Skip to content

Kapitalist Düzenin Yüzen Bir Modeli Titanic: “Üsttekiler”, “En Alttakiler” ve “Diptekiler” !..

İlk Söz:
“Sınıflara bölünmüş modern toplumlarda insanları bir arada tutan ve toplumsal bütünlüğü sağlayan şey nedir? Mülkiyetten veya sermayeden kaynaklanan bir gelire sahip olmayanların toplumdaki yeri nedir? Geçimlerini emek piyasasında kazanmaya çalışanlar açısından, çalışmanın, işsizliğin veya istihdam edilemezliğin sonuçları nedir?”

Titanik denildiğinde çoğumuzun aklına hüzünlü bir aşk hikâyesi gelir. Filmin hafızalara kazınan sahnesi ise yoksul genç delikanlının, geminin pruvasında zengin ve güzel sevgilisinin kollarında Atlantik sularına bakarak “Ben bu dünyanın kralıyım!” diye haykırışıdır.

Buradaki asıl soru şudur: Titanik gerçekten de sadece lüks bir gemide geçen, zengin kız ile fakir oğlanın romantik aşk hikâyesi midir?

1900’ler…

Batı dünyasında, birkaç yıl içinde milyonlarca insanın hayatına mal olacak bir savaşı da başlatacak olan makineleşme süreci yaşanmaktadır. Her şey hız ve büyüklük yarışına dönüşmüştür.

Yer: Belfast, İrlanda… Dev tersanelerde efsanevi transatlantik Titanik’in yapımı sürmektedir.

Resmi kayıtlara göre, bu üç yıl içinde sekiz tersane işçisi hayatını kaybetmiştir.

28 ciddi kaza yaşanmış, 218 adet “küçük” iş kazası meydana gelmiştir.

Hayatını kaybeden işçilerden yalnızca beşinin kimliği kayıtlara geçirilmiştir.

Kayıtlara geçmeyen bir başka gerçek ise, bir annenin hem eşini hem de oğlunu kaybetmiş olmasıdır. Üstelik ölen tersane işçilerinden birinin oğlu, yine başka bir gemi inşası sırasında gerçekleşen bir iş kazasında öldürülmüştür.

Ancak ne ölümler inşaatları durdurmuştur ne de Titanik’i…

10 Nisan 1912

Tarihler 10 Nisan 1912’yi gösterdiğinde, dönemin en hızlı, en büyük ve en ileri teknolojisine sahip olan dev gemi, yaklaşık 2200 yolcusu ve mürettebatıyla Yeni Dünya’ya doğru yola çıkar.

Tarih kitapları, “Batmaz Gemi” yola çıktığında gemide yaklaşık 2200 kişinin olduğunu yazar.

Bu, Titanik’in ilk yolculuğudur.

Ancak yolculuğun dördüncü gecesinde gemi bir buzdağına çarpar ve 1500 kişi denizin derinliklerinde kaybolur.

Gerçekten de trajik bir son…

Tarihçi John Maxtone Graham, Titanik batarken güvertesinde keman çalan müzisyenleri, kesin ölümle karşı karşıya olanlara teselli vermeye çalışan din adamlarını betimlemiştir.

Gemi batarken birçok kurtulan, orkestranın, diğerlerinin gemiyi terk ettiğini anlayana kadar çalmaya devam ettiğini anlatmıştır…

Bundan sonra, ışıklar ve piyano olmadan ve onları yönlendirecek yalnızca müzik hafızaları olmadan; yolcular için çalmışlar… Titanik güvertesinde keman çalanların felaketinin tanımlayıcı hikayelerinden biri haline gelmelerinin en önemli nedeni, görevlerine olan bağlılıkları ve Titanik batana kadar çalmalarıdır.

Onları çalmaya zorlamanın kaptan tarafından yapılmış stratejik bir hamle olması da mümkün. Çünkü yüksek sesli müziğin, dondurucu soğuk denizde boğulanların çığlıklarını ve yalvarışlarını örtmede, aynı zamanda güvertedeki birinci sınıf yolculardan gelen kan donduran canhıraş içerisindeki şikayetleri de bastırmada bir işlevi olabilir.

  • Titanic’in orkestrası, bir ajans tarafından yolculuk boyunca; yemeklerde, salonda ve güvertede klasik ve çağdaş müziklerin bir karışımını çalarak yolculukta bir sakinlik ve incelik duygusu yaratarak birinci sınıf yolcuları eğlendirmek için işe alınmış sekiz müzisyenden oluşuyordu.
  • Titanic’in batmasıyla ilişkilendirilen en ikonik ve kahramanca an, grubun gemi batarken müzik çalmaya devam etme kararıydı. Müzikleri, tahliye sırasında yolcuların sakin kalmasına yardımcı olmak için tasarlanmıştı.
  • Grubun son şarkısı hakkında çeşitli anlatımlar vardır. En yaygın kabul gören inanış, gemi batarken “Tanrım Sana Daha Yakın” ilahisini çaldıkları yönündedir. Ancak, bazı kurtulanlar son melodinin “Sonbahar” adlı bir vals olduğunu belirtmişlerdir.
  • Şarkı ne olursa olsun, bu kadar kötü koşullar altında çalmaya devam etme cesaretleri, onları bir efsane haline getirmiştir.
  • Ne yazık ki, grubun sekiz üyesi de felakette ölmüştür. Hiçbiri cankurtaran botlarında yer bulamamıştır.

Titanik yalnızca en’leri temsil etmekle kalmaz, aynı zamanda 20. yüzyıl başları Avrupa ve Amerika’nın sosyal düzeninin de birebir yansıdığı küçük bir evrendir aslında.

Birinci sınıf yolcular, yüzme havuzlarında, canlı müzik eşliğinde, şık elbiseleriyle akşam yemeklerinin tadını çıkarttıktan sonra iki geniş yatak odalı lüks banyolu süitlerinde dinlenmeye çekilirken, sayıları yedi yüzden fazla olan tüm üçüncü sınıf yolcular, biri kadınlara diğeri ise erkeklere ayrılmış sadece iki adet banyo önünde sıraya girmekteydi.

Evet, Titanik sadece bir gemi değil görüldüğü gibi… Kapitalist düzenin yüzen bir modeli…

Ve belki de sırf bu yüzden ‘batmaz’ denilen devasa gemi, buzdağına çarpmadan çok önce su almaya başlamıştı.

Yaşamla ölüm arasındaki mücadelemiz, hem bireysel hem de toplumsal koşullar tarafından şekillenmektedir. Fiziksel gücümüz ve genetik özelliklerimiz kadar, hayatta kalma şansımızı belirleyen şeyler eğitim düzeyimiz, yeterli ve dengeli beslenip beslenemediğimiz, sağlıklı bir çevrede yaşayıp yaşamadığımız, iş güvenliği ve güvencesi olan bir işte çalışıp çalışmadığımız ve sosyal ilişkilerimizin bize sağladığı destektir.

Yani aslında yaşamsal bir tehdit ve tehlike söz konusu olduğunda, büyük oranda sosyo-ekonomik statüdür… Azrail’in adresini belirleyen.

Bir başka ifadeyle, yolcusu olduğunuz gemide kimin kurtulacağını ve kimin karanlık sulara gömüleceğini belirleyen şey, Titanik’te biletinizin hangi sınıfta olduğuyla ilgilidir.

Çok mu iddialı geldi bu sözler?

Öyleyse rakamlar belki daha net anlatır, su alan gemideki yolculara dair sınıfsal hakikati…

Titanik’te:

  • Birinci sınıf yolcularının %63’ü
  • İkinci sınıf yolcularının %42’si
  • Üçüncü sınıf bileti olan yolcularınsa sadece %24’ü kurtulmayı başarabilmiştir.

Oysa herkes ‘aynı gemide’ olduğunu ve ortak bir kaderi paylaştığını sanmaktadır…

Peki nedir bu sınıfsal farkı yaratan?

Her şeyden önce gemi, birinci sınıftaki yolcuların konfor ve güvenlik öncelikleri dikkate alınarak tasarlanmıştır.

Örneğin, tehlike anında kullanılacak tahliye botları, birinci ve ikinci sınıf yolcuların kaldığı kamaralara yakın olacak şekilde yerleştirilmiştir.

Bu yüzden üçüncü sınıfta kalan, yani geminin en ucuz biletli yolcuları, gemi su almaya başladığında onlarca merdiveni, uzun ve karmaşık koridorları aşmaya çalışarak kendilerini kurtaracak olan botlara ulaşmaya çalışmışlardır.

Ne yazık ki bu yolcular, olağan seyir halinde kendilerini birinci sınıf yolculardan ayıran ve ödedikleri biletin parasına dahil olmadığı için girmelerinin yasak olduğu, kilitli kapılar ardındaki koridorları ve çıkış yollarını bulmaya çalışarak kaybetmişlerdir en değerli anları…

Bu esnada birinci sınıf yolcular tehlikeyle ilgili uyarılmışlar ve gemi mürettebatı, kaptanı ile olan yakın ilişkileri nedeniyle önlemler konusunda hemen bilgilendirilmişlerdir.

Hâlbuki İsveç, Finlandiya, Rusya, Suriye gibi ülkelerden Amerika ve Kanada’ya yeni bir hayat umuduyla yola çıkan üçüncü sınıfın göçmen yolcularının panik anında, anadillerinde olmadığı için verilen talimatları ne oranda anlayabildikleri de bir başka sorundur.

Bir başka soru: Tüm batan gemilerde ‘önce kadınlar ve çocuklar’ ilkesi gereği öncelikli olarak kadınların ve çocukların kurtarılmış olduğu efsanesinin ne kadar gerçekçi olduğu…

Titanik’te kurtulanların cinsiyet istatistikleri, kadınların ve çocukların hayatta kalma oranlarının oldukça yüksek olduğunu gösterse de, daha dikkatli bir inceleme sınıfsal farkların kadınların hayatta kalma şanslarını nasıl etkilediğini ortaya koyar.

Titanik yolcularının yalnızca %37’si hayatta kaldı. Yine de:

  • Birinci sınıf yolcularının %63’ü,
  • İkinci sınıf yolcularının %42’si,
  • Üçüncü sınıf yolcularının yalnızca %24’ü hayatta kaldı.

Başka bir deyişle, birinci sınıfta seyahat eden yolcuların hayatta kalma olasılığı %40 daha fazlaydı ve ikinci sınıftaki yolcuların hayatta kalma olasılığı, üçüncü sınıfta seyahat edenlerden %16 daha fazlaydı.

Birinci sınıfta yolculuk eden kadınların %97’si botlara binerek hayatta kalmayı başarırken, üçüncü sınıfa biletli her iki kadından biri hayatını kaybetti.

Her sınıftan kaç yolcunun kurtarıldığının grafiksel gösterimi

Demek ki “önce kadınlar ve çocuklar” ama aslında “önce birinci sınıfa biletli kadınlar ve çocuklar” prensibi geçerliydi…

Titanik’te…

Birinci sınıf yolcuların hayatta kalma olasılığı ikinci veya üçüncü sınıf yolculara göre neden daha yüksekti?

Birinci sınıf yolcularının Titanik’ten canlı olarak ayrılma şanslarının daha yüksek olmasında pek çok etken rol oynadı, ancak en önemlisi geminin fiziksel yapısıydı…

Titanik’in 11 güvertesi vardı ve bunlardan sekizi yolcular tarafından kullanılıyordu…

Üst güvertede geminin tüm birinci sınıf olanakları vardı; örneğin gezinti yolu, restoranlar, spor salonu, squash kortu, yüzme havuzu, kafeler ve okuma odası…

En önemlisi, bu üst güvertede geminin tüm cankurtaran botları da bulunuyordu…

Bir sonraki seviye birinci sınıf yolcu kabinleriydi…

Güverte seviyeleri alçaldıkça yolcuların sınıfı da alçaldı ve üçüncü sınıf yolcuların ve mürettebatın çoğu, birinci sınıf yolculardan beş seviye daha aşağıda olan bir güvertede bulunuyordu…

Alt sınıflardaki yolcuların, cankurtaran botlarının bulunduğu üst güverte dahil olmak üzere geminin belirli bölümlerine girmelerine izin verilmiyordu…

Geminin birçok katında gezinmek de oldukça zordu…

Bu yüzden aşağıdaki yolcular en üste giden yolu bulmakta daha çok zorlanıyordu.

İkinci ve üçüncü sınıf yolcularının, geminin birinci sınıf alanlarına (cankurtaran botlarının olduğu yere) girmelerine izin verilmediğinden, nerede olduklarını bilmiyorlardı ve onları kolayca bulamıyorlardı…

Titanik buzdağına çarptığında, birinci sınıf yolcular ikinci ve üçüncü sınıf yolcularına göre cankurtaran botlarına fiziksel olarak daha yakındı ve bu da onlara bu hayat kurtarma cihazlarına daha hızlı erişim sağlıyordu…

Aslında, yolcu ne kadar fakirse cankurtaran botlarından o kadar uzaktaydı…

Günter Wallraff’ın meşhur kitabı En Alttakiler gibi, hem mecazi hem de sözlük anlamıyla en alttakilere doğru bitsin hikâye…

Dışarıdan da görülmeyen bir yerindeyiz geminin…

Deniz seviyesinin bile metrelerce altında, “Kara Ekip” olarak adlandırılan 150’ye yakın işçi, her gün ne gün ışığını ne de denizin mavisini görmeden, geminin yolculuğuna devam edebilmesi için tonlarca kömürü, binlerce derece ısı üreten dev buhar kazanlarına atmaktadır…

Gemi buzdağına çarpar…

Büyük bir sarsıntıyla okyanusun ortasında yanarak anında hayatını kaybedenlerin arkadaşları, kara emekçiler asıl fedakârlığı göstererek geminin yüzmesini sağlamak üzere son ana dek işlerini yapmaya devam ederler…

Bunu nereden bildiğimize gelince…

Hepimizin aynı gemide olduğu mitinin gerçek yüzünü aydınlatmak istercesine Titanik batarken son ana dek ışıkları sönmemiştir…

14 Nisan 1912’de Titanik, Atlas Okyanusu’nun soğuk sularında battı. Bu gerçekten trajik bir olaydı.
https://www.encyclopedia-titanica.org/cold-starting-the-titanic.html

Son Söz:

Bugün, çağdaş küresel toplumun siyasi ve sosyoekonomik düzeni, uluslar içinde ve arasında barışçıl bir arada yaşamayı hedeflerken, haklar ve siyasi demokrasi talepleri, eşitsizliğe karşı argümanların giderek daha önemli bir parçası haline gelmiştir. Ancak uluslararası düzenin geleceğini ne ölçüde ve hangi şekillerde şekillendirecekleri hiçbir şekilde kesin değildir.

Geleceğin belirsiz olduğu bu konjonktürde, Keynes’in şu gözlemini hatırlamak anlamlı olabilir:

“Ekonomistlerin ve siyaset felsefecilerinin fikirleri, hem doğru olduklarında hem de yanlış olduklarında, genel olarak anlaşıldığından daha güçlüdür…”

Titanik felaketi, geçmişe ait bir olay gibi görünse de, o trajedinin boyutlarına yol açan sorunların birçoğu—özellikle yoksullar açısından—bugün de varlığını sürdürmektedir.

Hem de fazlasıyla..

Loading

Sonraki
Önceki
Back To Top