vicdan..

Bilinmese de haddizatında mevcut kalandır vicdan…

 Katılaşmış kalp için huzur vehim…..
Günü beklemek gerek,.
bir kandil yananana dek geceleri

onlar için ta ki güneş
doğup gönülerini aydınlatana dek…
Her karanlığı aydınlatan…
bütün sözlere,
bütün eylemlere hakan……
O doğmayan
ve doğurmayanın ağzından..
Onu
okumak…
anlamak….
ve

özümsemek 

Salih amellere ulaşabilmek…

için  eleştirel düşünme ve

sentez yapabilme becerisi ve birikimi şart…

Temel sağlam değilse bina her zaman eğreti durur…

Hatta durmaz bile…

Temel sağlamsa  o zaman kimse sizi Kuran ile aldatamaz…

Aksi bir düşünce, hüsnü zandır belki  ama zandır, kesin…

İslam dini, yaratan ile yaratılanların arasındaki

Korelasyon ilişkisini doğruluk, hak ve adalet üzerine

kurmuş ve korelasyon katsayısını da bire eşitlemiş.

Bu ilişki bir ya da bire yakın değil, kesin bir.

Kur’an’a göre hak

ve adalet kişisel ilişkilerden, kurumsal yönetime,

devlet yönetimine

kadar her alanda hassasiyetle gözetilmesi

gereken bir ilke olduğunu yazıyor kitaplar!..

İngilizcede “soul searching” diye bir deyim var.

“Ruh taraması,” olarak çevrilebilir, belki.

Kişinin, bir konuda, vicdanında,

güdü, inanç ve tavırlarını keskin

bir incelemeye tabi tutması anlamında…

Bir haksızlık yapıp , haksızlık karşısında

susmak böyle

derin ruh taramalarına temel çıkış noktası.

Adil olmak,

adaletten ayrılmamak,

adaleti korumak Allah’ın emri.

Adaletin olmadığı yerde:

barış,

güven,

huzur,

başarı,

mutluluk olmacağı kesin

Kur’an, takva sahibi

olabilmek için adil  olmak şart.

İslam’ın, ilahi nizamın temel direği

adalet,

denge,

doğruluk.

Adaletin karşıt anlamı

zulüm,

baskı,

sömürü.

haksızlık…

[“İlahi, tam ve mutlak adalet

ahiret günü yüce Allah’ın huzurunda

sağlanacak..

Herkes duysun ki, Allah`ın laneti

zalimler üstünedir. ’’ (Hud/18)

“Zulmedenlere eğilim göstermeyin!

Yoksa ateş sizi sarmalar.. ” (Hud /113)

Maide 8. ayet:

‘‘Adil olun,

bu takvaya en yakın yoldur’’

buyurulmuş.(Kasas/ 59). 

‘‘Biz medeniyetleri-ülkeleri

zülme sapmadıkça, adaletten

ayrılmadıkça yok etmeyiz’’

Adaletten ayrılan,

zulme sapan toplumların

yok edilecekleri bildirilmekte.

(En’am/ 115). ise:

‘‘(Kur’an, ilahi sistem, varoluş) adalet

ve doğrulukla tamamlanmıştır’’]

İlahi sistem;

adaletle,

doğrulukla,

belli bir denge ve ölçü ile kurulan

ve işleyen bir sistem.

İlahi sitemin kurallarında keyfi ve subjektif değişim yok..

İşleyişinde olasılıklara,

paradokslara yer yok.

Hiç kimsenin “Kulluk Miracını”kendince yargılamaya hakkı yok .

Kendince ekleme çıkarma hakkı yok .. ( Âl-i İmrân /78.)

Kendilerini tartışılmaz konumda görüp 

Kendilerini sözüm ona dine eşitleyenlerde..

Bunların söyledikleri

“safsata” “Ad hominem” dedikleri..

Adalete aykırı davranışlar;

Kur’an’a, ilahi sistemin kurallarına,

dengelerine ve işleyişine aykırı

davranışlar. Adaletten ayrılmak,

Allah’a ve ilahi sisteme karşı gelmek,

sistemin dengelerine, işleyişine aykırı

düşünce ve davranışlar.

(Maide/ 107). 

‘‘hiçbir haksızlık yapmadık. Aksi halde

mutlaka zalimlerden olurduk. ”

ifadesiyle haksızlık adaletsizlik yapmanın-adaletin

karşıt anlamının zalimlik olduğu bildirilmiş.

“Haksızlığa karşı susarsanız,

hakkınızla birlikte şerefinizi de kaybedersiniz.”

Saf tutuyoruz, Cancağızım!

Cin olup adam çarpanlarla

kırılmaz cam olanların mücadelesine

seyirci kalanlar müdahil olana dek

oynanacak bu oyun.

Cıvıklığın neşe, hadsizliğin özgüven,

kabalığın doğallık, kibrin karizma,

patavatsızlığın dobra olmak,

ahlaksızlığın özgürlük,

narsizmin kendini sevme zannedildiği

bir yerde; büyük sıkıntı var,

oldukça büyük bir sıkıntı..

Dünyanın güneşten yüzünü çevirmesine karanlık diyoruz….
çevremizdeki ve çehremizdeki karanlıklar, “…mış gibi”

yüce yaradana çevrilmiş yüzlerin ışıksızlığından olsa gerek

Gece dünyanın gölgesi.

Dünya karanlığa sebep…

Kimileri gelecekten bahsediyor ama kastettikleri geçmiş aslında.

Ebedi rücu…

Bugünün güzel sözü: “Kadir”.

“El-kadr” mastırından türetildiğini. yazıyor kitaplar…

i- plân/kanun,

ii- değer,

iii- ölçü,

iv-güç,

v- mübarek/şeref/ azamet,

vi- daraltmak/ eksiltmek,

Fiil olarak

i-“ Kâinata ki her işin plânlaması,

ii- “isteklerin değerlendirilmesi”,

İii-“ Kâinatın belirli ölçüde yaratılması”

“Onların bir tek Allah’ından bu kadar güzel sözler çıkarken,

sizin üçyüz tanrınızın dili mi tutuldu? ” Çağrı

Dört kutsal kitabın ve yüzlerce sayfalık İlahi mesajların ortak paydası,

iman ve ahlâk esaslarıdır.

Bütün Hak dinlerin ortak paydası ise, 

“Ahlak”dır. İmanın hakikatine ulaşamayan ve 

ahlâklı yaşamayan insanlar, giderek yozlaşır ve

özüne yabancılaşır.

Böylece, görünüşte dinleri, kavimleri,

ülkeleri, partileri, kültür ve gelenekleri farklı da olsa,

gerçekte düşünce yapıları ve değer yargıları aynı olan 

“yozlaşmış insan tipi” ortaya çıkmaktadır

Kur’an’ın “cahili insan” diye tanımladığı bu tiplerin

hayat felsefeleri ortaktır;

Dünya merkezli, servet, şöhret ve şehvet eksenli

bir yapıları vardır.

Dünya’nın neresinde, hangi dönemde ve hangi seviyede ve

statüde bulunursa bulunsunlar;

bu tiplerin amaçları, arzuları ve ahlâkları aynıdır: 

Dünya nimetlerinden azami derecede yararlanmak…

Hayatın tadını çıkarmak…

Başkalarından farklı ve üstün olmaya çalışmak…

Ve bütün bunlara kavuşmak için de kanunlardan ve i

nsanların fark edip kınamasından emin olabildikleri sürece,

her türlü hile ve haksızlığı mübah saymak!..

Kimsenin kalbini, din bilgisini, inancını, bilemezsiniz.

Kur’an’da, mânevî hayattan soyutlanıp hakîkate kapıları kapanan,

mühürlü ve kilitli kalbe sahip olur.

O mührü ancak unuttuğu Allah açar.

O, hakîkattir.

Kalp, ancak, “karanlıkta” olabilir.

Günümüzde “İkonalara, seremonilere ve ritüellere boğulmuş bir din var..

Bu din benim dinim değil. Amerikano İslam’, ‘Euro İslam’ ne derseniz deyin,

kesinlikle bu ferdi planda vicdanlara, içtimai planda mabetlere

hapsedilmeye çalışılan din, yüce yaradanın emrettiği din  değil.”

“İnandığımız gibi yaşamayınca, yaşadığımız gibi inanmaya başladık sanki”

Okul, televizyon, gazetelerin ramazan sayfalarından öğrenilen

Müslümanlıkla ancak bu kadar olurdu zaten.

İşte onun için gidip terör örgütlü cemaatlere/tarikatlara kapaklanıyorlar, 

Bu iş sadece bunlardan ibaret de değil.

Bu durum kırsaldaki okumamışlarla ilgili bir sorun değil,

akademik kariyer sahibi olup

“Akaid”, “Siyer”, “Kelam” ne demek bilmeyen bir çok  genç var!?

Amentü diye okuyup durduğumuz bir metin var ya,

orada bir cümle de şöyle der:

“Ve bil gaderi hayrihi ve şerrihi minellahu teala”..

Hayır ve şer’in Allah’ın iradesi içinde olduğuna iman ederim.

Bakın biz “Allah’ın rızası”na talibiz! Ama hayır’ı da,

şerri’de yaratan Allah’tır. Bir topluluk Allah’ın ipini bırakmıştır,

Allah da onların ipini bırakır. Onları Allah’ın elinden alacak kimse yoktur!

  Arabesk bir şarkıdaki gibi “Tanrım beni baştan yarat”

şeklinde Allah’a haşa akıl öğreten bir bakış açısı bir Müslümana yakışmaz.

Siyasilerin de katıldığı toplu dualara bakıyorum,

kimi Allah’a akıl öğretiyor, kimi ikna etmeye çalışıyor.

Allah’a açık açık neyi nasıl yaratması gerektiği söyleniyor sanki.

Araya birtakım aracılar konularak ısrarla,

tekrar tekrar istenen şeylerin gerçekleşmesi isteniyor.

Hani bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde

Allah hayır murat etmiş olabilirdi.

Yüce yaradan peygamberlerini bile, nimetlerini artırarak ve eksilterek,

hatta korku ile imtihan edeceğini söylerken,

biz Allah’tan bizi bu imtihanlardan muaf tutmasını istiyoruz sanki.

En iyi bildiğimizi sandığımız şey dua, ama onu da bilmiyoruz.

Evet, tamam “Dualarımız olmasaydı ne işe yarardık ki!” de

“Kabul olmayan duadan Allah’a sığınırım” diyen

Peygamber ne demek istedi aceba!?.

Sadece istemekle o şey olacak mı.

Ya da sadece onu dua kalıbında söylemediğimiz

için mi olmuyor bazı şeyler?

Mesela bütün Müslümanlar aynı zamanda “

Mescidi Aksa’nın kurtuluşu için dua etsek” niye etmiyoruz,

sadece tek başına dua yeterli olacaksa.

(İsra /11)’de,

İnsan iyiliğin gelmesine dua ettiği gibi, kötülüğün gelmesine de dua eder.

Esasen insanoğlu acelecidir” deniyor. Bu ayet bize ne söylüyor?

İblis bir günah işleyeceği zaman işe önce günahı

kutsallık zırhına sarmakla başlar!”

Allah’ın indinde makamınızı görmek isterseniz,

sizi neyle meşgul ediyor ona bakın.

İman ettik” demekle yakamız bırakılıvermeyecek! “Bizden öncekilerin başına gelenler, bizim başımıza gelmeden cennete girdirilevermeyeceğiz”. “Allah bizi mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek cennete girdirilivermeyeceğiz.” “Kimsenin kimseye hiçbir faydasının olmadığını, annelerin evlatlarından kaçtığı o gün” yalnız başımıza imtihan olacağız ve hiçbir koruyucu ve yardımcımız olmadığı halde.

Allah yaptıklarımızı, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızı, söylediklerimizi ve söylememiz gerekirken söylemediklerimizi, kapalı kapılar arkasında fısıldaştıklarımızı görmekte, duymakta, bilmektedir.

İbadet ve hayırlarını günahlarına perde yapanlar bilsinler ki, “Habitat ağmalüküm” yani amelleri boşa gitmişti. “Vay o namaz kılanların haline ki” denilenler arasında isimleri yazılanların vay haline! Kitapta 28 peygamberin adı yazılıdır. 4 peygambere kitap verilmiştir. Bunlardan Tevrat Hz. Musa’ya (a.s.)Zebur Hz. Davud’a (a.s.)İncil Hz. İsa’ya (a.s.) ve Kur’an-ı Kerim Hz. Muhammed’e (a.s.)  indirilmiştir. Ayrıca 10 suhuf Hz. Âdem’e (a.s.)50 suhuf Hz. Şit’e (a.s.)10 suhuf Hz. İbrahim’e (a.s.)30 suhuf Hz. İdris’e (a.s.) gönderilmiştir ki bu “suhuf”ların toplamı 100 sayfa yapmaktadır..

Kur’an-ı Kerim’de adı geçen 30’a yakın peygamberin başına gelenler, onların duaları, İlahi uyarılar kısa kısa bize anlatılır. Bunun sebebi işte onların yaptıkları ve söylediklerinde bizim için işaretler vardır. 

Dikkatinizi çekti ise, bazı sure adları bu peygamberlerin adını taşımaktadır ya da onların başından geçen olayları anlatan bir isimle anılmaktadır. Mesela Kur’an-ı Kerim’de Hz. Musa’nın adı 136 defa geçmektedir.

Evet, bu pencereden baktığınızda, nerede durduğunuzu göreceksiniz. Asıl önemli olan nerede olduğunuzdan çok, nerede olmak istediğiniz ve o yolda ne yaptığınız ile ilgili.

Bu arada;“Allah sizi satmaz. Allah sizi arkanızdan vurmaz. Allah sizin kuyunuzu kazmaz. Allah size zulmetmez. Allah size yalan söylemez. Allah size ihanet etmez. * Allah’a yönelirseniz o sizin elinizi bırakmaz. Çünkü; ‘Allah’tan başka sığınacak kimse bulamazsın..’ * (Kehf/27).

Kainatın yaratacısı, yerin ve göğün tek sahibi Yüce Rabbim;
Hiçbir zaman , hiçbir koşulda senden başka 
hiç kimseye kulluk etmeyeceğime…! 
Tüm insanlığı ve Türk Ulusunu her türlü 
afetlerden koruman için!…
Bizleri, gurur, kibir,  ihtirastan uzak tutman için, 
kıskançlık marazına yakalanmışlar dan olmamak için!… 
Gerçeği örten nankörlerden / inkârcılardan / riyakarlardan/ 
münafıklardan / haram ile helal
farkı gözetmeyenlerden….
kul hakkı /yetim hakkı yiyenlerden, 
haksızlık karşısında susanlardan olmamak için!.. 
emanetleri ehline vermiyenlerden sakınmak için!…
adaletle hükmetmeyenlerin şerrinden korunmak için!…
ahde vefa/ salih amele sahip olmayanlardan uzak durmak için… 
adaletten dönüp heva (tutkuları)na uyananlardan olmamak için!…
kapalı kapılar altında her türlü fitne ve fesatlık 
yapanların şerrinden korunmak ve onlardan olmamak için!…
iftira atanların şerrinden korunmak için!…
emanet lafz-ı bî-medlûllardan uzak durmak için!.. 
Yaşanan her günde Şeb-i Arûs var..
Ama bugünlerde daha çok var..
Elinden, dilinden zarar görmediğimiz,
canımızı , malımızı emanet edebildiğimiz
inanan ve salih ameller taşıyanların …
nice kadir gecelerine sağlıklı
ve mutlu ulaşmaları dileği ile

Tüm Salih Ameller Taşıyanların Duaları Kabul.
Yüce Allah’ımızın Lütfettiği Nimetler Nasip  Olsun…
Kadir geceniz hayırlara vesile olsun!…

 

Ahlaki Boyutdan Yoksun, İçselleştirilememiş Bir İbadet. Ne İçin?…

5,0

    04.08.2013 13:02:36

A+ A-

Hz Ömer dizisini izlediniz mi bilmiyorum ,ama bu dizi gerçekten güzel bir dizi!…

 Aslında dizi haline getirilmiş İslamiyetin doğuşunu ve gelişimini anlatan bir filim…

 İslamiyet’in doğuşunu, insanların Hz Muhammed’den etkilenmesini, Hz. Ömer’in Müslümanlığı nasıl seçtiği anlatılmakta..

Tabii ki inananların uğradıkları zulümler , inananların çektikleri çileler de..

Özellikle de İslamiyetin ilk zamanların da!…

Peki İslamiyet ne vaat etti de, Allah’ın Resulü ne söyledi de insanların gözleri kamaştı..

Adalet dedi.. Adillik dedi…Eşitlik dedi.. İnsanların eşit olduğunu söyledi.. Haksızlığa göz yumulmamalı dedi.. Zulme karşı çıktı.. Kibrin, kıskançlığın, dedikodunun, fitneliğin, fesatlığın ,yalancılığın,hasetliğin,nankörlüğün, kulla kulluk etmenin  kötü bir şey olduğunu anlattı..Kısacası kadim değerlere sahip çıkılması gerektiğini anlattı…

Birbirlerini sevmelerini, birbirlerinin kuyusunu kazmamalarını ,müslüman olmasa bile onların ötekileştirilmemesini istedi.

İnsanlar etkilendi, ilk Müslümanlar bu sözlerin büyüsüne kapılarak Peygamber’in peşinden gitti..

İlk yıllarda dinin ahlak boyutu ön planda.. Ahlak boyutu etkileyici, Kadim değerler bağlılık cazipt, baş döndürücü, sürükleyici..

İyi insan olmanın, hakkaniyetli insan olmanın, adil insan olmanın, başkasının hakkını yememenin yolu gösterilmekte..

 Kimse kimseden üstün değil..

 Herkes Allah’ın kulu..

“Nice oruç tutanlar var ki, oruçlarından payları açlık ve susuzluktur.

Ve yine nice ayakta duranlar / namaz kılanlar var ki,
namazından elde ettiği şey yorgunluktur.” (İbn Hanbel, 2/373)

Ayet öyle diyor: Şeytan sizi Allah’la kandırmasın.

İblis size sağınızdan, solunuzdan, önünüzden arkanızdan,

aşağıdan ve yukarıdan gelir. Açık bir kapı bulursa içinize girer ve

damarlarınızda dolaşır. Kanın gittiği her yere gider.

Unutmayın, İblisin varlığı günah işlemenizin

bahanesi, gerekçesi olamaz.

Derler ki, “Kedi aç kalır ve yavrusunu yemeye

karar verirse, onu fareye benzetirmiş.”

Dindar biri yalan söylememeli, haram yememeli,

zina etmemeli, içki içmemeli, adam öldürmemeli.

Evet bu doğru.

Ama Müslüman adam bunları yapmaz diye bir şey yok.

Yaptı diye de dinden çıkmaz.

Bunları yapmasa da, bunları meşru görürse,

dinden çıkar.

İblis peşine düştü mü bir insanın ve

o da ona kapıyı bir açtı mı, artık onun işi zor. 

İblisin peşinden yürümeye devam eder.

Kim bunlar derseniz, onları görmek için çevrenize bakın bakalım,

yok oldular değil mi?

Onların gittikleri mekanlara bakın bakalım,

eğer yolunuz düşerse tabii, kimlerle dost olmuşlar,

kimlerle beraberler, kibir var mı?

Eski dostları ile ilişkisi nasıl.

Aile, çocuk, eş-dost ilişkileri ne durumda.

Bunlar inandıkları gibi yaşamaktan uzaklaşınca

yaşadıkları gibi inanmaya başlarlar..  

Kimimiz ilmimizle kibirlendik,

kimimiz makamımızla,

kimimin paramızla,

kimimiz şöhretimizle.

Kimimiz bunlara ulaşmak için İblisin yalan vaadlerine kandı,

kimimiz bunları elde ettikten sonra sapıttı.

İnsanoğlu neyi ihtirasla ister ya da neye sahip olur ve

onunla kibirlenirse, Allah onları o şeylerle imtihan eder.

O şeyler, “dua ile istenen bela”ya dönüşür.

Mahkeme kadıya mülk değildir.

Bize  İlahlık ve Rablik taslayanlara,

yani bizim üzerimize hüküm koymaya ve

bizi kendi heva ve heveslerine göre terbiye etmeye

kalkanların emri vakilerine her zaman karşı durmalıyız.

Ağuyu altın tas içre, bala karıştırıp sunanların,

yani helale haram katanların yaldızlı sözlerine ve işlerine de kanmayalım bu arada.

Hani onlar, ‘Biz ıslah edicileriz’ diyorlardı da, Kur’an onlar için

‘Onlar bozguncuların ta kendileridir’ diyordu ya!

“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.

Dünü unutmadan, ham vaadlere kanmadan.

Adil şahidler olmak..

Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun,

mazlumdan yana zalimlere karşı olmak ne kadar güzel bir haslet.

Kafanızı kimseye kiraya vermeden,

ne lidere, ne örgüte, ne de şeyhe.

Din ve devlet büyüklerini İlah ve Rab edinmeden. “

Haksıza karşı, haklıdan yana durarak

o her kimse ve işi ehline vererek.

Aksi zulümdür ve Allah, cahil,

zalim, fasık ve müfsit kişi ve topluluklara yardım etmez.

Onların işlerini sarp dağlara sardırır.

Kazandıkları, para makam ve şöhret,

dua ile istenen bela olur onlar için.

Yunusun dediği gibi:
“……………………
Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eğer Hak bilmez isen
Abes yere gelmektir

Dört kitabın mânâsı
Bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır.
……………………..”

     Yukarıda çok kısa ve çarpıcı bir biçimde ifade edilen düşünceler  toplumun içinde debelendiği,.kısır döngüyü betimlemekte..Toplumları, aileleri, bireyleri sarsan dinin ibadet boyutu ahlaki boyutuyla entegre edilmiş. Bütünleştirilmiş…Gayri müslümler bile ötekileştirilmemiş.Onların inaçlarına;haklarına, hukuklarına ,canlarına,mallarına ve namuslarına helal getirilmemesi için mücadale verilmiş… Müslümanlığın,İslamiyetin  hızla yayılmasının sebebi de bu..

 Hz. Ömer dizisi bu boyutu çapıcı biçimde anlatıyor..

 Bugüne gelelim..

 Dinin ahlaki boyutu bazı kesimlerce  unuttulmuş, konuşulmaz olmuş..

Her şeyde olduğu gibi, ibadette de herkes gösteriş peşinde….

“İnsanın olduğu yerde hiçbir şeye şaşma!” diyen özdeyişi doğrulamak için umarsız bir  tutkuyla haksızlığın, adaletsizliğin, kıskanmanın,  pusu kurmanın, arkadan vurmanın, bende olmayan başkasında da olmasın, ben önde olayım da başkası nerede olursa olsun algısının etkisi altında….

Eksiğimizi ve yanlışımızı bize anlatan gerçek dostları değil de; önyargımıza, yerleşik doğrumuza, kalıp düşüncelerimize, kör inançlarımıza, saplantılarımıza, ezberlerimize uygun sözler ederek, kendi bataklığımıza daha fazla saplanmamızı yol açan dalkavuklukları kendimize daha  yakın bulma çabası…

Hayatın gerçeği yerine, kendi öz gerçeğini öne çıkarmak isteyenlerin kendilerini anlatırken kullandıkları “kutsal şalların gizlediği gerçeği” görme isteğinde ki azalma ya da yok olması; kör olması….Gerçek yerine  yanılsamaların arkasına takılma…

Herkesi kusurlu, kendimizi kusursuz görme….

“Akla nazar değmez” gerçeğini unutup, insanların yüzlerine söyleyemediklerimizi, arkalarından ağzımızı doldurarak anlatmaktan hoşlanmak….

Kendi icadımız olan varsayımlarla oluşturduğumuz düşünce çerçevesini  “mutlak doğru” algılamasına kadar taşıma. “Kutsal kitabımız “Kuranı Kerim”i analatik olarak içselleştirmek yerine ,anlamını bilmeden ,başkalarının anlattıklarına körü körüne bağlanma isteği  “Kutsal kitabı anlama çabasında kendinden çok başkalarını aracı etme. Onların  söylediklerini asıl refarans  kaynağı olan kutsal kitabımızdan  teyit etmeden”mutlak doğru”olarak Kabul etmek. Bunun için insanlık bu kadar cana mal olan bir serüven yaşamak zorunda mı? Bu coğrafya da yaşadığı acılar yetmedi mi? Yoksa bunlar  sonsuzluğa kadar sürecek bir oyunun parçası mı?

“Topluluktan topluma geçiş” sürecini tamamlayamamızın gerekçileri bunlar mı?…

Hayatın “nesnesi” olmayı aşıp “öznesi” olma konusunda hızlı bir ilerleyememenin  handikapları bunlar mı?…

Ahlaki boyutunu içselleştirmeden, konuşulmadan ibadet boyutunu hep ön planda tutulması ne kadar doğru. Ya da doğru mu? ..

 Bilemem..

 Tamam, doğru ibadet önemli de; ibadetin asıl amacı ne?

İslamiyet sadece ibadet mi demek?

Kesinlikle hayır!…

Bizce “ibadet sorunu  yok ,ibadetle entegre edilmemiş ahlak sorunu var” ….

Zaten ibadet sorunu hiç olmadı..

Gidin herhangi bir camiye herkes gayet düzgün biçimde namazını kılmakta….. Ben daha saçmalayanı, çuvallayanı, ne yapacağını bilemeyeni görmedim..

 Duymadım da..

İnsanlar vecibelerini yanlışsız yerine getiriyor..

 Ne kadar mükemmel!….

 Bi sorun yok..

 Yok da.. Ben kendimi bildim bileli varmış gibi davranılıyor.. Din denilince, İslam denilince, Müslümanlık denilince işin hep ahlakla bütünleştirilememiş ibadet boyutu…..

 Okullarda da..

 Camilerde de üzerinde durulan bu.. Dinin ibadet boyutu..

 Sadece iktidarlar değil, aileler de dinin sadece ibadet kısmıyla ilgileniyor.. Gerisine bakmıyor..

İbadetin nasıl yapılacağını bir an evvel öğretmek..

 Bu telaşı görünce, zannedersin ki.. Memlekette ibadet sorunu var..

 Yok..

 Ama bi sorun var..

 Ahlak sorunu var.. İslam dininin bu kısmının konuşulmaması sorunu var.. İbadetten daha önemli görülmemesi sorunu var.. Hayata geçirilmemesi sorunu var..

 Dini ibadetle sınırlama sorunu var..

Şu gerçek; çoğu kişi camide başka, cami dışında başka.. İbadet anında başka, ibadet dışında başka..

 Adam namazında niyazında.. İbadetini eksiksiz yapıyor, kusursuz yapıyor.. Gelgelelim çalıyor, çırpıyor, önce cebini düşünüyor, kazık atıyor, dedikodu yapıyor, başkasının hakkını yiyor,başkasının namusuna göz dikiyor ,haram yiyor, haksız kazanç sağlıyor, Yalan söylüyor, kula kulluk yapıyor…uzatmayalım dinin yapma dediklerini, uzak dur dediklerini  yapıyor..

Dinin ahlak kısmını dikkate almıyor..

 Niye mi?

Çünkü ona ibadet kısmı öğretilmiş.. Ahlak kısmından haberi yok..İbadetin ahlakla içselleştirilerek yapılması gerektiğinden bi haber. Müslümanlığa , İslama  ne kadar zarar vereceğini düşünmeden, ötekeliştirme eğilimi daha kolay ve yaygın…

 Dinin, ibadetle sınırlı olduğunu zannetmekte.. O ibadetin “ahlaklı bir insan olma yolunda yapılan ritüeller olduğunu”düşünmekten uzak. Kendince, en iyi ibadeti, o yapıyor!..Yukarıda anlatılanları teyit eden ibretlik bir hikaye.Birlikte okuyalım:

      Efendim delilerin-velilerin çok olduğu o eski zamanlardan birinde, meczubun biri camiye girer, belli ki namaz kılacak..Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer-dolanır..Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider..

     Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar..Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını.

       Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses vs. derken, tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan..Nihayet biter namaz, bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar..Herkes kıpırdanmaya, adama söylenmeye başlamıştır bile..İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar..

      İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini, şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki:

     “Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın? Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak, bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?”

    Bunu duyan meczub melül-mahzun, ama manalı bir bakışla sorar:

     “Âdetiniz böyle değil mi?”

      “Ne âdeti?!” der Hoca..

Cemaat da toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra..

Demiş ki meczub bu kez:

“Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil!

Hoca şaşırır: “Benim sırtımda da mı var?” der..

“Evet” der meczub, “Hepinizin sırtı yüklü!”..

Cemaatte ise hafiften “deli işte!” manasına,bıyık altından gülüşmeler başlamıştır..

Meczub bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf bir çocukça, heyecanla bağırır:

“Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı..

Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı!..”

Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca;

“ Boş yok, boş yok hiç!..diye tekrarlar.

O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar!

    Aynen doğrudur dedikleri çünkü; Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda, kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını, biri onaracağı kapıyı, diğeri lokantasında pişireceği yemeği..Biri açtır aklında yiyeceği tavuk, birinin sırtında sevdiği kadın, diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.

“Peki söyle bakalım bende ne vardı?” der, bu kez endişeyle Hoca..

O da der ki:“Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!

Meğerse efendim, hocanın ineği hastaymış, “öldü mü ölecek mi?” diye düşünürmüş namazda..

“Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var.”

     Bildirince bildiren, yüreği olan görüyor elbet..

    Ya işte böyle … Bu kadardır ol hikaye..

      Bize düşen ibret almak.

Gelin hepimiz düşünelim bakalım, namazdayken sırtımızda neler var?

Neleri sırtlıyoruz, neyin hamalıyız?

Namaz ki bir gök yolculuğu.. Sevgiliyle buluşma, konuşma ânı..

Hiç insan sevgilisiyle olduğunda aklına başka şey gelir mi?

Hem de nerde?! O huzurda..

Sırtımızda ne var? 

     Kısacası,gücümüzün sınırlarını bilmenin, gücü kullanma zamanını iyi kollamanın ve gücü kullandıktan sonra bize nasıl geri döneceğini hesaplamanın bizi  “insanlaştıran” ilkelerden biri olduğunu yüksek sesle  birbirimize anlatamadığımızdan.

   Öğrenmenin  bizi ” ilim sahibi” yapacağını; ama “ilkeli yaşamayı” bir  “davranış biçimi ve  yaşam tarzı” haline getirmeden “irfan sahibi” olamayacağımızı  kendimize anımsatamadığımızdan.

Dürüst, kul hakkı yemeyen, Peygamberimizin ahlakına yakın bir ahlak seviyesine ulaşmış ama ibadette kusurlu, ibadette eksik insan mı makbuldür..

 Beş vakit namaz kılan, din vecibelerini yerine getiren ama hileye hurdaya göz yuman, fitnelik,fesatlık,yalancılık.nankörlük,kıskançlık,haksızlık karşısında susan mı?

Camide başka, cami kapısının dışında başka olan mı?

Sorumuz net.. Hangisi?

ibadet kısmıyla ilgileniyor..

Gerisine bakmıyor..

İslamiyetin ahlaki kısmı yok sayanlar!..

Görmek istemediğiniz kötülükleri,

kapalı kapılar ardında fitne fesatlık

yaparak sahneye koyuyorlar.

Kendi yandaşlarına her türlü menfaat

ve çıkarı sağlama peşindeler.

O kişinin ehil olup olmadığına bakmadan;

İşleri yandaşlarına vermek için yarış içindeler.

Diğerlerini ötekileştirenler boş durmuyorlar.

Ramazan ayı bile bunları durdurmaya

Yetmiyor!….

Çünkü bakmayın onların” Müslamanım” diye

ortalıkta gezinmelerine .

Tek kelime ile “Münafıklar”

siz bakmayınca yok olmuyorlar.

Siz, çoğu kez korkudan, bazen

yapacak daha mühim işleriniz

olduğundan, belki ‘makbul bir vatandaş’

olmanız sebebiyle o kötülüğün

size uğrama olasılığını hiç

kondurmadığınızdan, bazen de

sözcüklerle yeniden hayat verirseniz

ruhunuzun altüst olacağını sezdiğinizden

bakmıyorsunuz. Görmek istemiyorsunuz.

Bakmayan her göz,

karartılan her vicdanla

o kötülük utanç verici bir vahşete dönüşüyor.

Sadece o kişiler değil,

toplum her katmanında tiksindirici

bir meşruiyet içinde debelenip duruyorlar!…

İbretlik bir hikaye…

Evvel zaman da bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü gösterişten uzak, varlıktan vazgeçecektir. Usule uygun hareket eder derviş, soluğu berber dükkanında alır.

“Vur usturayı berber efendi.” der. Berber kazımaya başlar dervişin saçlarını, derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam da diğer tarafa usturayı vuracakken, hışımla bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak;

“Kalk bakalım kabak derviş, kalk da tıraşımızı olalım.” diye kükrer.

Dervişlik bu… Sövene dilsiz, dövene elsiz olmak gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Sesini çıkarmaz, kalkar usulca yerinden, geçer kenara. Berber mahcup fakat korkmuştur. Belli ki belalı, elinde silah astığı astık, kestiği kestik bir kabadayı. Kendini bilmez bir aciz… Ses çıkaramaz. Üzgün, suskun işine başlar. Kabadayı, koltuğa yerleşir, küstahça konuşmaya devam eder. Tıraş esnasında sürekli aşağılar dervişi, alay eder. ” Kabak aşağı, kabak yukarı!” konuşur durur. Derviş suskun, bakar önüne, bir tarafı tıraşlı, bir tarafı saçlı… Nihayet biter tıraş, kabadayı çıkar dükkandan. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, geminden boşanmış bir at arabası peyda olur, yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkın, kalakalır yol ortasında. Kaçamaz bir yere. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Oracıkta can verir kabadayı, defteri dürülmüş, ömür saati son tik takını yapmıştır. Ölmüştür… Görenler basar çığlığı, eyvah! Berber ise şaşkın; bir manzaraya bakar bir de dervişe. Gayri ihtiyari sorar:

“Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?”

Derviş mahzun, derviş üzgün, derviş düşünceli, cevap verir:

“Vallahi gücenmemiştim ona, hakkımı da helal etmişim oysa. Gel gör ki bu kabağın da bir sahibi var, o gücenmiş olmalı!”

Hatta bir büyük bu hikayeyi dinlediğinde şöyle bir yorumda bulunur. Eğer o derviş efendi, kabadayıya kızdığını ifade edip, açıkça söylenseydi belki de kabadayının sonu bu şekilde olmazdı, kim bilir. Çünkü mazlum olduğu halde hiçbir şey söylememiş, susmuş, nefsine yenilmemiş, cevap vermemiş. İşin sonunu belli ki kabağın sahibine bırakmış. İbretlik…

Öyle ya kabağın da kelin de, körün de, mahzunun da bir sahibi var. Kimse canının istediğini yapamaz bir başkasına, ne olursa olsun. Yaratılmış her mahluk değerlidir, hele ki insan. En kıymetlisi de odur belki de, eşrefi mahlukat olan insan böbürlenmemeli, kibirle dost olmamalıdır. Edebe riayet edebilmeli, saygıda kusur etmemelidir. Her şeyden önce insan olabilmenin, insan kalabilmenin değerini anlayabilmelidir. Hepimize yeter olan bu dünyada, tüm insanların hakkı da var hukuku da. Kendini bilen insan önce çuvaldızı batırsın kendine, koysun fesini önüne de düşünsün. Ben kimim, neyim, ne için yaşıyorum diye.

La Fontaine’nin dediği gibi:” Ah, böyledir işte dünya;  hep küçükler yanar, büyükler azıtınca.”

Durup düşünüp dert üretmek olmasın işimiz, severek, huzuru ve mutluluğu yanımızda hissederek, yaşamımıza anlam  vererek bu dünyadaki gölgeliğimizde vakit tamam olana dek hayranlıkla ikamet edebilmek olsun. Ne kimseden incinelim ne de incitelim kimseyi. Hayatta görmek istediğini görür insan. Eğer çirkinlik ararsa bol miktarda bulabilir. Amaç çevredeki insanlarda, işinde ve de genel olarak dünyada kusur bulmaksa, kesinlikle bu konuda başarılı olur. Oysaki olağan şeylerdeki olağanüstülüğü ararsa insan,  olayları bu şekilde görmeyi de öğrenebilir. Dünya’mızdaki mevcut olan olağanüstü uyumu, evrendeki oluşumların kusursuz birleşimini, doğanın muhteşem derecedeki güzelliğini ve insanın yaşamındaki inanılmaz mucizeyi görebiliyor musunuz? O halde doyasıya yaşıyorsunuz, her türlü olumsuzluğa, sıkıntıya rağmen görünenin ardına bakabilmeyi öğrenebilmişsiniz demektir. İşin sırrı niyettedir. Şükür edilecek, hayran olunacak o kadar çok şey var ki… Yaşam kıymetlidir, bize verilmiş en güzel armağan.

Bu insanlar, Müslüman ve Hz. Muhammet’in ümmetinden iseler, tıpkı Peygamber’in ömrü boyunca yaptığı gibi, Kuran’da dile getirilen ilkelere uymalı, kişisel ve kamusal işlerini başkalarına sövüp sayarak değil, danışarak yürütmelidirler. Çünkü İslam’da danışma, şûra, farzdır. “(…) Zira onlar, büyük günahlardan ve utançlardan kaçınırlar, öfkelendikleri zaman bile bağışlayıcıdırlar (…) Birbirlerine danışarak işlerini yürütürler (Şûra Sûresi, 42/36-39).

 Önceki akşam Hz Ömer dizisini izlerken bunları bir kere daha düşündüm.. Müslüman’ım diyen herkes bir iki dakika düşünse!..

Son Söz: İyi insan demek vatanını seven, vatanı için doğruları ve yanlışları tarafsız ve objektif bir şekilde insanlarına anlatan demektir. Dini sahiplenirken ona hangi manayı atfettiğiniz, mensup olduğunuz inancı nasıl özümsediğiniz, sizi diğer din mensuplarından farklı kılar. Üstelik bu kadim bir hadisedir.“İnsanlar bir dinleri olduğu için ahlaka ihtiyacı kalmamış gibi davranıyorlar.” Oysa ahlaktan arındırılmış bir din yorumunun kimseye faydası olmadığı gibi çokça zararı vardır. Hz Muhammed, “La ilahe illallah”, “Allah’tan başka ilah yoktur” dedi. Devesinden indi, asasını havaya kaldırdı. Önündeki ilk puta darbe indirdi. Kendilerinden marifet beklenen Hübel, Lat, Menat, Uzza… Yüzlerce put birer birer yıkıldı. Ancak “put yapma” da “put yıkma” da bitmedi. Put, aksi sanılsa da bir heykel değildi. Üzerine iktidar elbisesi giydirilmiş, büyüdükçe de insandan uzaklaşmış bir hikâyeydi. Kimi zaman taştan topraktan, kimi zaman etten kandan, kimi zaman paradan ya da güçten putlar yaratılmaya devam etti. Eksik olmasınlar, her devrimci de eylemine “putları yıkıyoruz” diye başladı.Onun için din dahil mensup olduğumuz tüm kimlikleri sahiplenirken önce kendimizle ve toplumumuzla yüzleşmemiz gerek. Bu kimlikleri bir rütbe, ikbal için mi taşıyoruz; yoksa gerçekten o kimliklerde gördüğümüz değerleri yaşamak için mi? Önce burada anlaşalım.

Sağlıcakla kalın!

Günleriniz hep aydınlık olsun!

 Yüreklerindeki sevgi daim olsun!

 Yüreği “Berkehan”  ve “Bilgehan Deniz” Kadar temiz olan tüm insanların!

 OE -04.08.2013

———————————-

Ünlü işadamına “Ramazan nasıl gidiyor?” diye soracak oldum, “Ramazan iyi gidiyor ama, iftar konusunda dertliyim” dedi ve de anlattı… ”Bizim aile Anadolu kökenli. Bizim örf ve âdetlerimize göre iftar önemlidir. Aile iftar sofrasında bir araya gelerek oruç açar. İhtiyaç sahiplerine iftariyelik gönderilir. İftar saati iş saatine rastlıyor ise, işyerinde çalışanlar için iftar masası hazırlanır.
Şimdilerde İstanbul’da bir iftar daveti modası çıktı ki… İnanılmaz. Şirketler, işa…damları, politikacılar otellerde, lokantalarda iftar daveti düzenliyorlar. Herhalde belli bir işadamları ve önde gelen kişiler listesi var ki, bu listede isimleri yazılı tanıdık, tanımadık, niyetli, niyetsiz genelde hep aynı kişiler iftarlara davetli. Benim de işim dolayısıyla, ismimin öne çıkması nedeniyle listede ismim olmalı ki, hemen her gece bir veya birden fazla iftara davetliyim. Evde, çoluğum çocuğum ile iftar sofrası başına oturamaz oldum. Gitme diyeceksiniz. Gitme demek kolay… Az çok ilişkimiz var. Gönül koyuyorlar.”

Faturayı kim ödüyor
“Bir başka sorunum daha var. Davette oruç açarken günaha girdiğimi düşünüyorum. Çünkü paranın davet sahibinin helal kazancı ile mi ödendiğini, yoksa faturaların davet sahiplerinin şirketlerinin veya görevli oldukları kurumların hesabına masraf yazılarak vergiden mi düşüldüğünü bilemiyorum.”
Ünlü işadamımızın “iftar sofrasının masrafının, helal kazançtan karşılanması” uyarısı çok önemli. Ne yapalım, hayat bu. Öylesi de var, böylesi de…

Bir okunma:

Orhan ELMACI

EK:1

Veda Hutbesi (Özet)
 

Veda Haccı’nda Hz. Muhammed (sav)’in Yaptığı  Konuşmanın Özet Metni

Allah’a hamd olsun. O’nu över, O’na şükrederiz. O’ndan medet umarız. O’ndan bağışlanma dileriz, tevbe ederek O’na ita­ate yöneliriz. Nefislerimizin kötülük telkin­lerinden ve kötü ameller işlemesinden Al­lah’a sığınırız. Allah kime doğruyu göste­rirse, kimse onu hak yoldan uzaklaştıra­maz. Kimin de hak yoldan uzaklaşmasına özgürlük tanırsa, kimse ona doğruyu gös­teremez. Tek Allah’tan başka tanrı olma­dığını, ilahlığında, otoritesinde, mülkün­de, tasarruflarında ortağı bulunmadığını kabul ve tasdik ederim. Muhammed’in O’nun kulu ve Rasûlü olduğunu kabul ve tasdik ederim. (1)

Benim sözlerimi iyi dinleyin , Sakın haksızlık yapmayın ve zulmetmeyin. Sakın baskı, zulüm ve işkenceye alet olmayın. Sakın zulme boyun eğmeyin. Haksızlığa rı­za göstermeyin.

Ey İnsanlar, Allah’a sığının, emirlerine yapışın, azabından korunun. İnsanların mallarını eksik teslim etmeyin, değerlerini düşürmeyin, bedellerini eksik ödemeyin, mallarını kötülemeyin, haksız rekabet yap­mayın, aldatarak, hile yaparak, fırsat kollayarak, gasp ederek insanların haklarını zayi etmeyin, zayiine sebep olmayın. Ül­kede, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmakta ve küfürde ileri git­meyin. (7)

Ey İnsanlar, yalan yere Allah’ın adını anarak yemin etmeyin. Yalan yere Allah adına yemin edenin yalanını Allah açığa çıkarır. (19)

Müslümanın kim olduğunu size anlata­yım mı? Müslümanların, dilinden ve elin­den zarar görmediği kişidir.

Müminin kim olduğunu size anlatayım mı? İnsanların mallarına ve canlarına za­rarı dokunmuyacağından emin olduğu ki­şidir.

Muhacirin kim olduğunu size anlatayım mı? Kötülükleri ve günah işlemeyi terk eden kişidir.

Mücahidin kim olduğunu size söyleye­yim mi? Allah’a itaat yolunda nefsiyle mücadele eden kişidir.

 Ey İnsanlar! Dinde aşırılıktan sakının. Sizden öncekileri kesinlikle dinde aşırılık­ları helak etmiştir.  (31)   

-Şahit ol ya Rabbi, şahit ol ya Rabbi, şahit ol ya Rabbi…


1) M.   Hamidullah.  Mecmûatü´l-Vesaikü´s-Siyasiyye (Vesaik) 360; İbn Abdirabbih 4/53-55.

2) Vesaik, 360.

3) Yakubî, 2/110;Vesaik, 360; Beyhaki, Sünen-i Kübra, 10/180; Sahih-i İbn Huzeyme, 4/255;Kur`ân-ı Kerim, 7/158.

4) Vesaik, 361; Buharî, “Hac” 132; “Megazi 78;“Tevhid” 24,  “Edahi”  5,  “Fiten” 8;  “Edeb” 42;Müslim, “Hac” 283; Müsned-i Ahmed, 7/ 307.

5) Müsned-i Ahmed. 7/307.

6) Müslim,“Kasame” 26; Müsned-i  Ahmed, 7/307; İbn Sa´d, 2/186.

7) Yakubî, 2/109-110; Kur`ân-ı Kerim, 11/ 85.

8) Vesaik, 361, 364; İbn Mace, “Sadaka” 9;Kur´ân-ı Kerim, 2/283.

9) Yakubî, 2/109-110.

10) Vesaik, 361; Darimî. “Büyü” 3.

11) Yakubî, 2/109-110.

12) Darimî,“Menasik” 84; Müsned-i Ahmed, 7/330.

13) Müslim, “Hac” 132.

14) Vesaik, 361; Darimî, “Menasik” 34; Müsned-i Ahmed, 7/376.

15) Vesaik, 361.

16) Vesaik, 361; Yakubî, 2/110.

17) Tirmizî, “Tefsiru´l-Kur´ân” 10.

18) Vesaik, 361.

19) Vesaik, 367;  Taberanî. Mucemu´l-Kebîr, 8/229.

20) Vesaik, 361, 365.

21) Vesaik, 361-362; İbn Mace,“Menasik” 84;  Müsned-i Ahmed, 7/376; Tirmizî, “Tefsîru´l-Kur´ân” 10; Kur`ân-ı Kerim, 4/34.

22) Yakubî, 2/109-110; Kur´ân-ı Kerim

23) Vesaik, 364-367; Tirmizî, “Tefsiru´l-Kur´ân” 10; Yakubî, 2/110 Kur`ân-ı Kerim, 49/12-13.

24) Yakubî ,2/110; Vesaik, 363; Buharî “Cizye” 5; “İkrah” 2; Müslim,“Cihad” 20.

25) Vesaik, 362, 365; Tirmizî, “Menakıb” 32; Müslim, “Kasame” 26; Buharî, “Hudud” 10; Yakubî, 2/110; Muvatta, “Kader” 3; Ebû Davud, “Talâk”   40; Darimî, “Mukaddime” 24; “Talak” 10; Müsned-i Ahmed, 1/75, 3/212, 286, 4/206, 5/30.

26) Vesaik, 362; Müsned-i  Ahmed, 9/127;Yakubî 2/110.

27) Nesaî, Sünen-i Kübra, 4/431 (7815. hadis); Müsned-i Ebî Avâne, 4/402.

28) Taberanî, Mucemu´l-Kebîr, 8/141; Vesaik, 367.

29) İbn Mace, “Menasik” 76.

30) Vesaik, 362;  Müsned-i Ahmed, 6/207; Yakubî, 2/110; İbn  Hişam, 4/219.

31) Ebû Davud,  “Menasik” 77; Nesaî,  “Menasık” 217; İbn Mace  “Menasik” 63; Müsned-i Ahmed, 1/215, 347, 7/376.

32) Darimî,  “Mukaddime” 24.

33) Vesaik, 365; Taberanî, Mucemu´l – Kebîr, 8/115, 136, 138, 303; Kur´ân-ı Kerim, 21/ 92, 23/52.

34) Ebû Davud, “Menasik” 56.
 

4 Ağustos 2012  ·

Ek:2 -Elif ( ا )

Mübarek Ramazan ayının neredeyse yarısına ulaştık.

Bu ayda özellikle de oruç tutan “inananlara”

Allah sabırlar versin diye sözlerime başlamak isterim!…

Elif: Arapca da ilk harf.

Düz bir çizgi.

Sayı değeri bir.

Anlamı:

Tanıdık,

dost,

doğruluk,

dürüstlük,

dümdüz olan,

eğrilmesi kırılması olmayan,

ince sade bir sızı,

ışık saçan,

hatta güzel bir kız, vs. kısacası,

Elif demek hayatımızın anlamı.

Elif in noktasi üstüne yatık 9 gibi olan

“ötüre” ile yapilir ki,

bu mesar!!.. gibidir.

Veya Elif in yanina bi nokta konursa

bunun okumasi: ” Ahhh” diye olur.

Comments

This Post Has 0 Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Previous
Next
Back To Top