Skip to content

Mehmet Akif‘in “Safahat“i…

İlk Söz: Günümüz dünyasını hicveden  ne güzel bir söz:   “Aldanma insanların samimiyetine, menfaatleri gelir herşeyden önce.. Vaad etmeseydi Allah cenneti, O’na bile etmezlerdi secde.”

Yeni kuşaklar Mehmet Âkif’i çok kere bir yönüyle tanımaktadırlar: İstiklal Marşı şairi Mehmet Âkif.

Hâlbuki o, yeni kuşaklar tarafından örnek alınması gereken farklı özelliklere sahip zirve

bir insandır. İdealist, sanatkâr, şair, hatip, devlet adamı, kahraman, âlim ve bilge bir düşünce

adamıdır.Ama Mehmet Âkif”in öne çıkan ve gençlerimize örnek gösterilmesi gereken en önemli

vasfı ise bir düşünce ve hareket adamı olmasıdır.Akifi anlamak, yüce ahlaka sahip, verilen söze, ölüm ve ölüme denk bir şey yoksa vefalı, emanete sahip çıkma, sıkıntılar karşısında bütün olanaklarla seferber olma, paylaşma  anlayışına sahip olmaktır. Akifi anlamak, Onu anmak, Ona dışarıdan bakmak değildir..

Çok sevdiğim büyük şair Mehmet Akif Ersoy’un “Müslümanlık Nerde ” adlı şiiri. Birlikte okuyalım:

“Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile…

Adem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nafile!

Kaç hakiki müslüman gördümse, hep makberdedir;

Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir;

İstemem, dursun o payansız mefahir bir yana…

Gösterin ecdada az çok benziyen kan bana!

İsterim sizlerde görmek irkınızdan yadigar,

Çok değil, ancak Necip evlada layık tek şiar.

Varsa şayet, söyleyin, bir parçacık insafiniz:

Böyle kansız miydi -hasa- kahraman ecdadiniz?

Böyle düşmüş müydü herkes ayrilik sevdasina?

Benzeyip sirazesiz bir mushafin eczasina,

Hiç görülmüs müydü olsun kayd-i vahdet tarumar?

Böyle olmus muydu millet canevinden rahnedar?

Böyle açliktan bogazlar miydi kardes kardesi?

Böyle adet miydi bi-perva, yemek insan lesi?

Irzimizdir çignenen, evladimizdir dogranan…

Hey sıkılmaz, ağlamazsan, bari gülmekten utan! …

‘His’ denen devletliden olsaydi halkin behresi:

Payitahtindan bugün tasmazdi sarhos naresi!

Kurd uzaklardan bakar, dalgin görürmüs merkebi.

Saldirirmis ansizin yaydan bosanmis ok gibi.

Lakin, ask olsun ki, aldirmaz otlarmis esek,

Sanki tavsanmis gelen, yahut kiliksiz köstebek!

Kâr sayarmis bir tutam ot fazla olsun yutmayi…

Hasmi, derken, çullanirmis yutmadan son lokmayi! …

Bu hakikattir bu, sasmaz, bildigin usluba sok:

Halimiz merkeple kurdun ayni, asla farki yok.

Burnumuzdan tuttu düsman; biz bogaz kaydindayiz;

Bir bakin: hala mi hala ihtiras ardindayiz!

Saygisizlik elverir… Bir parça olsun arlanin:

Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın!

Davranin haykırmadan nakus-u izmihaliniz…

Öyle bir buhrana sapmistir ki, zira, halimiz:

Zevke dalmak söyle dursun, vaktiniz yok mateme!

Davranın zira gülünç olduk bütün bir aleme,

Bekleşirken gökte yüz binlerce ervah, intikam;

Yerde kalmış, na’sa benzer kavm için durmak haram! …

Kahraman ecdadınızdan sizde bir kan yok mudur?

Yoksa, istikbalinizden korkulur, pek korkulur..”

Osmanlı devletinin en zor dönemlerini yaşadığı süreçte doğup büyüyen Mehmet Akif hayatı çetin mücadelelerle dolu bir şair.

Eşine az rastlanan önder ve örnek bir şahsiyet

Ülkesini işgal etmek isteyenlere karşı aklıyla, kalbiyle, diliyle ve her şeyden öte kalemiyle mücadele eden bir mütefekkir,iman ve aksiyon adamı.

Bir düşünürün“Neslimizin ruhunun doktoru

O”ndan başkası değil dediği kişi.

Mehmet Akif, Kurtuluş Savaşı’nda

Milli kuvvetlerin yanında yer almakla kalmamış,

yazı, şiir, konuşma, vaaz ve hutbeleriyle

halkı cephelere koşturmuş,

milli mücadelenin kahramanlarından biri olmuştur.

Ancak savaştan sonra kara bulutlar dağılıp

ortalık aydınlanırken

Türk devletinin yeniden yapılanması sürecinde

hayal kırıklığına uğrayan Mehmet Akif,

bu büyük ıstırabı susarak yüreğine gömmüştür.

Milli Şairin bu suskunluğu

“Akif gibi bir şairin cemiyette oluşan

bu değişim karşısında susması, denebilir ki

en büyük tepkisi, en güçlü protestosudur”.

Şairin çok sevdiği İstanbul’a veda etmesi,

incinmişli, kırgınlığı ve ıstırabı…

Mehmet Akif kendini bu millete adamış,

bu milletin sevdalısı bir şahsiyettir.

Bu nedenle Akif’in şiirlerinde

günümüz şairlerinde sıkça görülen

şahsi ve kişisel sızlanışlar görülmez.

Milletin derdini, milletin acısını,

milletin sevincini ve

milletin coşkusunu dokur dizelerine.

Akif’in ıstırabını,

hatıralarının derinliklerinde görmek mümkün;

gömülmüş, tozlanmış, sahipsiz ve kimsesiz, yapayalnız…

Her geçen biraz daha kaybolup gidiyor sessizce…

Belkide kaybolup giden

Milli Şair’in hatıralarına sahip çıkmayan bizleriz.

Her geçen gün biraz daha büyüyor

vefasızlığımız ve ıssızlığımız.!..

Vicdanımıza açılan yara

her geçen gün biraz daha büyüyor…

Şaairin bağımsızlık aşkını,

miili mücaddele ruhunu…

Köle olmamak için çırpınışlarını..

Afazi bir toplum olmamamak için mücadelesini…

kadim değerlere sahip çıkışını…

Milliyetçilik ruhunu….,

Direnişi…,

Başkaldırışı…

Görememek ne kadar acı!…

Bilememek ne kadar acı!…

Bakın ne diyor şair..Birlikte okuyulum:

“Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.

Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım!..

– Boğamazsın ki!

– Hiç olmazsa yanımdan koğarım.

Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;

Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.

Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!

Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!

Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!

Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!

Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu…

İrticâın şu sizin lehçede ma’nâsı bu mu?”

Çok sevdiğim büyük şair mehmet Akif Ersoy’un bir anekdot:

“Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğuna takmış kafayı… Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş.. Ama aldığı cevaplar da ona yetmemiş. Fakat mutlaka bir cevabı olmalı diyormuş. Dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş. Köy, kasaba, ülke dolaşmış bu arada za…man da durmuyor tabi ki. Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona ‘Şu karşıki dağları görüyor musun, orada yaşlı bir bilge yaşar. İstersen ona git belki o sana aradığın cevabı verebilir.’ demişler.Çok zorlu bir yolculuk sonunda bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye hayatın anlamının ne olduğunu sormuş. Bilge ‘Sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor.’ demiş. Adam kabul etmiş. Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içine de silme bir şekilde zeytinyağı doldurmuş. ‘Şimdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel. Yalnız dikkat et kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin eğer bir damla eksilirse kaybedersin.’ Adam gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş. Bilge bakmış ‘Evet, kaşıkta yağ eksilmemiş, peki bahçe nasıldı? ‘. Adam şaşkın bir şekilde şunu söylemiş: ‘Ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki.’. Bunun üzerine bilge ‘Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel.’ demiş. Adam tekrar bahçeye çıkmış gördüğü güzellikler büyülemiş muhteşem bir bahçedeymiş çünkü. Geri geldiğinde bilge, adama ‘Bahçe nasıldı? ‘ diye sormuş. Adam gördüğü güzellikler karşısında büyülendiğini anlatmış. Bilge gülümsemiş, ‘Ama kaşıkta hiç yağ kalmamış.’ demiş ve eklemiş: ‘Hayat senin bakışınla anlam kazanır. Ya sadece bir noktayı görürsün hayatın akıp gider sen farkına varmazsın.. Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın akıp giden zamanın anlam kazanır… Hayatının anlamı senin bakışlarında gizlidir.’..

“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.

Hangi çılgın, bana zincir vuracakmış? şaşarım!

Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;

Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.”

Millî marşımızda yer alan yukarıdaki mısralar, bir milletin bağımsızlık, özgürlük ve kendine

güven duygusunun ifadesidir.

Mehmet Âkif, sözü ve eylemi birbiri ile tam uyum sağlayan ve buna aykırı davranışları

asla affetmeyen nadir, örnek insanlardan biridir.

Safahat’taki Süleymaniye Kürsüsü’nde kendisini şu şekilde tanımlamaktadır:

“Budur cihanda benim en beğendiğim meslek

Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.”

Doğduğu ve yaşadığı zaman dilimi, hatırlanması bile insana üzüntü ve keder veren bir

dönemdir. Üç kıtada egemen olmuş büyük bir medeniyetin kurucusu Osmanlı Devleti’nin yıkılış

dönemidir. Üzücü olaylar üst üste gelmekte, kamuoyunda ümitsizlik hâkim olmaktadır.

O ise asla ümitsizliğe kapılmamış aksine halkını harekete geçirmek için cepheden

cepheye koşmuştur. “İstiklal Harbi’nin manevi cephesinin önderi” sözü onun için yerinde

kullanılan bir deyimdir.

“Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.”

Ankara’da Tacettin Dergâhı’nda bu mısraları yazarken ufukları karanlık, safha safha

yıkılmakta olan bir vatanın geleceğine dair umut ışıklarını ateşliyordu. O, şehirden şehre,

cepheden cepheye koşarak insanlara, ümitsizliğe düşmemelerini, güçlü ve ümitvar olmalarını

ısrarla telkin ediyordu.

Ama Âkif’in asıl ideali ülkenin geleceğinde söz sahibi olacak ruhen ve fizikî olarak güçlü

bir nesil yetiştirmekti.

Mehmet Âkif, idealindeki gençliği Âsım’ın Nesli olarak niteliyordu. Âsım, Mehmet Âkif”in

ana hatlarını ayrıntılı olarak çizdiği ideal bir gençlik prototipidir. Vatanını, milletini, değerlerini ve

tarihini sevmektedir. Haksızlığa tahammülü yoktur. Haksızlığa karşı susmayan, haykıran ve

hatta bileği ile düzeltmeye çalışan bir gençtir Âsım. Güçlüdür ve bu gücünü şahsî çıkarları için

değil, ülkesi, milleti, toplumun yararları ve geleceği için kullanmaktadır. Kavgacıdır, ama onun

kavgası toplumun yararınadır.

Safahat’ta Mehmet Âkif, Âsım’ı fiziki ve ruhi portresi ile anlatmaktadır:

“Asım’ın dengi heyakil, seçilir yüzlerle.

şimdi, sağ kolda, gümüş kaplı birer bâzûbend,

Boynu muskayla donanmış o yarım deste levent.”

Âsım toplumsal olayların sürekli içindedir. Kendine ait değer yargılarını en iyi ifade

etmektedir. Tarihe karşı nankörlük edenleri uyarmaktadır.

“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.

Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım…

—Boğamazsın ki!

—Hiç olmazsa yanımdan koğarım!

Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;

Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.

Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle….

Yumuşak başlı isem, kim demiş uysal koyunum?

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum.

Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim.

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.

Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım;

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.

Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu….

İrticaın şu sizin lehçede manası bu mu?”

Vatanın karış karış işgal edildiği bir dönemde Âkif, geleceğe Âsım’la bakmakta, Âsım’la

teselli bulmakta, Âsım’ın iradesi ile ülkenin kurtulacağına inanmaktadır. Çünkü ülkenin geleceği

iyi yetişmiş kuşaklarla mümkündür.

“İşin hakikati: Hilkat ne kâr arar, ne zarar;

Bekâ-yı nesle bakar hep, bekâ-yı nesli sorar.

Neden mi? Çünkü hayatın yegâne gayesidir;

O gâye olmasa dünyâ bir âhiret kesilir.”

Âsım, bir semboldür. Müslüman Türk gençliğini temsil eder. İnancı tamdır. Ülkesini işgal

etmek isteyenlere karşı aklıyla, gücüyle mücadele eder. Kazanır. Bunun en canlı örneği

Çanakkale Savaşı’dır.

Çanakkale’de yedi düvele karşı mücadele vermiştir, yılmamıştır ve başarmıştır.

“Âsım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek;

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.”

Âsım, bir bakıma Mehmet Âkif’in kendisidir. Vefakârdır. Sözüne sadıktır. Baytar

mektebinde okurken sınıf arkadaşları ile sözleşirler. Kim önce vefat ederse geride kalan

çocuklarına diğerleri bakacaktır. Sözleşmelerinden yirmi yıl sonra arkadaşı vefat eder geriye iki

çocuğu ile hanımı kalır. Âkif’in son derece maddi sıkıntıda olduğu bir dönemde meydana gelen

bu olay karşısında verdiği sözü tutar ve arkadaşının ailesine sahip çıkar.

Safahat’ın 6. kitabı Âsım, ideallerin zirvelerini yakalamak isteyen gençlerin ana hatları çok

iyi belirlenmiş yol haritası gibidir. Âsım’ın neslini yetiştirecek geleceğin anne, baba ve kurumları

bu haritayı kullandıkları sürece zirveye tırmanacaklardır.

Büyük ve ölümsüz şairimiz Mehmet Âkif’i bir kez daha rahmetle anarken en yakın

arkadaşı Mithat Cemal’in O’nun için yazdığı bir dörtlükle yazımızı bitirelim.

“Toprak, sen kol kanat ol, öyle kucakla!

Bilmezsin, O gökten de, adın da temizdi!

Ey yeryüzü, ma’bet kesilip Allah’a yüksel;

Koynunda yatan gölge bizim Âkif’imizdi!”

son söz:

Günümüzde birileri için, çoğu insan için bir anlam ifade ediyor mu bilmiyorum ama!…..

Mehmet Akif kendi yazdığı şiir İstiklal marşı olarak seçildiğinde ödül olarak verilen 500 Lirayı reddettiğinde sırtına giyecek paltosu yoktu.Mehmet Akif, tir tir titrediğini fark edip ödülü neden reddettiğini soranlara, “Biz esas, onurumuzu kaybettiğimizde üşürüz” demişti.

https://bit.ly/3FuOfu2
https://bit.ly/3swp6LJ

Comments

Previous
Next
Back To Top