
“Türk Eleştirel Muhasebe Bilimi”, muhasebe disiplinine Türkiye bağlamında eleştirel ve sorgulayıcı bir perspektiften yaklaşan akademik bir düşünce çizgisini ifade eder. Bu kavram, klasik muhasebe anlayışının ötesine geçerek; ekonomik, politik, kültürel ve ideolojik bağlamlarda muhasebenin nasıl işlediğini, kimi görünür kılıp kimi dışladığını, hangi güç ilişkilerine hizmet ettiğini sorgular.
Daha sade anlatırsak:
Bu bilim, muhasebeyi sadece rakamlarla uğraşan bir araç olarak değil, toplumun adaletini, emeğin görünürlüğünü, iktidarın gölgesini ve sessizlerin sesini yansıtan bir alan olarak görür.
Özellikleriyle Açarsak:
- Eleştireldir: Muhasebenin tarafsız olduğu mitiyle hesaplaşır. Kimin lehine, kimin aleyhine işlediğini sorar.
- Toplumsaldır: Şirket bilançolarının arkasındaki emek sömürüsünü, doğa tahribatını, sosyal eşitsizliği ifşa etmeye çalışır.
- Yerel ve kültüreldir: Batı merkezli muhasebe normlarının Türkiye gibi ülkelerde nasıl sorunlu sonuçlar doğurabileceğini sorgular.
- Disiplinlerarasıdır: Ekonomi politik, sosyoloji, antropoloji ve hatta edebiyatla flört eder.
- Çünkü her eleştirel muhasebe pratiği içinde doğduğu toplumsal yapıya göre şekillenir. Türkiye’nin bürokratik geleneği, şirket yapısı, devlet-toplum ilişkisi ve eğitim sistemi, bu bilimsel yaklaşımın hem içeriğini hem yöntemini özgünleştirir.
Özet
Bu çalışma, Türk eleştirel muhasebe biliminin küreselleşme sürecini, dilsel hegemonya ve yerel akademik gelenekler arasındaki çatışma çerçevesinde ele almaktadır. Son yıllarda akademik dünyada uluslararası yayın yapma baskısının artması, yerel bilgi üretimini ve düşünme biçimlerini derinden etkilemiştir. Bu bağlamda, çalışma, Türkçe düşünmenin ve eleştirel muhasebe metodolojisinin, küresel akademik normlara entegre olurken nasıl dönüştüğünü sorgulamaktadır. Türk muhasebe düşüncesi, tarihsel olarak yerel epistemolojiler ve kültürel bağlamlarla şekillenmiş bir alandır; ancak küreselleşen akademik dünyada, bu yerel bilgi üretiminin uluslararası akademik standartlarla uyumlu hale getirilmesi gerekliliği, hem fırsatlar hem de riskler taşımaktadır.
Makale, eleştirel muhasebe pratiğinin bu süreçte nasıl bir dönüşüm geçirdiğine dair derinlemesine bir inceleme sunmaktadır. Dilsel hegemonya, özellikle İngilizce’nin bilimsel dil olarak dominant hale gelmesiyle, Türkçe dilinde üretilen akademik düşüncenin zorluklarla karşılaştığı bir döneme işaret etmektedir. Çalışma, bu hegemonik yapının Türk muhasebe düşüncesine etkilerini analiz ederken, yerel epistemolojilerin korunması gerekliliğini ve bunun küresel normlarla entegrasyonunun risklerini de irdelemektedir. Ayrıca, uluslararasılaşma sürecinin Türk akademisyenleri için akademik görünürlük sağlama, küresel işbirlikleri kurma gibi avantajlar sunduğu, ancak aynı zamanda ulusal akademik geleneklerin yok olma tehlikesi ve dilsel eşitsizlikler gibi olumsuz etkiler yaratma riski taşıdığı vurgulanmaktadır.
Bu çalışma, eleştirel muhasebe ve akademik hegemonya üzerine yapılan mevcut tartışmalara katkı sunarak, küresel akademik normların yerel bilimsel üretim üzerindeki etkilerini daha geniş bir perspektiften ele almayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda, dil politikası ve uluslararası akademik yayıncılığın etkisiyle şekillenen Türk muhasebe düşüncesinin evrimi üzerine yapılan bu araştırma, yerel ve küresel arasındaki gerilimi daha net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Anahtar kelimeler: Eleştirel muhasebe, uluslararasılaşma, akademik hegemonya, dil politikası, Türk muhasebe düşüncesi.
Giriş
Bu çalışma eleştirel muhasebe teorisi bağlamında güç dinamiklerini açığa çıkarma ve kuruluşlar içindeki hesap verebilirliği artırma becerisine odaklanarak incelemeyi hedeflemektedir. Mevcut literatürün ampirik bir çalışması yoluyla, eleştirel muhasebe teorisinin teorik çerçevesini ve güç dinamikleri ile muhasebe uygulamaları arasındaki karmaşık etkileşimi anlamak için pratik çıkarımlarını inceliyoruz. Çalışma, muhasebe sistemlerinin ve uygulamalarının kuruluşlar içindeki güç yapılarını ve daha geniş toplumsal çıkarımlarını nasıl güçlendirebileceği veya meydan okuyabileceği konusunda ışık tutmayı amaçlamaktadır. Akademik makalelerin, vaka çalışmalarının ve ampirik araştırmaların kapsamlı bir incelemesinden yararlanarak, eleştirel muhasebe teorisindeki temel temaları ve kavramları belirliyoruz. Ampirik analiz, eleştirel muhasebe teorisinin kurumsal yönetim, finansal raporlama ve sürdürülebilirlik muhasebesi gibi çeşitli bağlamlarda nasıl uygulandığına dair içgörüler sağlar. Bulgular, eleştirel muhasebe teorisinin muhasebe uygulamalarını etkileyen temel güç dinamiklerini anlamak için değerli bir mercek sunduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca, makale eleştirel muhasebe teorisinin politika yapıcılar, düzenleyiciler ve uygulayıcılar için çıkarımlarını tartışmaktadır.
Muhasebe standartlarını, düzenlemeleri ve kurumsal yönetim mekanizmalarını tasarlarken güç dinamiklerini ve sosyal bağlamları dikkate almanın önemini vurgulamaktadır. Uluslararası yayın baskısı ve performans ölçüm araçlarının akademik alanı şekillendirdiği bu çağda, Türk muhasebe biliminin özellikle eleştirel yaklaşımının nasıl evrildiği önemli bir tartışma konusudur. SSCI, Scopus ve benzeri indekslerin epistemik eşiğinde şekillenen bilgi üretimi, yalnızca bilimsel içeriği değil, bu içeriğin sunulduğu dili, kavramları ve söylemleri de belirlemektedir. Türkçe’nin özgül anlam dünyasında filizlenen eleştirel yaklaşımlar, İngilizce yayın yapma zorunluluğu altında dönüşmekte, çoğu zaman da düzleştirilerek küresel epistemolojinin bir uzantısına indirgenmektedir.
Türk muhasebe yazınının giderek artan biçimde epistemolojik bir daralma yaşadığını gözler önüne seriyor. Özellikle eleştirel yaklaşımın, 1990’lardan sonra Batı literatüründe ivme kazanmasına rağmen Türkiye’de hâlâ marjinal bir pozisyonda kalması dikkat çekicidir. Scopus, SSCI gibi indekslerin “yayınlanabilir bilgi” anlayışı, yerel özgünlükleri törpüleyen, evrensel değil evrenselleştirilmiş bir bilim dili dayatmaktadır. Bu dil; iktidarın, piyasaların ve yayın endüstrisinin filtresinden süzülen, sterilize edilmiş bir dil haline gelmiştir.
Bu bağlamda, Türkiye’de muhasebe alanındaki eleştirel yaklaşım üç temel baskıyla karşı karşıyadır:
i-Akademik Yayınevi Normativizmi: Metodolojiye ve yazım tarzına getirilen kalıplar, eleştirel düşüncenin serpilmesini değil, budanmasını teşvik eder.
ii-Yerli Düşüncenin Marginalizasyonu: Türkiye’ye özgü muhasebe uygulamaları ya da kültürel-ekonomik bağlamda geliştirilen kavramlar, çoğunlukla “case study” olarak görülür; kuram üretiminden dışlanır.
iii-Eleştirel söylemin belirli bir yere/mekâna aidiyetinin ortadan kaldırılması: Batı’dan ithal edilen eleştirel teoriler, Türkiye bağlamına entegre edilmeden, adeta “ithal ikameci” bir retorikle kullanılır. Böylece teorik göstergeçler, ampirik bağlamla temas etmeden havada kalır.
Sonuç olarak, bu makale eleştirel muhasebe teorisi üzerine büyüyen literatüre, uygulamasının ve çıkarımlarının ampirik bir analizini sağlayarak katkıda bulunmaktadır. Muhasebe araştırmaları ve uygulamalarında eleştirel bir bakış açısına duyulan ihtiyacın altını çizerek, oyundaki güç dinamiklerini ve bunların potansiyel sonuçlarını kabul etmektedir. Bu dinamikleri açığa çıkararak ve hesap verebilirliği teşvik ederek, eleştirel muhasebe teorisi olumlu değişimi yönlendirebilir ve daha adil ve sorumlu bir iş ortamı yaratabilir.Bu makale, işte tam bu dilsel ve kültürel paradoksal yapıyı akademik bir mercek altına almayı hedeflemektedir.
2. Kuramsal Arka Plan: Dilsel İktidar ve Akademik Egemenlik
Akademik dil, yalnızca düşüncelerin aktarım aracı değil; aynı zamanda neyin düşünce sayıldığını belirleyen bir iktidar mekanizmasıdır (Bourdieu, 1991). Dil, bu bağlamda yalnızca iletişimin nötr bir aracı değil, bilgi üretim alanında sembolik tahakkümün kurucu unsurudur. Özellikle İngilizce’nin ulusötesi bilimsel söylemde baskın akademik dil hâline gelmesi, çokdilli epistemolojilerin marjinalleşmesine ve yerel bilgi üretim biçimlerinin değersizleştirilmesine yol açmıştır. Bu durum, epistemolojik tekelleşme ya da daha açık ifadeyle epistemik sömürgeleştirme olarak adlandırılabilecek bir sürecin önünü açmıştır (Tardi, 2021).
Türk muhasebe düşüncesi bu bağlamda özgün bir örnek sunar. 1990’lar sonrası küreselleşme dalgasının yarattığı neoliberal dönüşümlere karşı, Türkiye’de gelişen eleştirel muhasebe literatürü; şirket merkezli raporlama anlayışını sorgulayan, toplumsal yararı önceleyen ve kamusal hesap verebilirliğe vurgu yapan bir çizgi izlemiştir (Yamak & Üsdiken, 2006). Ancak bu eleştirel damar, küresel akademik alanda görünürlük kazanmak istediğinde, İngilizce’nin hâkim kavram setine ve metodolojik kalıplarına uyum sağlamak zorunda kalmakta, bu da yerel kavramsal haritanın kaybı riskini beraberinde getirmektedir.
Burada mesele sadece Türkçeyi İngilizceye çevirmek değil; “toplumsal muhasebe”, “kamu yararı”, “kamusal denetim” gibi yerel bağlamda güçlü anlamlar taşıyan kavramların, çevrildikleri dilde geçirdikleri dönüşümdür. Birçok durumda, bu kavramlar merkez ülkelerin bilimsel bağlamına ihraç edildiğinde, içeriksel olarak nötralize edilmekte, hatta piyasa mantığı içinde araçsallaştırılarak yeniden tanımlanmaktadır. Böylece çevre ülkelerin bilgi üretimi, merkez ülkelerin epistemik kalıpları içine çekilmekte, entelektüel bağımsızlık giderek zayıflamaktadır.
Bu nedenle, Türk muhasebe düşüncesinin eleştirel çizgisini uluslararası literatüre taşımak yalnızca teknik çeviri sorunu değil; aynı zamanda bir direniş alanıdır. Kavramların ithalat ve ihracatında dikkatli olunmadığı takdirde, entelektüel bağımsızlık dil yoluyla tahakküm altına alınabilir. Bu bağlamda, yerli bilgi üretimi, sadece akademik bir faaliyet değil, aynı zamanda kültürel ve politik bir mücadele alanıdır.
3. Tartışma: Uluslararasılaşma mı, Entegrasyon mu, Asimilasyon mu?
Türk muhasebe düşüncesi, uzun bir tarihsel seyir içerisinde yalnızca iktisadi araçsalcılığa değil, aynı zamanda etik, kamusal ve toplumsal sorumluluk ilkelerine yaslanan bir anlam evreni inşa etmiştir. Bu gelenek, özellikle kamu yararını önceleyen kamucu bakış açısıyla, hesap verebilirliğin yalnızca yatırımcıyı değil toplumu da kapsayan bir sorumluluk rejimi olduğunu öne sürer. Ancak bu anlam rejimi, küresel muhasebe literatürünün bireyci, piyasacı ve çoğu zaman Anglo-Sakson eksenli paradigmasıyla karşılaştığında çeşitli kırılmalara, hatta kavramsal erozyonlara uğramaktadır.
Özellikle “toplumsal muhasebe” kavramı bu kırılmanın en belirgin örneklerinden biridir. Türkçe bağlamda bu kavram, kamu yararını gözeten, halkın hakkını önceleyen, sosyal adalet odaklı bir muhasebe anlayışını işaret ederken; uluslararası literatürde aynı kavram, şirketlerin kurumsal itibarını pekiştirme amacı güden sürdürülebilirlik raporlamalarıyla neredeyse eşanlamlı hâle gelmiştir (Gray, 2002). Böylelikle, muhasebenin toplumsal işlevi daraltılmakta, hesap verme eylemi şirketin kendi imajını düzenlediği bir simülasyona indirgenmektedir.
Bu dönüşüm yalnızca terminolojik bir mesele değildir. Bu, yerli bilgi üretiminin, epistemik kolonizasyon süreçleriyle maruz kaldığı bir kavramsal hegemonya sorunudur. Dolayısıyla Türk eleştirel muhasebe geleneğinin uluslararası alanda görünür kılınması, basit bir dil çevirisinden ibaret değildir; bu, aynı zamanda kavramların içerdiği tarihsel bağlamların, kültürel temellerin ve politik göndermelerin yeniden müzakere edilmesini ve dirençli bir bilgi üretim pratiğinin inşasını gerektirir.
Türk muhasebe düşüncesinin eleştirel çizgisi, genellikle kamucu, toplumsal sorumluluğu önceleyen ve yerel tarihselliği göz önünde bulunduran bir karakter taşır. Ancak bu karakter, İngilizce literatürün liberal bireycilik temelli yapısına çevrildiğinde anlam kaymalarına uğrayabilmektedir. Örneğin, “toplumsal muhasebe” kavramı Türkçe bağlamda kamusal yarar odaklıyken, uluslararası literatürde şirketin itibarı üzerinden yeniden inşa edilen bir kavrama evrilmiştir (Gray, 2002). Türk eleştirel muhasebesinin uluslararası alanda görünür kılınması için yalnızca dil çevirisi değil, kavramsal müzakere ve kültürel direniş gereklidir.
4. Literatür Taraması
Dilsel hegemonya, bilgi üretiminde yalnızca hangi kavramların kullanılacağını değil, hangi düşünme biçimlerinin meşru kabul edildiğini de belirleyen bir iktidar mekanizmasıdır (Bourdieu, 1991). Akademik bilgi üretimi, bu bağlamda tarafsız bir etkinlik olmaktan çıkar; belirli epistemolojik çerçevelerin baskın olduğu bir söylemsel tahakküm alanına dönüşür. Tardi (2021), bu durumu “epistemik tekelleşme” olarak adlandırarak, İngilizce’nin bilimsel iletişimdeki hâkimiyetinin yerel bilgi üretim biçimlerini dışladığını, hatta yok saydığını savunur.
Türk muhasebe geleneği, bu küresel baskıya karşı kendi entelektüel direncini inşa etmeye çalışan nadir damarlardan biridir. Yamak ve Üsdiken (2006), Türkiye’de muhasebe alanının tarihsel gelişimini analiz ederken, 1990’lardan itibaren belirginleşen eleştirel yönelimin, özellikle neoliberal muhasebe anlayışına yönelttiği sistemik eleştirilerin altını çizer. Bu yaklaşım, muhasebenin yalnızca yatırımcıya bilgi sunan teknik bir araç değil, aynı zamanda toplumsal değerlerin, kamu yararının ve etik sorumlulukların taşıyıcısı olduğunu savunur. Bu çerçevede muhasebe, teknokratik bir bilgi alanından ziyade, toplumsal praksis olarak yeniden anlamlandırılır.
Agarwal ve Joshi (1991), muhasebenin küreselleşme sürecinde karşılaştığı dilsel dönüşümün, yalnızca bir çeviri sorunu değil, aynı zamanda kavramsal deformasyon ve anlam kaybı sorunu olduğunu belirtir. Özellikle “public interest” gibi kavramların, yerel bağlamda taşıdığı tarihsel ve etik anlamların çeviri sürecinde aşınması, epistemolojik şiddetin en somut örneklerinden biri olarak değerlendirilir.
Bu tür epistemik çatışmalar yalnızca Türkiye’ye özgü değildir. Bigoni (2025), İtalyan muhasebe literatürü üzerinden benzer bir süreç yaşandığını gösterir; ulusal muhasebe geleneklerinin, uluslararası akademik hegemonya karşısında nasıl dilsel gerilimler yaşadığını ortaya koyar. Nyor ve ark. (2022) ise muhasebe dilinin çevrilemezliği sorununa odaklanarak, kavramsal uyumsuzluğun finansal raporlama süreçlerinde nasıl sistemik sorunlar doğurduğunu vurgular.
Latin Amerika’da D’Ávila ve Carneiro (2018), Brezilya’daki muhasebe yazınının “toplumcu” karakterini korumakta zorlandığını ve Anglo-Sakson odaklı yayın baskısı altında kamucu perspektifin giderek silikleştiğini belirtir. Benzer şekilde, Chua (1996), Asya’daki muhasebe sistemlerinde uluslararası normlara uyum sürecinde kültürel değerlerin bastırıldığını ve alternatif epistemolojilerin “alt bilgi” statüsüne indirgenerek görünmezleştirildiğini ifade eder. Hopper ve Lassou (2020) ise Afrika bağlamında, Batı merkezli kuramların sömürge-sonrası devletlerde nasıl yerel bilgi sistemlerini baskıladığını ve bu durumun kalkınma projelerinde ciddi epistemik kopukluklara yol açtığını örnekleriyle sergiler.
Eleştirel muhasebe geleneği, bu tartışmayı daha da derinleştirir. Gray (2002) ve Cooper (1984), muhasebenin tarafsız ve teknik bir disiplin olarak sunulmasına karşı çıkarak, onu toplumsal, siyasal ve etik bir praksis olarak yeniden konumlandırır. Bu yaklaşım, muhasebenin yalnızca neyin ölçüldüğü değil, neyin önemli sayıldığı ve neyin görünür kılındığı sorularını da gündeme getirir. Böylece muhasebe, yalnızca sayılarla değil, aynı zamanda anlamlarla, değerlerle ve iktidar ilişkileriyle de ilgilenen bir disiplin hâline gelir.
literatürde giderek belirginleşen bir görüş, muhasebe alanında yaşanan dilsel çatışmaların aslında daha büyük bir bilgi rejimi mücadelesinin parçası olduğudur. Bu bağlamda çeviri, yalnızca diller arasında değil; bilgi sistemleri, kültürel kodlar ve etik anlayışlar arasında bir müzakere alanı olarak düşünülmelidir.
Sonuç
Türk eleştirel muhasebe biliminin uluslararasılaşması, sadece yayın sayısını artırmakla sınırlı değildir. Aksine, kendi kavramsal ve tarihsel zeminini koruyarak, bu zemini evrensel tartışmalara taşıyabilme kabiliyetidir asıl mesele. Bu sücreçte, eleştirel Türk muhasebe akademisyenlerinin “tercüme eden değil, tercüme ettiren” pozisyona geçmeleri, yani sadece Batı’yı değil, Türkiye’yi de evrenselleştirmeleri gerekmektedir. Bunun için hem İngilizce üretim kapasitesi artırılmalı, hem de Türkçe bilimsel üretim yeniden itibar kazanmalıdır.Yani mesele sadece daha fazla uluslararası dergide makale yayımlamak değil; Türk muhasebe düşüncesinin, kendi tarihsel, sosyolojik ve kültürel bağlamından beslenen özgün katkılarını evrensel akademik tartışmaların içine dahil edebilmelir.
Bugün birçok akademik disiplin gibi muhasebe de büyük ölçüde Batı merkezli epistemolojilerle şekillenmektedir. “Uluslararasılaşma” çoğunlukla Batı’da kabul görmüş kavram ve yöntemlerin Türkiye’ye tercüme edilmesiyle sınırlı kalmaktadır. Ancak asıl ihtiyaç, Türkiye’nin kendi tarihsel bağlamı ve deneyiminden doğan kavramsal zenginliği tercüme ettirebilecek bir özgüven ve bilimsel kapasite inşa etmektir. Yani Türk akademisyeni pasif bir alıcı değil, aktif bir kurucu olmalıdır.
Türkiye’deki muhasebe pratiği Osmanlı’dan günümüze dek devlet-toplum ilişkileri, bürokrasi, merkezileşme, kriz yönetimi ve gayriresmilik gibi çok katmanlı toplumsal dinamiklerle iç içedir. Bu zemin, evrensel kavramlarla “örtüştürülmeden” anlaşılmaz. Örneğin, kayıt dışılık sadece bir teknik sorun değil; devlet, toplum ve güven ilişkisinin bir yansımasıdır. İşte bu türden bağlamlara sahip olan Türkiye, eleştirel muhasebe literatürüne neoliberalizmin ötesinde tarihsel-sosyolojik katkılar sunabilir.
Uluslararası dergilerde yer almanın ön koşulu elbette güçlü bir İngilizce akademik yazım kapasitesidir. Ancak bu sadece teknik bir çeviri süreci değil; aynı zamanda kavramsal ve kültürel bir aktarım meselesidir. Türk akademisyeni kendi özgün sorun alanlarını, Batı’nın epistemolojik süzgeçlerine yedirmeden ama onlarla diyalog kurabilecek şekilde formüle edebilmelidir. Bu da sadece “iyi İngilizce” değil, iyi düşünülmüş İngilizce metinler üretmeyi gerektirir.
Eleştirel düşünce, yalnızca uluslararası platformlarda değil, kendi toplumsal bağlamında da gelişmelidir. Türkçe yapılan bilimsel üretim, yalnızca yerel politika belgeleri ya da ders kitapları değil, teorik ve eleştirel katkılar açısından da zenginleşmelidir. Türkçede derinleşmeden İngilizcede özgünleşmek mümkün değildir. Aksi takdirde, sadece ithal kavramların yerli örneklerle süslendiği, içi boş bir akademik vitrinle yetinilir.
Bu bağlamda Türk muhasebe akademisyenlerinin misyonu, sadece evrensel olanı yerlileştirmek değil; yerel olanı evrenselleştirmek olmalıdır. Latin Amerika’daki decolonial epistemoloji hareketi gibi, Türkiye de kendi tarihsel-sosyoekonomik deneyimlerinden beslenen bir eleştirel muhasebe epistemolojisi geliştirebilir. Bu, küresel akademide sadece yer almak değil, yön vermek anlamına gelir.
Kaynakça
Agarwal, A., & Joshi, P. (1991). Accounting practices in developing countries: A study of India and Turkey. International Journal of Accounting, 26(1), 43–60.
Bigoni, M. (2025). The struggle for voice: Italian critical accounting scholars and the global field. Critical Perspectives on Accounting, Advance online publication.
Bourdieu, P. (1991). Language and symbolic power. Harvard University Press.
Cooper, D. J. (1984). The impact of accounting on organizational reality. Accounting, Organizations and Society, 9(1), 31–48.
Gray, R. (2002). The social accounting project and Accounting Organizations and Society: Privileging engagement, imaginings, new accountings and pragmatism over critique?. Accounting, Organizations and Society, 27(7), 687–708.
Nyor, T., Musa, A. H., & Bello, A. (2022). Language and financial reporting: An exploratory study on translation challenges. Journal of International Accounting Research, 21(3), 89–104.
Tardi, D. (2021). Linguistic imperialism in academia: The dominance of English in scholarly publishing. Language Policy, 20(3), 321–339.
Yamak, S., & Üsdiken, B. (2006). Economic liberalization and the antecedents of top management teams: Evidence from Turkish family-owned businesses. Organization Studies, 27(4), 701–723.