Skip to content

Kafkas Dağlarının Eteklerinde “Cennetin Saklı Bahçesinde Sonbahar…

   Kafkas Dağlarının Eteklerinde

                                                   “Cennetin Saklı bahçesi”nde

                                                                 Sonbahar

                              “Çocuk Olsaydım Posof’ta yaşamak isterdim!..”.Tuncel Kurtiz

Bu yazı,   Hazan Dergisi’ne  “Sonbahar”  ilişkin “deneme” yazmamızı istendiğinde çok karmaşık duygulara ve çelişkili düşüncelere kapıldığımı itiraf etmeliyim. Böyle bir metni kaleme almaya elim bir türlü varmadı.   Yazmamızı teklif eden hocaya yüksündüğümden değil de, üniversiteye hakim olduğunu bildiğim bir zihniyetten dolayı yazının gerekli ilgiyi görmeyeceğinden çekindim. Ancak sonunda bu yazının önce üniversitemize sonra Türk kültürü açısından önemini gözeterek aşağıdaki satırları okuyucunun değerlendirmesine sunmaya karar verdim. Bu satırları birlikte okumaya başlamadan önce  bu yazıyla   “Yükseköğretimin Fırtınalı Sularında” ki geçmiş günleri hep anımsadığımı belirtmeden geçemiyeceğim.

 “Hazan dergisi” ile atılan birlik, beraberlik tohumlarının, köprülerin altından akan sularla, zamanla yıkanmış, götürülmüş olduğunu sandığımız da yok olmadığını rüzgârın savurduğu başka yerlerde tekrar başak vereceğini umuyorum. Üniversitem açısından ne kadar da umut verici!.. İyi İnsanlar iyi işlerin yanında. Nerede iyi işler var ise orada iyi insanlar var. Bu bağlamda; iyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demek.

 İşte bu yazında dilimizin döndüğünce “ Cennetin saklı bahçesinde sonbaharı” anlatacağım sizlere…İstiyorum ki zihnimizden  giderek silinen anılar bizimle beraber yok olmasın,  “içi dışı bir, güzel insanların” kültürleri hep yaşasın. Bu “Sonbahar yazını” hiçbir taraftan yana değil sadece o toprağı öyle güzel, öyle bereketli, öyle duyarlı kılan insanlardan yana yazıldı. O insanların güzelliğinin o topraklara nasıl aşı olduğunu, maya olduğunu gün ışığına çıkarmak için kaleme alındı.  O nedenledir ki: İnsanlığın Sivil Tarihi belleklerde gizlidir. Anlatılarak paylaşılırsa “Efsane”. kayda geçirilirse “Belge” niteliği kazanır“.

 Kış mevsiminde yağmayan kar baharda yağmaya devam ederken, Kafkas dağlarının eteklerinde  “Cennetin Saklı Bahçesi“ Kötülüğü tanımamış insanların memleketi, memleketim Posof’ta bir günde birkaç mevsim yaşanır. Gece kar yağar, öğlene kadar yağmur. öğleden sonra güneş. “Çocuk Olsaydım Posof’ta yaşamak isterdim!…”diyen Tuncel Kurtiz’i teyit edercesine doğduğum ama hep özlem duyduğum memleketimde ağaçlar çiçeklerle süslenirken, araziler yeşile bürünür. Erik ağaçları çiçekle süslenirken, Dikenli gül çiçek açar.Tarlalar ve çayırlar yeniden yeşeriri. Ekilmeyen tarlalar hayvanların merası dır artık. Yeşilin her tonu Posof’ta baharın sevincini artırır. Her türlü renkle ayrı bir güzellik sergiler. Yeşilin her tonunu görebileceğiniz vadiyi çevreleyen heybetli Ilgar, Arsiyan ve Yalnızçam’ın  zirveleri bembeyaz bir  gelin  duvakla  süslenir. Onları seyrederken doğa tertemiz bir sayfa gibi gelir insana. Toprağıyla, bitki örtüsüyle, dağları taşları sarmalamış kar. Kış uykusuna geçmeye hazırlanan tabiata bir yorgan olur. Yeniden can vermek üzere bahara hazırlar onları. Çamların renkleri bu mevsimde pek değişmez onlar hep bildiğimiz yeşilliklerini korur. yeşil, sarı, kahverengi, kızıl ve pembe renklerin hepsini üzerlerinde taşıyan, sanki her bir yaprak ayrı ayrı boyanmış gibi duran kiraz, erik, ceviz. ayva. badem .ahududu. böğürtlen..kayısı. vişne,10 çeşit armut ve    26  çeşit elma. Ama  en önemlisi de dünyanın hiçbir yerinde   olmayan içi dışı kırmız elma… Posof insanı gibi içi dışı bir. İnsan bu kadar renk bir arada nasıl barınabiliyor diye hayretler içinde kalır. Gecenin zifiri karanlığının ardından fecrin ferahlatıcı aydınlığı yavaş yavaş etrafı aydınlatır. Seher vaktinde yeryüzünün üzerini bir tül gibi örten ve gizleyen gece perdesi yerini şafak vaktinin ışık huzmelerine bırakır. O sarı yapraklara vurduğunda ormanın derinliklerinde ağaçlar arasında oluşan ışık ve gölgeler sanki size çil çil altınlar göz kırpıyormuş hissini verir. Bu Zengin flora cennetinde ; kahverengi halkası, esmer kitini, siyah abdomeni ve uzun diliyle bir mühendisi kıskandıracak altıgen gözlü petekler yapan lezzet ustaları kafkas arısı baharda Kardelen poleninin kovana girene kadar sonbaharda  dinlenmeye çekilir .Posof’da sonbahardır ressamların ilham kaynağı. Ben dağların yalancısıyım. Dağların!…

‘Ben dağların yalancısıyım’ diye söze başlar öykü anlatıcısı. yüzyıllardır yörede anlatılan, dilden dile dolaşan hikâyeyi Sorumluluk kabul etmeden bu benim hikâyem değil, başka yerde duydum, demeye getirir. Mitosun diliyle dillendirir  ama her anlatımda başkalaşır hikâye. Birlikte okuyup  ya da birlikte dinleyelim::https://l24.im/NSrJgo

“Dağlar derler ki

Bu Dağların eteklerinde nice savaşlar olmuş insanlar gaddarcasına birbirlerini öldürmüşler, kan dökmüşler o kadar çok kan dökmüşler ki dağların uykusu kaçmış, sonun da sevdalısı bulutlar dağları terk edip gitmiş.

Dağ kahrolmuş ağlamaya başlamış.

Bir gün derler ki Bu dağların tepesinde bir beyaz kus uçar olmuş, en yüksek dağ yakalamış sormuş kuşa ne ararsın kus demiş ki bir yuva tutmaya geldim, bir yuva yapmaya geldim.

Dağ demiş ki git o zaman ovalara, ovalarda yerim çok orada kur yuvanı.

Kuş demiş ki yok Ovalar senin ateşinle kaynıyor oralarda kuramam demiş

o zaman git ummanlara, ummanlarda senin ateşinle kaynamakta demiş kuş,

o zaman yerin altına gir demiş ben yerin altında senin gürültünle nasıl yaşarım demiş kuş.

Dağ demiş ki nereye yuva yapmak istersin.

Kuş demiş ki senin tepene yapmak isterim yuvayı.

Dağ demiş ki ama benim içim de ateşler kaynıyor üzüntümden duramıyorum sevdalım beni terk etti gitti.

Sevdalın kim demiş kuş

Sevdalım mı bulutlardı beni terk etti gitti.

Kuş demiş ki

Ya ben senin sevdalını bulup getirirsem

Gitmiş bir beyaz gelinlik dikmiş kuş.

Hazırlamış gelinliği getirip dağın üstüne atmış

Ve derler ki yine ben yine dağların yalancısıyım

O günden bu yana o işte gelinlikle bembeyaz olmuş bu Dağlar.

Zaten ne der aşık 8 ay kışımız 3 ay ayazımız 1 ay yazımız bende dağların ve aşıkların yalancısıyım.

Yine derler ki işte şurası Ardahan burası Kars şurası Çıldır.

Bu Ovalarda nice medeniyetler yeşermiştir, nice köprüler kurulmuş, nice köprüler atılmıştır, nice yapılar yapılmış, nice yapılar yok edilmiştir.

Hepsi bu karların altındadır, işte çobanlar bazen bulup çıkarırlar, bir bakarsın karların altından bir beyaz olarak çıkarlar, ya da bir aşığın telinden bir türkü olarak gelir bize ulaşır.

Ben dağların ve aşıkların yalancısıyım….”

Dağların yalancıları, yüzyıllardır anlatılan başkalarının hikâyelerini biçimin içine değil, anlatıldıkça dönüşen bir başkalaşımın içinde , yaşamı hafifleten, olumlayan yeni değerler yaratabilmesi dileği ile….

Posof ‘un  üstünde bulutlar çoğalır. Bulutların üstüne yıldızların gözleri. Sonbahar kendini belli etmeye ve gök, yağmur bulutlarıyla kapanmaya başladığında; sonbahar üstüne bir şiirsel bir potpuri yapmaya hazır haldedir artık “Cennetin saklı Bahçesi”. Sabahın erken saatlerinde gökyüzünün alaca kızılığının yaptığı fon. Yerlerde kırağının küçük ağaçlara ve  çimenlere örtü yaptığı beyazlık ve sarı sarı yaprakları ile tepelerinden gökyüzünü güçlükle görebileceğiniz ağaçlar. Daha sonra güneşin ilk ışıkları ile  sarıdan kızıl bakıra kadar renkten renge  dönüşecek binlerce yaprak. Düşünsenize bir ressamı paletindeki sarıyı, yeşili, kızılı özgürce kullanabilecek bir kaynaktan başka ne mutlu edebilir ki? Ve ben yaşamımızın hüzünlü mevsimi olan sonbaharın, “Cennetin Saklı Bahçesi” inde bir renk mutluluğuna dönüştüğünü gördüğüm için her yaşanan günde bir  Şeb-i Arus var derim. Ellerim semaya kaldırıp yüce yaradana  şükreder ve dudaklarımdan her sonbahar dökülen şiiri tekrar mırıldanırım.

“Fânî ömür biter, bir uzun sonbahâr olur.

Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, târümâr olur.”

Yaşamın mottosu olacak dört kuralı anımsarım bu arada. Birlikte okuyalım

İlk kural :

” Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretirler.”

İkinci kural :

“Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. Hiç bir şey, hem de hiç bir şey yaşadığımız şeyi değiştiremezdi. Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile değiştiremeyiz. ‘Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı’ gibi bir cümle yoktur. Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır, dersimizi alalım ve ilerleyelim diye. Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de, hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir.”

Üçüncü kural :

” İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey doğru anda başlar, ne erken ne geç. Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.

Dördüncü kural:

“Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir.

Hayatımızda bir şey sona ererse, bu bizim gelişimimize hizmet eder. Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun bu tecrübeyle yola devam etmek gerekir.”

Son söz olarak “Şeb-i yeldayı müneccim muvakkit ne bilir, Müptela-ı gama sor kim geceler kaç saat.”

Sağlıcakla kalın…

Yüreği;

“Berkehan ve Bilgehan Deniz” kadar temiz tüm insanların,

günleri hep aydınlık olsun!

Yüreklerindeki sevgi daim olsun!

Comments

This Post Has 0 Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Previous
Next
Back To Top