Skip to content

“Profesör, Hiç Kimse Sizi Okumuyor….“

İlk söz :”Üniversite sadece bilim için değil,

aynı zamanda Hak, Hukuk, Adalet ve

Cumhuriyet içinde üniversite gerekli.

Üniversite Cumhuriyet’in sahipliğinde.”

Akademik hayatın hızla kötüye gidişini ispatlar nitelikte

yerel ve küresel çerçevede çok şey sayabilirim.

Bilimin kapitalist bir endüstrinin çöp sepetine dönüşmesi ve

akademinin avam/alt politikanın oyun oynadığı

bir kum havuzu haline gelmesi tam bir felaket.

Lakin hiç değişmeyen kötülerden birisi de

“bilimsel olacağım kaygısıyla” hiç kimsenin

anlayamayacağı bir dille yazılan yazılar.

Bence yazanın kendisi de ne dediğini anlamıyor ve

birtakım yarı Türkçe kelimeler,

sonuna -olojik- ilavesi yapılmış kavramlar,

mecburen ilave edilen teorik perspektif adına

“o onu dedi, bu bunu dedi” klişeleriyle bilimselcilik oynuyor.

Ve tabi bolca index formatları da buna katılıyor.

Bilimsel dergilerde yayınlanan yazıların ortalama okuyucusu ise 7 kişi.

Özellikle akademi dünyasına yeni giren gençlere

kendi anlamadığınız dilde yazı yazmayın ve

yazılanı tekrarlamayın demek istiyorum.

Bir konuyu gerçekten bilen insan,

karşı tarafın anlayacağı şekilde ifade etmeyi, bildirmeyi de bilir.

Bilmeyen insansa olabildiğince karmaşıklaştırır ki,

olayı anlamadığı anlaşılmasın; anlaşılmazlık dolayısıyla önem kazansın.

Bu ara doçentlik jürilerinden ve makale hakemliklerinden

bunalan yorgun bir akademisyenin bunaltısı olarak da okuyabilirsiniz bu yazdıklarımı.

Üniversiteleri salt Yükseköğretim derecelendirme kuruluşlarının

parametreleriyle tartışmak abes.

Samimiyetle çözüm üretilecekse, Patent ve patentlerin

ürüne dönüşümü konusunda yüzde kaçlık başarı elde ettiğini

tartışmak kaçınılmaz. 

Renkli Spot Işıkları ile Üniversiteleri aydınlatmakla  

muşgul olanların köklü bilim çınarlarını dikmek için,

düşüncelerin birbiriyle buluşabilmesi, 

güven, adillik, şeffaflık, hesap verebilirlik ,sorumluluk

ve öngörülebilirlik gerek

“Bir kavram ne zaman tehlikeli olur?

İçeriği bulanık olduğu halde,

herkes bu kavramı bildiğini sanınca.”

Sözcük ve kavramların içini boşaltan, altını oyanlara

itibar etmeyiniz.

Onlarsız da yaparız ama kavram

ve sözcüklerden bağımsız varolamayız.

 Ünlü bir düşünürün  : .:

“Bir ağacın yapraklarında eğer sararma varsa,

bu sararmayı itekleyen ya da destekleyen

bir kök sistemi var demektir.”  

diye bir  özdeyişi ( mottosu) var.

Bazı bilim insanlarının bilime katkıları

herkesçe konuşulurken bazılarının eserleri

kimsenin bilmediği/okumadığı birer çıktı olarak

tarihin derinliklerinde kayboluyor.

Bu bağlamda soru şu:

Birikimli üstünlük nasıl sağlanır ve 

“Bilimin Seçkinleri” katagorisine nasıl girilir? 

Boğaziçi Üniversiteliler Derneği 14. Genel Kurulunda ki açılış konuşmasından.

satır başları birlikte okuyalım::

“Bilimin Olmadığı Yerde Sadece Cehalet Değil, Vahşet de Kök Salmaya Başlar”

  Cumhurbaşkanımızın bu konuşmanın ana teması ,bir yandan çağdaş bilimin ve

akılcılığın ülkemizde gelişmesine,

diğer yandan sosyal, politik ve

ekonomik disiplinler arasılık

ve Ulusal irade Sesleniş Yetenekleriyle

gerçekleştirme koşullarının yaratılmasına

ne kadar öncülük ettiğinizi sorgulayan,

Ülke ekonomisinin  büyümesine / üretimine

ne derece katkı sağlayıp /sağlayamadığınızı” 

“vatan ve ülkü”

kavramına gönderme yaparak doğru bir paradigmayla sorgulamakta..

Yoksa  Yükseköğretim derecelendirme kuruluşları tarafından sıralamada

kaçıncı olduğunuzu değil

Patent ve patentlerin ürüne dönüşümü konusunda

yüzde kaçlık başarı elde ettiğiniz,ne kadarını

katma değere dönüştürdüğünüze  bakmak lazım…

Yoksa gerisi Laf’ı güzaf…  

“Üniversite bu anlamda ve üniversitenin kökeni itibariyle geçmiş bütün

eğitim kurumları insanlığın en ulvi müesseseleri.

Bu ulvi özelliklerini koruyup insan doğasına, insan onuruna,

insanın ihtiyaç hissettiği erdeme hitap ettiğinde ve

onu tekrar ürettiğinde aslında onun üretildiği toplumlara

büyük bir onur kazandırmış.

Bunun olmadığı toplumlarda ise

maalesef araçsallaşmış ve önemini kaybetmiş.

Bizim gönlümüz, zihnimiz, yüreğimiz bahsettiğim dördüncü

harmanlanmada,

yani küreselleşmenin getirdiği zihni ve

bilgi harmanlanmasında

Türk üniversitelerinin insanlığın önüne geçmesi

ve tarihin öznesi,

bilgi tarihinin öznesi olması.

Sadece bilgi aktaran, yorumlayan değil

bilgiyi üreten kurumlar haline dönüşmesi.

Yeni Türkiye kavramını bugünlerde siyasi olarak çok kullanırken,

aslında böylesi yeni Türkiye’nin inşasının da temeli

yeni bir bilgi paradigmasının inşası ve

yeni bir üniversite geleneğinin bütün o engin tecrübe

üzerinde inşa edilmesi.

Bilimi yol gösterici olarak,

rehber olarak seçmeyen ülkelerin ileriye gidebilmesi mümkün değil.

Onun içindir ki Büyük Önder,

“Benim mirasıma girmek isteyenler var sa,

ancak aklı rehber alanlardır.

Aklı rehber alanlar

benim mirasıma girebilir.”

diyor…

Bu nedenledir ki Türk halkı,bu cumhuriyetin

genetik kodlarını oluşturan

Büyük Önderin gösterdiği bu yol haritasını

iyi yol haritası olarak seçmiş.

Bu yolda ,sendelemeden,sekteye uğramadan

yoluna devam edecek.

Ve ona minettar.

Şükran borçlu..

Ve onu minnetle ve şükranla her zaman anar.

Bu nedenle;”Üniversite sadece bilim için değil,

aynı zamanda Hak, Hukuk, Adelet ve Cumhuriyet

içinde üniversite gerekli.

Üniversite Cumhuriyet’in sahipliğinde.

   “Yükseköğretimin Fırtınalı Sularında” ;

Üniversitelerde kurumsallaşma ve dünya üniversitesi olma

ülküsüne yönelik çabalar…

Bu ülkü ile “Türk Ulusu’ nu çağdaş uygarlığın

en ön safhasına geçirme, bilimde,

teknikte özgür ve

bağımsız olarak hareket edebilme,

dünyanın en gelişmiş ülkesi olarak

diğer ülkelere liderlik edebilme

ve sürekli ilerlemenin bir düşünce-nesnesi olarak

somut çıktılar elde etme çabaları…

Belki ülkenin sosyal, politik ve ekonomik gelişmelere

önderlik etme isteği….

Bir yandan Ulusal irade seslenişi yeteneğini,

diğer bir deyişle kolektif ruh/irade varlığını çağdaş

bilim ve akılcılıkla geliştirme çabası…

Bu çabaların elli yıllık panoroması…

Sonra …

Sonrası malum!…

Tarihteki örnekleri ile defalarca görülebileceği gibi

Bilim’de ihmalin maliyeti çok çok büyük;

bugün ise çok daha büyük, telafisi yok…(-).

“Uluslararası Münazara Turnuvası ödül” töreninde ki

açılış konuşmadan altını çizdiğimiz,

biat kültürü ile ilgili olarak önemli başlıklar.

Birlikte okuyalım:

 “Bize sorgusuz, sualsiz biat eden, cahil bir gençlik değil;

neye inandığını, neyi savunduğunu, neyin mücadelesini verdiğini bilen,

bunun için gereken her türlü donanıma sahip bir gençlik lazımdır.

15 Temmuz gecesi gördük ki işte bu vasıflara sahip gençlik,

gerektiğinde ülkesi ve milleti için, istiklali ve istikbali için gözünü kırpmadan

canını dahi ortaya koyabilmektedir” 

    Asit K. Biswas ve Julian Kirchherr tarafından

“Prof, no one is reading you” başlığıyla 11.04.2015’te 

The Straits Times’da İngilizce yayımlanan bu yazı https://goo.gl/5yGxvX

Dünyanın en yetenekli düşünürlerinin pek çoğu, üniversite hocaları olabilir.

Fakat maalesef ki bu hocaların çok büyük bir kısmı,

günümüzdeki kamuoyu tartışmalarını ya da etkili politikaları şekillendirmiyorlar.   

Gerçekten de bilim adamları, görüşlerini

popüler medyada yayınlamaya pek sıcak bakmıyor.

“Düşüncelerimi kamuoyuyla paylaşmak için

görüş yazmakla mı uğraşacağım?

Bu bana aktivitizm gibi geliyor.”

Bu sözler, Oxford Üniversitesi’nin evsahipliğinde

düzenlenen konferansa katılan bir profesöre ait.   

Kamuoyu tartışmalarını ve politikaları şekillendirmede

üniversite hocalarının bulunmayışı, son yıllarda –

ve bilhassa da sosyal bilimlerde- hayli artmış durumda.

Ünlü “American Political Science Review”‘de 1930’larda

ve 1940’larda yayımlanan makalelerin yüzde 20’si,

politika önerilerine odaklanmaktaydı.

Son yapılan sayımda ise bu oran, yüzde 0,3 gibi son derece

düşük bir rakama gerilemiş durumda. 

Asit K. Biswas

Bilim adamlarının kendi aralarında yaptıkları tartışmalar

bile düzgün işliyor gibi görünmüyor.

Hakem incelemesinden geçmiş makalelerin sayısı,

yıllık olarak 1,5 milyon’a kadar ulaşmakta.

Fakat, bu makalelerin pek çoğu bilim camiasının kendi içinde

dahi önemsenmiyor

-beşeri bilimler alanında yayımlanan makalelerin

yüzde 82’sine bir kez bile atıfta bulunulmamış.

Sosyal bilimlerdeki hakem incelemesinden geçmiş

makalelerin yüzde 32’sine ve doğa bilimlerindekilerin ise

% 27’sine hiç kimse atıfta bulunmuyor. 

Bilimsel bir makaleye atıfta bulunulması, onun sahiden de

okunduğu anlamına gelmez.

Bir tahmine göre bilimsel makalelerin sadece yüzde

% 20’si gerçekten okunmakta.

Bizim tahminiz ise şu ki, hakemli bir dergide yayımlanan

ortalama bir makaleyi, başından sonuna kadar

okuyan kişi sayısı 10’u geçmiyor https://bit.ly/2JwtLXY .

Bu yüzden, hakemli yayınların çoğunun etkisi

-bilim camiasının kendi içinde bile- yok denecek kadar az. 

Pek çok bilim adamı, kendi alanlarındaki bilgi birikimine

katkı yapmayı ve uygulayıcıların karar alma süreçlerine etkide bulunmayı ister.  

Ancak uygulayıcılar, hakemli dergilerde yayımlanan

makaleleri nadiren okurlar. 

Nature, Science ya da Lancet gibi ünlü dergilerde yayımlanan

hakem incelemesinden geçmiş bilimsel makaleleri

düzenli olarak okuyan deneyimli bir siyasetçi

ya da iş adamı olduğunu biz duymadık. 

Aslında bu hiç de şaşırtıcı değil. 

Julian Kirchherr

Akademi dışında kalanların, dergilerin çoğuna ulaşması hayli zor

ve bu dergiler fahiş derecede pahalı.

Günümüzdeki açık-erişim hareketi daha fazla başarılı olsa bile,

makalelerin hayli hacimli ve uzun oluşu

ve kullanılan anlaşılmaz jargon,

uygulayıcıların (gazeteciler dahil) bunları okumasına

ve anlamasına yine de engel olurdu.  

Kısa ve öz olmak önemlidir.

Artık pek çok hükümet lideri, popüler medyada kendileri

ve politikaları hakkında yazılanlara ilişkin iki sayfalık

özet hazırlanmasını mutat hale getirdiler.

Hindistan’da, eski başbakan İndira Gandhi de yapıyordu bunu.

Kanada’daki bakanların bir çoğu benzer özetler konusunda ısrarcılar.

Hatta Ortadoğu’daki hükümetler bile yeni

sosyal medyada yürütülen tartışmaların özetlerini talep etmekteler.

Dünya üzerindeki herhangi bir ülkedeki herhangi bir bakanın, 

kendi ilgi alanındaki bilimsel yayınların düzenli olarak

özetlenmesini istediğini duymadık.

Eğer akademisyenler karar alıcılara ve uygulayıcılara

etkide bulunmak istiyorlarsa, 

(bilimadamlarının erişimine yardım etmek için

medya firmaları tarafından bir çok yenilikçi iş modeli

geştirilmiş olmasına rağmen) şimdiye kadar gözardı

ettikleri popüler medyayı dikkate almalılar. 

Etkin modellerden biri, dünyanın önde gelen kanaat

 liderlerinin görüşlerini 154 ülkeden

300 milyon okuru kapsayan 500’den fazla gazeteye dağıtan 

Project Syndicate (PS)‘dir.

Kâr amacı gütmeyen PS tarafından kabul edilen

herhangi bir yorum/görüş, sayısı 12’ye kadar varan

farklı dillere tercüme edilebilir ve akabinde de

dünya çapındaki dağıtım ağının tamamına gönderilir. 

Bilim adamları, popüler medyada yayın yapmanın

önemini kabul etseler bile sistem, onların aleyhine işlemekte.

Doçentliği (tenure) alabilmek için, bilim adamlarının

etkili dergilerde mümkün olduğunca fazla sayıda

hakemli makale yayımlaması gerekiyor.

(Prestijli) Hakemli dergilerde yapılan yayınlar,  

akademideki kilit performans göstergesi olmayı sürdürüyor.

Bunların birileri tarafından okunup okunmadığı ise bütünüyle tâli bir mesele. 

Örneğin, su alanındaki en etkili dergilerden birini ele alalım;

1,3 milyar nüfusa sahip olan Hindistan’da bu derginin

sadece dört abonesi var.

Üç yıl öncesine kadar ne su bakanı, ne de onun üç kademe

altında bulunanlar bu derginin adını duymuştu.

Bu tip bir dergide yapacağı yayın bir profesöre prestij sağlıyor fakat,

bu yayının Hindistan gibi suyun son derece hayati bir mesele olduğu

bir ülkedeki karar alıcılar üzerindeki etkisi sıfır.    

Belki de artık bilim adamlarının performansını

yeniden değerlendirmenin zamanı gelmiştir.

Doçentliği (tenure) kazanmak ve akademik yükselme için

bilim adamlarının politika oluşturmaya dönük katkıları

ve kamuoyundaki tartışmalara yönelik etkileri de değerlendirilmelidir.   

Basit ve kolayca anlaşılabilir nitelikteki bu yayınlar genellikle,

gerçek dünya sorunlarını çözmeye yönelik araştırma

sonuçlarının potansiyel uygulamasının

ve pratikteki geçerliliğinin vitrinidirler. 

Kabul etmek gerekir ki etkide bulunmanın

herhangi bir garantisi yoktur.

Zaten karar alıcıların çoğunun kafasında,

seçtikleri politik tercih konusunda makûl bir fikir mevcuttur.  

Bir politikanın, öncelikle bundan etkilenen

kitleyi tatmin etmesi gerekir. Karar alıcıların

çok azı, en optimal ekonomik, sosyal, çevresel,

teknik ve politik çözümü bulmaya çalışır. 

Bilimsel kanıtlar bulmaya çalışanlar ise

popüler medyada bilimadamlarınca

yapılan yayınlardan daha fazla yararlanacaktır.

Bu durum yavaş yavaş akademi içinde de farkedilmekte.

Örneğin, Singapur Ulusal Üniversitesi

(National University of Singapore) kendi öğretim üyelerini,

görüş/yorum yazılarını (op-eds) kendi profil sayfalarında

yayınlamaları konusunda teşvik etmekte. Bununla birlikte,

asıl vurgu halen sözde yüksek etkili dergilerde

yapılan yayınlara yapılmakta. 

Evet değişim oluyor, ancak kaplumbağa hızıyla. 

Son Söz:Bu yazıya bırakılacak en güzel dizeler “ Sevgi Duvarı “ na ait … Sahih ve sahici olmayan, sahte ve yalan yüceltmelere karşı bir gerçeklik sesi ve müdahaledir “Sevgi Duvarı”, Pasaklı kontes sadece edebiyatın değil, düşünce tarihimizde de bir yer edinmiştir. Kendilerince makyajlanmış cümlelerle, gözlerini/kalemlerini belerte belerte entel / dantel kimlikleri ile içi boş , topluma ve bilime hiç bir katkısı olmayan Sözüm ona bilimsel çalışmalara karşı kontesin pasak kokusu en temizi hala…

Sağlıcakla kalın…

Yüreği

“Berkehan ve Bilgehan Deniz” kadar temiz tüm insanların, 

günleri hep aydınlık olsun!

Yüreklerindeki sevgi daim olsun

———————————————————

Asit K. Biswas ve Julian Kirchherr tarafından “Prof, no one is reading you” başlığıyla 11.04.2015’te The Straits Times’da İngilizce yayımlanan bu yazı, Cem Yarar tarafından T24 için Türkçe’ye çevrildi. 

Asit Biswas: Çevre ve su poltikaları konusunda önde gelen uzmanlardan biri ve Singapur Ulusal Üniversitesi Lee Kuan Yew Kamu Yönetimi Okulu’nda misafir öğretim üyesi. 

Julian Kirchherr:  Oxford Üniversitesi, Çevre ve Coğrafya Okulu’nda doktora araştırmacısı. Kendisi daha önce  McKinsey & Co’da Avrupa, Asya ve Ortadoğu’daki hükümetlere danışmanlık yapmaktaydı. 

https://goo.gl/5yGxvX
https://bit.ly/3JswrET
https://bit.ly/2L0UCZ3

Comments

This Post Has 0 Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Previous
Next
Back To Top