Skip to content

Öğrenilmiş Çaresizlik !..

İlk söz : “Asimile ol, rahat et.” diye bir şey de yok !..

Öğrenilmiş çaresizlik, bir öznenin kontrolü dışında tekrarlanan olumsuz uyaranlara katlandıktan sonra sergilediği davranıştır. Başlangıçta, öznenin olumsuz uyarandan kaçınma veya kaçınma girişimlerini bırakması yoluyla güçsüzlüğünü kabul etmesinden kaynaklandığı düşünülmüştür; bu tür alternatifler açıkça sunulduğunda bile. Bu tür bir davranış sergileyen öznenin öğrenilmiş çaresizliği edindiği, Amerikalı psikolog Martin Seligman tarafından 1967’de öğrenilmiş çaresizlik üzerine başlattığı deneylerle ispatlanmış bir teoridir. Bu teori, daha sonra adını 1973 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de yaşanan bir olaydan alan ve Nils Bejerot tarafından tanımlanan “Stockholm Sendromu” ile de desteklenmiştir.

Anlamını genişleterek, insanın kendisini zora sokan, üzen koşulları benimsemesi, savunması ve bu koşulları yaratan nedenleri görmemesi, hatta onların yanında yer alması olarak da tanımlamak mümkündür.

Öğrenilmiş çaresizlik, bir organizmanın davranışlarıyla kontrol edemediği olumsuz bir durumdan sonra bu olumsuzluğun etkisinde kalarak, kontrol edebileceği durumlar karşısında bile tepkisiz kalması durumudur (Norman, 1988: 34). Diğer bir ifadeyle, öğrenilmiş çaresizlik, insanların ve diğer canlıların önceden yaşadıkları olumsuz bir deneyimi genelleştirerek, daha sonra karşılaştıkları istenmedik durumlar karşısında tepki göstermemeleri veya yetersiz tepki göstermeleridir. Öğrenilmiş çaresizlik içinde olanlar, herhangi bir nedenle olumsuz bir durumu ortadan kaldıramayacaklarına inandıktan sonra, bir sorunu kolayca çözebilecekleri durumlarda bile gereken çabayı gösteremezler (Overmier ve Seligman, 1967: 28).

Öğrenilmiş çaresizlikte “çaresizlik” kavramı “yetersizlik” kavramından farklı anlamlara gelmektedir. Yetersizlik, insan yeteneğini aşan bir durumdur. İnsan, sonucunu değiştirmek istediği bir olay veya durumu değiştirmek için çaba gösterdiği hâlde değiştiremezse, bu olay karşısında yetersiz kalmış demektir. Ancak öğrenilmiş çaresizlikte kişi, değiştirebileceği veya kontrol edebileceği bir durum karşısında yeterince çaba göstermez, yeteneklerini kullanma yoluna gitmez ve kendini dış denetleyicilerin kontrolüne bırakır.

Kontrol edemediği, sonucunu değiştiremediği olaylara sık sık maruz kalan insan, yavaş yavaş bulunduğu durumu değiştirebileceğine dair inancını yitirmeye başlar. Bu durum, kişinin çaresizliği öğrendiği anlamına gelir. Çaresizliği öğrenmiş insan, olayları değiştirme veya kontrol etme gücü olduğu durumlarda bile pasif, umutsuz ve eylemsiz kalır. Ne var ki, öğrenilmiş çaresizlik sadece insanlar ve diğer canlılar için söz konusu değildir; örgütler de çaresizliği öğrenebilir. Yeteneklerinin ve potansiyelinin altında faaliyet gösteren örgütler de aslında öğrenilmiş çaresizlik içindedir.

Öğrenilmiş çaresizlik ile ilgili birkaç hikâye:

Fil Hikâyesi

Hindistan’da filleri yetiştirmek için, onları küçücükken kalın bir zincirle bir kazığa bağlarlarmış. Küçük fil, önceleri bundan kurtulmak için tüm gücüyle uğraşır, defalarca dener ama sonucu değiştiremez, özgürlüğüne kavuşamazmış. Yıllar geçer ve fil kocaman olduğunda, bağlı olduğu kazığın ve zincirin onlarca katına gücü yetebildiği hâlde fil asla böyle bir girişimde bulunmazmış. O, özgür olamayacağına inandığından, artık kırılamayan şey, filin zinciri değil, inancı olurmuş.

Berkeley Üniversitesi Deneyi (1969)

Berkeley Üniversitesi’nden Prof. John Watson, üç aylık bebekleri özel bir beşiğe yatırıyor. Bir grup bebek, kafalarını hareket ettirerek rahatsız edici bir aparatı kontrol edebilmeyi öğrenirken, diğer grup bebekler ne yaparsa yapsın aparatı hareket ettiremiyor. Daha sonra ikinci grup da aparatı kontrol edebilecek hâle getiriliyor, ancak çoğu aparatı hareket ettirmeyi denemiyor bile. Yani, bu bebekler çaresizliği öğreniyor. Eğer bir toplum benzer bir muameleye ömrü boyunca maruz kalırsa ne olur? İnsanlar kendini çaresiz hisseder, uğraşmaz, çalışmaz, mücadele etmez, hakkını savunmaz ve başına gelenleri olduğu gibi kabul eder.

Memiş Efendi’nin Hikâyesi

Yaşlıca bir Anadolu hademesi olan Memiş Efendi, Kastamonu’daki köyüne giderken otobüs kazaları geçirir. Otobüs defalarca devrilir, düzeltilir, tekrar yola koyulur ama Memiş Efendi ve diğer yolcular her seferinde aynı otobüse binmeye devam ederler. Başka çareleri olmadığına inandıkları için bu durumu kabullenmişlerdir. Memiş Efendi’nin köyü yakındır, ama bizim “otobüsümüz” çok daha uzaklara gitmektedir.

Son Söz:

Çok geç değil. Gidişat yavaşlatılabilir, hatta durdurulabilir. Ozonu delen, tamir etmesini de bilir. Yapay zekâ, suları kirleten bakterileri yiyen nano robotlar da üretebilir. Yeter ki niyetlenilsin, kul hakkına riayet edilsin. Kuş hakkı diye bir nassın varlığı kabul edilsin. Kul hakkı, sadece Somali’de birinin ekmeğini çalmak değildir; hakikati gizlemek, insanları edilgen kılmak da kul hakkının ihlalidir.

Referanslar:

Overmier, J.B. ve Seligman, M.E.P. (1967). Effects of Inescapable Shock Upon Subsequent Escape and Avoidance Responding. J. Comp. Physiol. Psychol., 63, 28–33.

Norman, D. (1988). The Psychology of Everyday Actions. In Norman (Ed.), The Psychology of Everyday Things, New York: Basic Books, 34-53.


Loading

Sonraki
Önceki
Back To Top