Skip to content

Malazgirt‘den Büyük Taarruza : Türk Varlığının Sürdürülebilirlik (Beka) Mücadelesi…

Malazgirt’den Büyük Taarruza : Türk Varlığının Sürdürülebilme(Beka) Mücadelesi…(*)

İlk Söz:  Hepimizin zaferi hepimizin bayramı. Tam bağımsızlık ve özgürlük için birlik gerektiğini bilenler sayesinde varız. Minnetle

30 Ağustos 1922’de Dumlupınar’da büyük önder Mustafa Kemal’in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Büyük Taarruz’u, yurdun düşman işgalinden tümüyle kurtarılmasını kutlamak ve bu büyük zaferi bize armağan edenleri saygı ile, sevgi ile, minnet ile anma günü..Bu vesile ile, Cumhuriyetimizin kurucusu  Büyük Önder  olmak üzere tüm şehitlerimizi rahmet ve minnet ile anıyor; kahraman gazilerimize şükranlarımı sunuyorum….”ortak paydamız” olan vatan sevgimizin simgesi olan Zaferlerimizin  99. yılı  ve 950. yılı kutlu olsun..!..

     Bugünler, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın neden yapıldığını, Kurtuluş Savaşı önder kadrosunun neyi amaçladığını, “Kuva-yı Milliye”nin ne olduğunu, hangi ayaklanmaların yaşandığını, bütün bu olaylar içinde silahlı kuvvetlerin ne gibi konum ve işleve sahip olduğunu yeniden anlamanın ve anlatmanın zamanı..Hem de tarihin derinliklerine giderek…Çünkü, tarihini bilmeyen uluslar her zaman kaybetmeye mahkum…Tarih bilinci önemli., Çünkü kanıtlanmıştır ki tarihini unutan, tarihten ders almayan, yani “tarih bilinci” olmayan milletler büyük felaketlere uğramış. Hatta bazıları dağılmış, yok olmuşl…

Türk tarihi çok eski tarihlere dayanmakla birlikte,

Türk kelimesinin yazılı olarak kullanılması ilk defa MÖ 1328 yılında Çin tarihide “Tu-Kiu” şeklinde görülmekte…

Türk adının tarih sahnesine çıkışı MS VI yy’da kurulan Göktürk İmparatorluğu ile olmuştur. Orhun kitabelerinde yer alan “Türk” adı daha çok “Türük” şeklinde gösterilmektedir. Bundan dolayı Türk kelimesini Türk Devlet’inin ilk defa resmi olarak kullanılan siyasi teşekkülün Göktürk İmparatorluğu olduğu bilinmekte.. Göktürklerin ilk dönemlerinde Türk sözü bir devlet adı olarak kullanılmışken, sonrada Türk milletini ifade etmek için kullanılmaya başlanmış.Türklere Anadolu”nun kapılarının açılışı “Malazgirt zaferi “ile olduğunu ,kitaplar altını kalın çizgilerle çizerek tarihi bir not olarak düşüyor… .

    1063 yılında Selçuklu tahtına geçen Alparslan’ın Anadolu dediğimiz coğrafyada ki ilk zaferi 16 Ağustos 1064.. Pakraduni Ermeni Krallığı’nın Bizanslılara teslim olmuş başkenti Ani’yi (bugünkü Kars yakınlarında) şehiri zaptetmesi ile başlıyor Anadolu kapılarının,Türklere açılması. Bizans ordusunun ana gövdesini Ermeniler ve Greklerle paralı asker olarak hizmet veren Normanlar, Kumanlar, Bulgarlar, Cermenler, Peçenekler, Suriyeliler, Uzlar (Oğuzlar) ve Ruslar oluşturuyor. Kısacası ‘kozmopolit’ yapıda ve iki yüz bin kişi, Türk ordusu ise elli dört bin kişi. Türkler, savaş için gerekli tüm hazırlıkları tamamlıyor.

   Tarih, 26 Ağustos 1071 Cuma günü. Alparslan o gün baştan aşağı beyazlar giyiniyor, eski Türk geleneğine uygun olarak atının kuyruğunu bağlıyor, ordusuna Cuma namazını kıldırıyor. Öldüğü yere gömülmeyi vasiyet ediyor. Manzikert’de (bugün Muş’a bağlı Malazgirt) tarihin en büyük meydan savaşı Cuma günü öğleden sonra başlıyor. Savaş akşam üzeri sona eriyor ve Türk ordusu kesin galibiyeti elde ediyor… Romanos Diogenes esir alınıyor. Kendisine bir konuk gibi davranılıyor!

   Alparslan’ın bu zaferden kazancının 1,5 milyon altın fidye, yılda 360 bin altın vergi, Müslümanlara ait kimi beldelerin Selçuklulara devri ve Oğlu ile Romanos’un kızının evlenmesi. Malazgirt Savaşı aslın da sadece Karahanlılar ve Fatımilerden gelecek saldırılara karşı Selçuklu devletinin arkasını sağlama almak olduğunu yazıyor kitaplar….

   Savaşın esas sonucu, Romanos’un tahtını VII. Mihail’e kaptırması !…

Anadolu kapılarının tam olarak; Türklere açılışı, 10 yıl sonra? Malazgirt Savaşı/ Zaferi “Anadolu’nun kapısının Türklere kesin olarak açılmasına neden olan”, “Anadolu’yu Türklere ikinci bir vatan yapan” kutlu bir olay !…

  Sultan Alparslan’ın adaletli, merhametli ve hoşgörülü yönetim anlayışıyla Anadolu’nun bereketli topraklarında yeşermeye başlayan şuur, kadim medeniyetimizin dayandığı sağlam temellerini oluşturmuş, bu topraklarda farklı inanç, dil, köken ve kültürler yüzyıllarca barış ve huzur içinde bir arada yaşamıştır. 1071’de Malazgirt’te kazanılan büyük zafer, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna uzanan yolun ilk kilometre taşı 

    Bu kutlu olayın sürekliliğini yok etmek isteyenler!..

   Türkler’i Avrupa’dan ve Ön Asya’dan silmek için yüzyıllarca uğraşanlar, tam bu işi başardıklarını sandıklarında, tarih tekerrürden ibarettir derler ya!.. Birden bire Anadolu kapılarının Türklere açılışının 849 ‘uncu yıldönümünde “Anadolu İhtilâli” gerçekleşiyor. Kurtuluş Savaşı o ihtilâlin içinde, ikisi beraber. Türkiye bir taraftan onu yok etmek isteyen Batı’ya karşı çok ciddî bir savunma gösteriyor, ama öbür taraftan da o kendisini yıkmakta ortak olan yerli işbirlikçilerine karşı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kaderini etkileyecek olan ve hemen hemen aynı tarihlere denk gelen Rus ihtilâli. Ruslar da Batı’ya karşı tavır takınmışlar,1917 ihtilâlini yapmışlar. Yukarıda bir sosyalist ihtilâl, aşağıda bir demokratik ihtilâl. Bu iki ihtilâl birbiriyle sınırdaş ve onunla da kalmıyor. Beraber; en kısa zamanda ikisi birbiriyle anlaşıyorlar. Bu anlaşma doğrudan doğruya Batı’ya karşı bir anlaşma ve bu İngiltere’nin ondan sonrası için olan planlarını en az İkinci Cihan Harbi’nin sonrasına kadar perişan eder. Üçlü liderin, Sykes-Picot projesini açması, Lloyd George’un, İstanbul’daki çok akıllı halifeyi tasfiye ile Suudlar’dan Türk düşmanı bir halife kurma politikası, Arapları, Türkiye’yi yok etmek üzere, hazırlaması. Karşımızda Türkiye’yi ve Türkleri silmek isteyen bir Büyük Britanya imparatorluğu …İngiltere’nin Türkiye’nin  Sevr Mudahelesiyle dağılacağını sanmasına rağmen evdeki hesap çarşıya uymaması İngiltere’yi  çok zor durumda bırakır. Hiç hesapta olmayan bir mukavemet başlıyor. Bu mukavemet başlamakla kalmıyor, Türkiye ile Rusya’nın arasını bölen Kafkas seddini yıkarlar ikisi beraber. Beyaz Ordular yenilir, küresel oyun kurucuların destek verdiği Yunanlılarda artık yenilgileri kaçınılmazdır 

   O tarihlerde İngiltere stratejisini gelişen olaylar karşısında revize etmek zorunda kalır.Strateji değişince taktikte değişir. Taktik olarak  “Türkiye’nin kurtuluşunu Ruslar’a karşı Kullanmak” Bu taktik büyük önderin ölümünden sonra da kullanmaya devam eder. Fakat o zamana kadar, dünyanın tarihinde ilk defa olarak Avrasya bölgesinde iki büyük devlet emperyalizme karşı çok net tavır alır ve çok net olarak halkları  ayaklanır.. Şanlı Anadolu ihtilali; kapitalizm temeli üzerine oturan emperyalizme karşı görkemli bir yenginin, tarihsel bir destanı. “Mazlum” uluslar hesabına yazılan “kutsal” bir isyan. “Misakı Milli (Ulusal Ant)” ilkesinde birleşen; soyu, din ve mezhebi ne olursa olsun “Küçük Asya’yı” Anayurt edinerek kendilerini ulus kabul edenler, canları pahasına bağımsızlık savaşını kazanır..

Bu zaferin ardından TBMM’ce 1920 yılında yayımlanmış olan  bu ilk bildiriyi asker ve sivil, hepimiz yeniden okuması gerekir….çünkü bu mücadelenin ve devlet olmanın genetik kodları bu bildiride saklı..

“TBMM, milletin hayat ve istikbaline suikast eden emperyalist ve kapitalist düşmanların saldırılarına karşı savunma ve amaca aykırı hareket edenleri cezalandırma amacıyla kurulan bir orduya sahiptir. Emir ve komuta yetkisi TBMM’nin manevi kişiliğindendir.”

Kurtuluş Savaşı’nda ordu, bir avuç ulusal kurtuluşçu subay ve “Kuva-yı Milliye” adı verilen sivil örgütlerce oluşturulmuş.

Kuva.

Arapça’dan geldiğini yazıyor kitapalar..;

“kuvvetler” demek…
Kuvayı Milliye, “Milli Kuvvetler” anlamında…
Bizim tarihimizde Kuvayı Milliye bir ruh; mücadele etme azminin sembolü..
Direnerek vatanı emperyalist boyunduruğundan kurtarmak demek…
Kuvayı Milliye, gerçek bir halk destanı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ülküsünden giden büyük halk mücadelesinin simgesi…

Kurtluş Savaşı, “asker ? sivil ? aydın halk” üçlüsü ile örgütlenmiş ve kazanılmış.

Kurtuluş Savaşı, birçoklarının sandığı gibi kökeninde “asker cumhuriyeti” değil, sivil örgütlenme biçimi olan “Kuva-yı Milliye” örgütleri ve 1921 Anayasası’nda yer alan “Vilayet ve Nahiye şurâları” yer alır.

Ordu, TBMM’nin emrindedir. Ordunun da TBMM’nin de o günlerdeki amaçları aynı.

-Emperyalist ve kapitalist düşmanlara karşı savaşmak…

Silahlı Kuvvetler, Kurtuluş Savaşı’nda TBMM’nin emrinde hem dünyanın o tarihteki en güçlü emperyalist ordularına karşı savaştı, hem iç ayaklanmaları bastırdı.

“Kuva-yı Milliye” ve silahlı kuvvetler, o yıllarda kaç ayaklanmayı bastırdı?

Trabzon ve çevresinde Pontus… 1919 Mayısı’nda Nusaybin’de Ali Batı… Bozkır… Şeyh Eşref… 1919 Kasımı’nda Anzavur… 1920 Nisanı’nda Düzce, aynı yılın Mayıs ayında Yozgat’ta Çapanoğlu… ve yine aynı yılın Haziran başında Zile ve Ekim ayında Konya’da Zeynelabidin Aralık ayında da Çerkez Etem ayaklanmaları baş gösterir.

1921 Temmuzu’nda da Koçkiri ayaklanması başlar.

1924 Nasturi… 1925 Şeyh Sait… 1925 Raçkotan… 1925 ? 1937 Sason… 1926 1.Ağrı… 1926 Koçuşağı… 1927 Mutki… 1927 2. Ağrı… 1927 Bicar… 1929 Asi Resul… 1929 Tendürük… 1930 Savur… 1930 Zeylan… 1930 Oramar… 1930 3. Ağrı… 1930 Pülümür… 1930 Menemen… 1937 ? 38 Dersim ayaklanmaları yaşanır.

TBMM ve silahlı kuvvetler, bir yandan emperyalist ve kapitalist düşmanlarla savaşırken, bir yandan da bu iç ayaklanmaları bastırır.

  Kurtuluş Savaşı, bir soylu ayaklanma, “Kuva-yı Milliye”, köklü bir sivil direniş ve 30 Ağustos da görkemli bir askeri utkudur.”

    Savaşı kazanan ve cumhuriyeti kuran, o çilekeş o özverili Anadolu halkıdır, her cephede kan akıtan, can veren Mehmetçiktir, “tam bağımsızlık” inancı ile Anadolu’ya geçen ve emperyalist ordulara karşı savaşan ve ayaklanmaları bastıran yurtsever subaylardır; Mustafa Kemal gibi İsmet Paşa, Fevzi Paşa, Karabekir Paşa, Refet Paşa, Fahrettin Paşa, Ali Fuat ve Kazım Özalp paşalardır..”

Öncesinde Sakarya Zaferi vardır, sonrasında bağımsız Türkiye’yi kuran Lozan Antlaşması…

Zaferin kazanılmasından dokuz gün sonra ordular İzmir’e, göksel takımyıldızlarından alınan bir yetki ve hediye, inayet olan bu emirle girdiler:

“Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”

İmza: Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi, Başkumandan M. Kemal

Altında ise Gazi’nin şu sözü yer alıyordu: 

“Düşman Anadolu’nun harim-i ismetinde boğulacaktır!”

Sonrasını Mustafa Kemal anlatıyor Nutuk’ta:

“…26 Ağustos sabahı Kocatepe’de hazır bulunuyorduk. Sabah saat 5.30’da topçu ateşimizle taarruz başladı. Efendiler, 26/27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde, düşmanın Karahisar’ın güneyinde 5 ve doğusunda 20 – 30 kilometre uzunluğundaki müstahkem mevkilerini düşürdük. Yenilen düşman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustos’a kadar Aslıhanlar yöresinde kuşattık. 30 Ağustos’ta yaptığımız savaş sonunda (Başkomutan savaşı) düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldık. Düşman ordusunun başkumandanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına girdi. Demek ki tasarladığımız kesin sonuç beş günde alınmış oldu. 31 Ağustos 1922 günü ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir’e doğru yol alırken, diğer birlikleriyle de düşmanın Eskişehir’in kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere ilerliyordu.”

“Efendiler, Başkomutan Savaşı’nın sonuna kadar her gün büyük başarılarla gelişen taarruzumuzu, resmi bildirilerde pek önemsiz harekâttan ibaret gösteriyorduk. Maksadımız, durumu mümkün olduğu kadar dünyadan gizlemekti. Çünkü düşman ordusunu tamamen yok edeceğimizden emindik. Bunu anlayıp düşman ordusunu felaketten kurtarmak isteyeceklerin yeni teşebbüslerine meydan vermemeyi uygun görmüştük. Gerçekten, bizim hareketimizi sezdikleri zaman ve taarruzumuzun arkasından bize başvuranlar olmuştur. Örnek olarak biz taarruza devam ettiğimiz sırada, Bakanlar Kurulu Başkanı olan Rauf Bey’den (Rauf Orbay), ateşkes konusunda İstanbul’dan haber geldiğini bildiren 4 Eylül 1922 tarihli bir telgraf almıştım.”

“Doğrudan doğruya bana gönderilen bir telsiz telgrafta da, İzmir’de İtilâf Devletleri konsoloslarına benimle görüşmelerde bulunma yetkisinin verildiği bildirilerek, onlarla hangi gün ve nerede buluşabileceğim soruluyordu. Buna verdiğim cevapta da 9 Eylül 1922’de Kemalpaşa’da görüşebileceğimizi bildirmiştim. Gerçekten de, söz verdiğim gün, ben Kemalpaşa’da bulundum. Fakat görüşme isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız, İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe Akdeniz’e ulaşmış bulunuyorlardı.”

Misak-ı Milli, Türk kurtuluş savaşının siyasi manifestosu olan, 6 maddelik bildirinin adıdır. İstanbul’da toplanan son Meclis tarafından 28 Ocak 1920’de oybirliğiyle kabul edildi.

Ama iş ilanla kaldı. Olmadı.

Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923’te imzalandı. Bu antlaşmayla bütün dünya Kurtuluş Savaşı’nı zaferle sonuçlandıran Türkiye’yi tam bağımsız bir ülke olarak tanıdığını kabul ve ilan etti.

Tam bağımsız yeni bir Türk devleti Lozan’da kuruldu ama bu Türkiye topraklarını, sınırlarını genişletmek arzuları başka bahara kaldı……

      Dünya uluslarına; günümüzün moda deyimi ile “Baharları” vaat eden küresel aktörlerin yandaşları ve yerli işbirlikçileri o zamanda çoktu. Bugün de çok!.. Bu perspektif den baktığınız zaman büyük önder Mustafa Kemal daha çok daha büyüyor. Son zamanlarda; kurtuluş savaşı olmadı! Yani düveli muazzama değil, Türk-Yunan savaşı diyenler çıkıyor ya!.. Amaç Türk toplumunu hafızasını silmek, afazi hale getirmek için yapılan manipülasyonlar!… Kurgu dışardan, içerdekiler sadece sözcü!.. Mustafa Kemal Paşa aslında İngiltere’yle savaşıyor, Fransa’yla savaşıyor ve hepsini birbirine karşı kullanıyor ve zafere o gün için ulaşılıyor. Bugün Türk Devletinin bekası, sürekliliğine karşı oynanan Küresel oyunlar bitmedi.

Bugün, Türkiye sadece Küresel Mafya örgütü ile mücadelesini sürdürmüyor!.. Dün yedi düvel!.. Bugün küresel aktörler!.. Küresel oyun kurucular!. ve küresel oyun kurucular tarafından;

Kandil ve Suriye  merkezli kurdurulmuş  örgütler!..

     30 Ağustos sadece Afyon’daki Başkumandanlık Meydan Muharebesi’nin değil Malazgirt ve Mohaç gibi önemli zaferlerle dolu bir ayın ifadesidir…

       30 Ağustos, Başkumandanlık Muharebesi’nin kazanıldığı, Yunan Orduları’nın askeri ve stratejik anlamda dağınık olarak ricata başladığı gündür…

       Herşeyden önemlisi Türkiye’nin kaderini tayin eden büyük günlerden biri bugün.

Bize hür bir vatanla birlikte çok şey öğreneceğimiz kahramanlık, fedakârlık, akıl ve diplomasi derslerini bırakan Gazi’yi, Fevzi, İsmet, Karabekir paşaları, bütün Milli Mücadele kumandanlarını, onların kahraman askerlerini saygı ve rahmetle anıyorum. 30 Ağustos, “emperyalizme ve kapitalizme karşı” Türk Ulusu’nun ordusu eliyle kazandığı büyük utku…

Son söz:

“Elimizden geleni değil, yapılması gerekeni yapmak gerek, dünyaya bir de benim pencerelerimden bakın. İstemediklerinizi kapatın, yenilerini açın..

İstihkâmlarınızı güçlendirime, zor zamanları fırsata çevirme zamanı. Benim yaşıma geldiğinizde, benim hiç olamadığım kadar hakîm, fehim, müstakim, emin, mekin ve metin olun.  Aziz ülkemize gelince; ille bir şeye benzetecekseniz, her budağından sürgün atan salkım saçak bir böğürtlen çalısına benzeteceksiniz Türkiye’yi. Bir sürgünü çiçeğe dururken, diğerinin kurumakta, ötekisinin meyve vermekte olduğunu görün. Tek bir sürgüne takılıp kalmayın, bütüne bakmayı âdet edinin. Unutmayın ki, düz akılla anlaşılmaz, pergele, cetvele gelmez, kendine has bir kimliği vardır.

Bu arada, “Her kim ki Türk’e, Türk adına, Atatürk’e düşmandır biliniz ki onlar Malazgirt’te, İstanbul’un Fethinde, Çanakkale’de, İstiklal Harbinde mağlup ettiklerimizin Anadolu’da kalmış tohumlarıdır.”. ““Tarihte Atatürk’e düşman olup da Türk’e dost olan çıkmamıştır! Atatürk, Türk Milletinin mavi gözlü bozkurtudur.”Bu notumuz şimdilik burada kalsın.

Vatan , Şehitlerimizin bize emanetidir. Vatan, Sultan Alparslan’dır.

Vatan, Sultan Mehmet Han’dır. Vatan, Mustafa Kemal Atatürk’tür…

 “Türkiye  Batmaz. Batarsa, okyanuslar taşar.”

​Malazgirt, Anadoluda ki bin yıllık varlığımızın sembolü…30 Ağustos  Türk Varlığının sürdürülebilirliğinin (bekasının ) anahtarı..Bu bağlamda Tükiye’nin 2023 hedefleri, sadece bizim değil, tüm coğrafyamızın kurtuluş anahtarı. Türkiye’nin 2053 ve 2071 vizyonları, bizimle birlikte tüm bu coğrafyanın aydınlık geleceğinin müjdecisi”  .

Bu utku hepinize kutlu olsun!

Sağlıcakla kalın!

Günleriniz hep aydınlık olsun!
Yüreğinizde sevgi daim olsun!
Yüreği “Berkehan ve Bilgehan Deniz” kadar temiz olan tüm insanların!

Orhan Elmacı

27 Ağustos 2012

(*)Radikal Blog 16.11.2012 00:17:53

———————————————————

Türk Askerinin dünyaya haykırışı
“Ey Mehmetçik 26 Ağustos’ta Kocatepe’den kasırga olup aydınlığa doğan,

30 Ağustos’ta Dumlupınar’da zafer olup ümitsizliği boğan,

9 Eylül’de İzmir’in dağlarında çiçek olup sonsuzluğa yağan Mehmetçik.

Bu vatanı kuran, sonuna kadar varolsun diye varlığı toprak olan,

toprağa değil, koca bir tarihi dolduran,

düşman kurşununa yüreği ile meydan okuyan Mehmetçik.

Gövdesi toprakta yatan Mehmetçik.

Üstünde biz yeşerelim diye etini, kemiğini kara toprağa katan Mehmetçik.

Varlığın varlığımıza, hayatın hayatımıza armağan Mehmetçik.

Ey Türk çocuğu, şehit olur bedenimi söndürürüm.

Senin gözlerinle ışık olur görürüm.

Toprağa vatan diye bürünürüm. Sen soluk aldıkça ben büyürüm.

Dağlarda türkülerin için yürürüm. Kefenimle değil, ümitlerimle gömülürüm.

Bayram sevincine armağandır ömrüm.

Ben 23 Nisanlar bayram olmazsa ölürüm.

Ey Türk gençliği, mutluluğun için mutluluğunu toprağa gömenler var.

Eğitimin için dağlarda, ovalarda gece gündüz yürüyenler var.

Sen bağımsız, özgür yaşa diye yaşamını senin yoluna serenler var.

Sen onurlu yetiş diye, vatan sana canım feda deyip sonsuzluğa yürüyenler var.

Sevdalıysan aşkını, yaşıyorsan ömrünü, soluk alıyorsan

son nefesini bu kara toprağa gömenler var.

Sen fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir nesil ol diye

geleceğimizi çağdaş uygarlıkların üzerine koy diye

dağlarda çarpışan, denizlerde boğuşan, göklerde dalaşan birileri var.

Ey anacığım, bayrağın kızılına ana kuzusunu,

ay yıldızın parıltısına göz nuru yavrusunu,

toprağın beşiğine yavrusunun son uykusunu armağan eder bir ana.

Bir ana kuzusu can verir, bir ulus övünsün, çalışsın, güvensin diye.

Yüreğinin derinliğine damla damla, alev alev, ağlar bir ana binlercesi gülsün diye.

Ey silah arkadaşım,

bu kutsal vatana armağınımız, bağımsızlık için akıttığımız kanımız,

özgürlük için döktüğümüz canımız, egemenlik adanmış sevdamız,

son nefeste vatan sağolsun diye halimizdir.

Gecenin derininde gökleri yırtarken,

göğün koynunda şehidin soluğu ile dolar uçağımızın köşkü.

Bileklerimizde atalarımızın gücü, ellerimizde,

bacaklarımızda gazilerimizin dokunuşu.

Göğsümüzde Mehmetçiğin yürek atışı,

ciğerlerimizde şehidin tükenmez son nefesi,

bakışlarımızda ay yıldızın ışığı,

varlığımızda bütün ulusun varlığı, birlikte gideriz

gecenin karanlık hedefine, milletin egemenliğini imza yapıp atarız,

her hedefin merkezine.

Ey vatan, her sabah küçük çocuk ciğerlerinle,

göğüs kafesime sığmayan yüreğimle bu topraklar için yükselmek,

ileriye gitmek dileğimle yüreğimden göklere taşan deli kanımla,

bu kutsal vatana adanmış canımla,

yurdumu milletimi, özümden çok sevdiğimi defalarca haykırmışsam bir kere

her zaman ve her yerde asker olup,

vatan, cumhuriyet, vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyleyeceğime,

namusum üzerime asker andı içmişsem bir kere 5 yılım,

10 yılım, onlarda yılım değil, ömrüm tümden feda olsun sana,

varlığım tümden armağan olsun bölünmez varlığına” 
Ey Atatürk, Başkomutan, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk.

Emret başkomutanım, her 19 Mayıs’ta mavi gözlerinde deniz,

sarı saçlarında batmayan güneş olup Samsun’dan aydınlığa doğarız.

Emret başkomutanım, her 23 Temmuz’da manda ve himayeyi yıkar

Erzurum’dan bağımsızlık ateşini alev alev yakarız.

Emret başkomutanım her 4 Eylül’de ya istiklal ya ölüm olup

Sivas’ta bağımsızlık yoluna canımızı adarız.

Emret başkomutanım, her 23 Nisan’da egemenlik olup,

yıldız olup Ankara’dan gökyüzüne yağarız.

Emret başkomutanım her 13 Eylül’de umut olup, inanç olup, direnç olup

Sakarya’da yeniden doğarız.

Emret başkomutanım her 30 Ağustos’ta şehit sancaktar olup,

kanımızla bayrağımıza can katarız.

Vatan olup Dumlupınar’da toprağın yüreğine oluk oluk dolarız.

Emret başkomutanım her 9 Eylül’de İzmir’in dağlarında çiçek olup sonsuzluğa yağarız.

Emret başkomutanım son kurşun olup Bandırma’da çelik kanatlarımızla istikbal imzasını,

Atatürk imzasını gökyüzüne nakış nakış yazarız.

Emret başkomutanım, her 29 Ekim’de Cumhuriyet ışığı olup güneşleri ışıl ışıl yakarız.

Emret başkomutanım, her 10 Kasım’da hepiniz, hepimiz

Mustafa Kemal olup sonsuzluğa akarız”.

İlgilenenler için……

Büyük Nutkun 10 adet video ile anlatımı ..

 http://feritgezgil.com/SesliNutuk/1.mp4

http://feritgezgil.com/SesliNutuk/2.mp4

http://feritgezgil.com/SesliNutuk/3.mp4

http://feritgezgil.com/SesliNutuk/4.mp4

http://feritgezgil.com/SesliNutuk/5.mp4

http://feritgezgil.com/SesliNutuk/6.mp4

http://feritgezgil.com/SesliNutuk/7.mp4

http://feritgezgil.com/SesliNutuk/8.mp4

http://feritgezgil.com/SesliNutuk/9.mp4

http://feritgezgil.com/SesliNutuk/10.mp4

—————————-

Önemli Bir kaç Not:

Not::1

Gagavuz Türk‘ü, Hıristiyan’dır. Yunanistan’daki Karaman Türk’ü de, Hıristiyan’dır…

Karaim ya da Hazar Türk’ü, Yahudi‘dir…

Altaylar, Tengrici’dir…

Saha-Yakut Türkleri Şaman‘dır…

Uygur Türk‘ünün kimi Budist’tir…

Azerbaycan Türk’ü ya da İran’ın Azeri Türk’ü Şii‘dir…

Anadolu Türkmen‘i Alevi’dir…

Dünyada ilk “Türk Derneği”, Macaristan-Budapeşte’de 1908 yılında açıldı.

Üniversitelerde ilk Türkoloji kürsüsü 1870 yılında Budapeşte’de kuruldu…

Macar Türklerini bilir misin?…

Turan fikrinin nereden doğduğunu sanıyorsun?…

Bugün…

Gabor Vona‘yı da bileceksin!…

Hâlâ Necip Fazıl mı okuyorsun?…

Oysa Attila Jozsef‘i okumalısın!…

Hadi Yusuf Akçura’yı, Sultan Galiyev’i bildiğini düşüneyim; Turar Rıskulov‘u ya da Ethem Nejat‘ı bilir misin?…

Sahiden “sağ” nedir, “sol” nedir hiç kafa yordunuz mu?…

Tarihindeki Türk milliyetçi hareketler sömürgeciliğe karşı çıkarken, senin neoliberalizme/ vahşi kapatilizme karşı neden hiç sesin çıkmıyor?…

Evet sen kardeşim!…

Bak sana bir Türk efsanesini hatırlatayım…

Cengiz Aytmatov’u bilirsin. Kırgız Türk’ü…

Türk birliğinin yılmaz savunucusu. Dünya edebiyatına armağan ettiğimiz Lenin ödüllü usta bir kalem…

1980 yılında yazdığı bir romanı var: “Gün Olur Asra Bedel”.

Okudun mu?…

Kişinin, öz köküne yabancılaşmasını anlatır. Bunu Türk “Mankurt Efsanesi”ne dayandırır.

Efsaneyi birlikte okuyalım:

Juan-Juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri işe yarar köleler haline getirmek için belleklerini silerek “mankurt” haline getirirmiş !…

Bir insanı “mankurt” yapmak istediklerinde bak ne yaparlar:

– Tutsak kişinin saçları iyice kazınır,

– Kafasına devenin boyun derisi gerdirilerek geçirilir,

– Tutsak başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır,

– Yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde sıcak güneş altında dört beş gün aç susuz bırakılır,

– Sıcağın etkisiyle deve derisi büzülür ve bir mengene gibi kafayı sıkıştırır,

– Deve derisinin artık kafa derisiyle bütünleşmeye başlamasıyla kazınan saçlar yeniden uzamaya başlar,

– Fakat, deri kafaya o kadar yapışır ki, zaten sert olan deve derisi sıcağın etkisiyle iyice sertleşir ve uzayan saçlar deriyi delip uzamasına devam edemez,

– Bu nedenle saçlar kafanın dışı yönünde değil, içine doğru uzamaya başlar,

– Sıcaktan büzüşen deve derisinin kafatasına yaptığı baskı ve kafanın içinde ters yönde uzayan saçların kafatasını delip, beyne doğru ilerlemesiyle tutsak kişi büyük acılar çeker,

– Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölür,

– Sağ kalan tutsak ise zamanla kendine gelir; yiyip içerek gücünü toparlar.

– Ama o artık bir insan değildir; ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olmuştur.

Artık hafızası yoktur…

Kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmez hale gelir.

Artık düşünemez…

İnsan olduğunun farkında değildir. Ağzı vardır, dili yoktur. Kaçmayı dahi düşünmeyen,

hiçbir tehlike arz etmeyen bir köledir sadece. Bilinci, benliği olmadığı için, sadece efendisine boyun eğen bir köle…

Evet… Mankurt, için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmektir…

Akıl yoksunluğunu ifade eden “mankurtlaşma” artık bir kavram olarak kullanılmaktadır…

Anadolu’da “mankafa” derler !…

Kimbilir… Belki de Cengiz Aytmatov “Bozkurtları” uyarmak istemektedir…

Anlayana…

Bilmeyenler için :
Türk tarihinde ‘Bozkurt’ bir semboldür, idoldür. Öyle sadece bir partinin, grubun sembolü değildir. Biz çöl takımından değiliz, steplerden gelen bir milletiz. O yüzden kurt bizim için mühim ve manalı bir semboldür. Ecnebiler de Atatürk’e ‘Mavi gözlü Bozkurt’ diye hitap ederlerdi .
Bu minvalde bir kelam daha ekleyeyim :
“Tarihte Atatürk’e düşman olup da Türk’e dost olan çıkmamıştır! Atatürk, Türk Milletinin mavi gözlü bozkurtudur.”

Comments

This Post Has 0 Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Previous
Next
Back To Top