
İlk Söz: Sistem bozuk değil…Sistem bu….Sistem şirket kapitalizmi …Bu sistem, yalnızca malların değil, hayallerin de alınıp satıldığı bir pazar. Bu sistem, zenginliği değil yoksulluğu büyütmekte; kalkınmayı değil, çöküşü finanse etmekte. Kamu malına çökmek artık suç değil, “kurumsal strateji” . #Kapitalizm #SistemEleştirisi
Öz
Yirminci yüzyılın sonları ve yirmi birinci yüzyılın başları, bilim ve teknolojide benzeri görülmemiş bir hızda ilerlemeye sahne olmaktadır. Özellikle biyoteknoloji ve genetik mühendisliği alanındaki çığır açıcı keşifler, yalnızca yaşam bilimlerini değil, aynı zamanda ekonomik ve toplumsal yapıları da derinden etkileme potansiyeli taşımaktadır. Güncel biyoteknolojik gelişmelerin ve popüler kültürdeki yansımalarının, ekonomik sistemlerde gözlemlenen dönüşümlerle olan ilişkiler gözönüne alınarak özellikle, genetik mühendisliği alanındaki ilerlemelerin tetiklediği potansiyel ekonomik ve etik sonuçlar, Şirket Kapitalizmi, Tekno-Kapitalizm ve Paydaş Kapitalizmi kavramları çerçevesinde, tarihsel bir paralellik kurularak “Yeni Merkantilizm” olarak adlandırılabilecek bir perspektifle analiz edilmektedir. Popüler kültür referansları (Time dergisi, Jurassic World, The Fly, Jurassic Park, Melekler ve Şeytanlar) aracılığıyla sunulan metaforik anlatılar, bilimsel ilerlemenin ekonomik sistemler üzerindeki derin ve karmaşık etkilerini anlamak için bir çerçeve sunmaktadır.Bu bağlamda, Time dergisinin kapağında yer alan yeniden canlandırılmış kurt yavruları gibi sembolik olaylar ve popüler kültürdeki yansımaları (örneğin, Jurassic World serisinin sosyal medya etkileşimi), bu gelişmelerin hem heyecan verici hem de potansiyel risklerle dolu doğasını gözler önüne sermektedir. Bu makale, bu tür bilimsel ilerlemelerin günümüz ekonomik sistemleri olan Şirket Kapitalizmi, Tekno-Kapitalizm ve giderek önem kazanan Paydaş Kapitalizmi anlayışıyla nasıl bir etkileşim içinde olduğunu incelemeyi amaçlamaktadır. Ayrıca, bu etkileşimi tarihsel bir perspektife oturtarak, modern gelişmelerin “Yeni Merkantilizm” olarak adlandırılabilecek bir yeniden yorumunu sunmayı hedeflemektedir.Bu çalışma, Türkiye’de son kırk yılda kamusal varlıkların şirket kapitalizmi ekseninde özel sermayeye devrini ve bunun doğurduğu ekonomik, sosyal ve kültürel sonuçları eleştirel bir perspektifle irdelemektedir. Özelleştirme politikalarının ve neoliberal yapısal dönüşümlerin, halkın ortak mülkiyetini nasıl sermaye birikim rejimlerine tabi kıldığı açıklanırken; medya, üniversite, tarım ve çevre politikaları gibi alanlardaki yansımalar da analiz edilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Şirket kapitalizmi, özelleştirme, kamu varlıkları, neoliberalizm, sermaye birikimi, medya, tarım, çevre
Giriş
Şirket kapitalizmi, tekno-kapitalizm ve paydaş kapitalizmi kavramları, farklı vurgulara sahip olsalar da, özünde benzer ekonomik sistemlerin çağdaş tezahürleri olarak analiz edilebilir. Bu sistemlerin kökeninde, ekonomik faaliyetlerde devletin merkezi bir rol oynadığı ve zenginlik birikiminin öncelikli amaç olduğu Merkantilizm’in tarihsel mirası yatmaktadır (Heckscher, 1931). Günümüzde ise, özellikle biyoteknoloji, bilgi teknolojileri ve nanoteknoloji gibi alanlardaki hızlı inovasyonlar, ekonomik yapıyı derinden etkileyerek tekno-kapitalizm olarak adlandırılan yeni bir aşamaya evrilmesine neden olmaktadır (Schiller, 1999).
Bu bağlamda, Time dergisinin yakın tarihli bir kapağında yer alan on bin yıl öncesine ait bir kurdun DNA’larından yeniden canlandırılan beyaz kurt yavrularına ilişkin görsel ve Jurassic World X hesabının bu gönderiye yaptığı ironik yorum, tekno-kapitalizmin belirgin özelliklerini ve beraberinde getirebileceği potansiyel riskleri kavramsal düzeyde anlamak için dikkat çekici bir örnek sunmaktadır. Jurassic Park filminde fosilleşmiş bir sivrisinekten elde edilen DNA aracılığıyla dinozorların yeniden yaratılması anlatısı, genetik manipülasyonun hem çığır açıcı potansiyelini hem de öngörülemeyen sonuçlarını alegorik bir biçimde temsil etmektedir (Crichton, 1990). Jeff Goldblum’un söz konusu filmde ve DNA düzeyinde birleşme sonucu mutasyona uğrayan bir karakteri canlandırdığı The Fly (Sinek) filmindeki rolleri, bu metaforik ilişkiyi daha da güçlendirmektedir. Sinek temasının, kâğıt oyunlarındaki en değersiz karttan (sinek ikili) en büyük etkilere yol açabilecek gelişmelere uzanan yorumu ise, küçük ölçekli başlangıçların zamanla geniş ve etkili sonuçlar doğurabileceği fikrini sembolize etmektedir. Bu durum, kapitalist sistemin inovasyon ve büyüme dinamiklerini yansıtırken, aynı zamanda kontrolsüz ilerlemenin potansiyel tehlikelerine de işaret etmektedir (Bostrom, 2009).
Simgebilimci Robert Langdon karakterinin Dan Brown’ın Melekler ve Şeytanlar romanındaki antimadde arayışı gibi bir zamanlar ütopik addedilen bilimsel kavramların günümüzde somut gerçekliklere dönüşmeye başlaması, tekno-kapitalizmin bilimsel araştırmalara yaptığı yoğun yatırımların ve bu yatırımların potansiyel olarak “imkansız” olarak görünen sonuçlar üretebileceği düşüncesini desteklemektedir (Brown, 2000). Ancak bu türden bilimsel ve teknolojik ilerleme arayışları, Merkantilizm dönemindeki sınırsız zenginlik arayışına benzer bir biçimde, etik ve toplumsal sonuçların yeterince değerlendirilmemesi riskini de beraberinde getirebilir (Polanyi, 1944).
Metinde yer alan “en büyük kartların açıldığı bir döneme şahit oluyoruz” ifadesi, Merkantilizm’in temel özelliklerinden biri olan yoğun rekabet ortamını ve ulusların (günümüzde ise küresel şirketlerin) sürekli olarak daha fazla ekonomik ve siyasi güç elde etme arayışını çağrıştırmaktadır (Gilpin, 2001). Merkantilist dönemde devletin ekonomik faaliyetlere aktif müdahalesi ve ihracatın teşvik edilmesi gibi politikalar, günümüzdeki uluslararası şirketlerin küresel pazarlarda rekabet avantajı elde etme çabaları ve devletlerle kurdukları karmaşık ilişkilerle paralellikler göstermektedir (Strange, 1996). Tekno-kapitalizmde ise bu rekabet, teknolojik üstünlük ve sürekli inovasyon yoluyla daha da yoğunlaşmış ve Schumpeter’in (1942) “yaratıcı yıkım” teorisinin pratik bir uygulaması haline gelmiştir.
Sonuç olarak, yeniden canlandırma teknolojileri, genetik manipülasyon ve bir zamanlar ütopik olarak görülen bilimsel hedeflerin gerçekleşmesi gibi unsurlar, tekno-kapitalizmin bilim ve teknolojiye yaptığı stratejik yatırımları, bu yatırımların potansiyelini ve beraberinde getirebileceği riskleri, etik tartışmaları ve sürekli büyüme imperatifini yansıtmaktadır. Bu durum, Merkantilizm’in rekabetçi ve zenginlik odaklı doğasının günümüzdeki şirket kapitalizmi ve tekno-kapitalizm bağlamında nasıl bir dönüşüm geçirdiğine dair önemli bir analitik çerçeve sunmaktadır. Paydaş kapitalizmi kavramı ise, bu teknolojik ve ekonomik gelişmelerin yalnızca şirketlerin finansal getirilerini değil, aynı zamanda tüm ilgili tarafların (çalışanlar, tüketiciler, toplum ve çevre) refahını da gözetmesi gerektiği yönündeki güncel tartışmaları gündeme taşımaktadır (Freeman et al., 2010).
2. Kavramsal/Kuramsal Çerçeve (Gerekçeler ve Bağlantılı Konular): Şirket Kapitalizmi Nedir?
2. Kavramsal/Kuramsal Çerçeve: Şirket Kapitalizmi ve Tekno-Feodalizm Tartışmaları
Bu bölüm, şirket kapitalizmi kavramını ve günümüz ekonomik sistemini anlamak için önem taşıyan tekno-feodalizm tartışmalarını incelemektedir. Son yıllarda öne sürülen tekno-feodalizm tezi, geleneksel kapitalist dinamiklerin önemli ölçüde değişime uğradığını ve yeni bir ekonomik düzenin ortaya çıktığını savunmaktadır (Varoufakis, 2023). Bu bağlamda, şirket kapitalizmi anlayışı, bu dönüşümün anlaşılması için kritik bir zemin sunmaktadır.
2.1. Şirket Kapitalizmi: Tanım ve Temel Özellikler
Şirket kapitalizmi, genel olarak kamu kaynaklarının özel sektörün sermaye birikimi lehine olacak şekilde yeniden yapılandırılması olarak tanımlanabilir (Harvey, 2005). Bu modelde devlet, klasik liberalizmin öngördüğü tarafsız bir hakem rolünden ziyade, aktif bir aktör olarak ekonomik süreçlere müdahale eder. Devletin temel işlevi, sermaye birikimini desteklemek, yönlendirmek ve kolaylaştırmak haline gelir. Bu durum, kamu politikalarının ve kaynaklarının öncelikli olarak şirketlerin ve büyük sermaye sahiplerinin çıkarlarını gözetecek şekilde şekillenmesine yol açabilir.
David Harvey (2005), şirket kapitalizmini “birikim yoluyla el koyma” (accumulation by dispossession) kavramı üzerinden açıklamaktadır. Bu kavram, kapitalist sistemin yalnızca üretim yoluyla değil, aynı zamanda kamu varlıklarının özelleştirilmesi, doğal kaynakların tahribi, finansal spekülasyonlar ve fikri mülkiyet haklarının genişletilmesi gibi mekanizmalarla da sermaye birikimini sağladığını ifade eder. Şirket kapitalizmi bağlamında, devletin bu el koyma süreçlerini kolaylaştırıcı veya doğrudan uygulayıcı bir rol üstlenmesi söz konusudur.
2.2. Tekno-Feodalizm Tezi: Kapitalizmin Dönüşümü mü, Yeni Bir Sistem mi?
Yanis Varoufakis (2023) gibi düşünürler, günümüz kapitalizminin temel dinamiklerinin köklü bir değişim geçirdiğini ve “tekno-feodalizm” olarak adlandırdıkları yeni bir sistemin ortaya çıktığını ileri sürmektedirler. Bu teze göre, kapitalizmin temel unsurları olan kâr ve piyasalar, Büyük Teknoloji şirketlerinin ve merkez bankalarının yarattığı “bulut sermayesi”nin hegemonyası altında dönüşüme uğramıştır.
Varoufakis (2023), bu dönüşümü şu şekilde açıklamaktadır:
- Bulut Sermayesinin Hegemonyası: Büyük teknoloji şirketleri, sahip oldukları devasa veri merkezleri ve algoritmalar aracılığıyla yeni bir tür “bulut sermayesi” yaratmışlardır. Bu sermaye, kullanıcıların her tıklaması ve kaydırmasıyla sürekli olarak değer üretir ve bu değerin büyük bir kısmı bu şirketlerin kontrolünde kalır.
- Piyasaların Dönüşümü: Geleneksel serbest piyasa mekanizmaları, büyük teknoloji platformlarının algoritmik kontrolü altında giderek daha fazla şekillenmektedir. Bu platformlar, kullanıcıların davranışlarını yönlendirerek ve piyasa erişimini kontrol ederek rekabeti sınırlayabilir ve kendi çıkarlarını maksimize edebilirler.
- Verinin Metalaşması: Kullanıcıların kişisel verileri, bu yeni sistemin temel hammaddesi haline gelmiştir. Teknoloji şirketleri, bu verileri toplayarak, işleyerek ve satarak önemli ölçüde kâr elde etmektedirler. Bu durum, insanların farkında olmadan her gün teknoloji devleri için “ücretsiz” çalıştıkları anlamına gelebilir (Varoufakis, 2023).
- Reel Ekonomi ve Finans Arasındaki Kopuş: Varoufakis (2023), reel ekonomi ile finans arasındaki bağın giderek koptuğunu ve bunun tekno-feodalizmin bir işareti olduğunu belirtmektedir. Tahvil ve hisse senedi fiyatlarının normalde zıt yönlerde hareket etmesi beklenirken, son dönemde eş zamanlı yükselişler veya düşüşler gözlemlenmektedir. Bu durum, finansal piyasaların reel ekonomik temellerden uzaklaştığına işaret edebilir.
Tekno-feodalizm tezi, 21. yüzyıl kapitalizminin “gözetim kapitalizmi” (surveillance capitalism) olarak da adlandırılan bir aşamasına işaret etmektedir (Zuboff, 2019). Bu çerçevede, bireylerin verileri sürekli olarak toplanmakta, analiz edilmekte ve davranışlarını tahmin etmek ve etkilemek amacıyla kullanılmaktadır. Bu durum, bireylerin özerkliği ve özgürlüğü üzerinde önemli etkiler yaratmaktadır.
2.3. Şirket Kapitalizmi ve Tekno-Feodalizm Arasındaki İlişki
Şirket kapitalizmi anlayışı, tekno-feodalizm tezinin daha iyi anlaşılması için önemli bir bağlam sunmaktadır. Devletin ekonomik süreçlerde aktif bir rol üstlenmesi ve sermaye birikimini destekleyici politikalar izlemesi, büyük teknoloji şirketlerinin bu denli güçlenmesine ve yeni bir ekonomik düzenin ortaya çıkmasına zemin hazırlamış olabilir. Devletin regülasyon eksikliği veya yetersizliği, bu şirketlerin piyasaları domine etmelerini ve kullanıcı verilerini kontrol etmelerini kolaylaştırmış olabilir.
Sonuç olarak, şirket kapitalizmi ve tekno-feodalizm tartışmaları, günümüz ekonomik sisteminin geçirdiği dönüşümü anlamak için kritik öneme sahiptir. Devletin rolü, teknoloji şirketlerinin gücü, verinin metalaşması ve piyasa dinamiklerindeki değişimler, bu yeni ekonomik düzenin temel özelliklerini oluşturmaktadır. Bu çerçeve, ilerleyen bölümlerde yapılacak analizler için önemli bir zemin sağlayacaktır.
3. Türkiye’de Özelleştirme Uygulamaları ve Kamu Varlıklarının Özel Sektöre Devri: Eleştirel Bir Bakış
Türkiye ekonomisi, 1980’li yıllardan itibaren küresel neoliberal politikaların etkisiyle kapsamlı bir dönüşüm sürecine girmiş olup, bu sürecin temel bileşenlerinden birini kamu iktisadi teşebbüslerinin (KİT’ler) özelleştirilmesi oluşturmuştur (Boratav, 2003). Şirket kapitalizminin dünya genelindeki yükselişiyle eş zamanlı olarak Türkiye’de hayata geçirilen özelleştirme uygulamaları, önemli kamu varlıklarının özel sektör aktörlerine devrini hızlandırmış ve ülkenin ekonomik yapısında derin ve kalıcı izler bırakmıştır (Yeldan, 2001). Bu bağlamda, bu bölüm Türkiye’deki özelleştirme sürecinin tarihsel gelişimini, gerekçelerini, uygulanan yöntemleri ve kamu varlıklarının devrini incelemekte, ardından bu uygulamaların ekonomik ve sosyal etkilerini eleştirel bir perspektifle değerlendirmektedir.
3.1.Türkiye’de Özelleştirme Sürecinin Evrimi ve Temel Gerekçeleri
Türkiye’de özelleştirme düşüncesi ilk olarak 1980’li yılların başlarında tartışılmaya başlanmış ve 1984 yılında yasal bir çerçeveye oturtulmuştur (Özden, 2000). Ancak, özelleştirme uygulamaları asıl ivmesini 1990’lı yılların sonu ve 2000’li yılların başlarında kazanmıştır. 1986 yılında kurulan Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve 1994 yılında faaliyete geçen Özelleştirme Yüksek Kurulu, kamu varlıklarının özel sektöre devir sürecini kurumsal bir yapıya kavuşturmuştur (Yeldan, 2001). Hükümetler tarafından sıklıkla dile getirilen özelleştirme uygulamalarının temel gerekçeleri literatürde şu şekilde özetlenmektedir:
- Ekonomik Verimliliğin Artırılması: KİT’lerin bürokratik işleyişi, siyasi müdahalelere açık olmaları ve rekabet baskısının sınırlı olması nedeniyle verimsiz çalıştıkları ileri sürülmüştür. Özel sektörün dinamizmi, etkin yönetim anlayışı ve rekabetçi piyasa koşulları sayesinde bu verimliliğin artırılacağı savunulmuştur (Boyacıoğlu & Koç, 2010).
- Mali Disiplinin Sağlanması: Özelleştirme yoluyla elde edilecek gelirlerin bütçe açıklarının finansmanında kullanılması, kamu borcunun azaltılması ve genel kamu maliyesinin güçlendirilmesi hedeflenmiştir (Celasun, Gelgeç, & Tansel, 2002).
- Rekabet Ortamının Oluşturulması: KİT’lerin bazı sektörlerde tekel veya oligopol konumunda bulunması nedeniyle rekabetin sınırlı olduğu ve bu durumun tüketici refahını olumsuz etkilediği belirtilmiştir. Özelleştirme ile piyasaların serbestleşeceği ve rekabetin artacağı öngörülmüştür (Akyüz, 2005).
- Yabancı Sermaye Girişinin Teşvik Edilmesi: Özelleştirme uygulamalarının ülkeye doğrudan yabancı yatırım girişini sağlayacağı, teknoloji transferini hızlandıracağı ve Türkiye’nin uluslararası rekabet gücünü artıracağı iddia edilmiştir (Togan, 2003).
- Devletin Ekonomideki Rolünün Sınırlandırılması: Neoliberal ideolojinin etkisiyle, devletin ekonomik faaliyetlerden çekilerek temel görevleri olan düzenleme ve denetleme fonksiyonlarına odaklanması gerektiği savunulmuştur (Öniş, 1998).
3.2.Özelleştirme Yöntemleri ve Kamu Varlıklarının Devri
Türkiye’deki özelleştirme sürecinde çeşitli yöntemler uygulanmıştır. Bu yöntemler, kamu varlıklarının niteliğine, piyasa koşullarına ve hükümetin stratejik tercihlerine göre farklılık göstermiştir. Başlıca özelleştirme yöntemleri şunlardır:
- Blok Satış: Kamu teşebbüslerinin veya iştiraklerinin hisselerinin tamamının veya büyük bir bölümünün stratejik yatırımcılara, genellikle yerli veya yabancı büyük sermaye gruplarına doğrudan satılmasıdır (Ercan & Tulga, 2012).
- Halka Arz: Kamu şirketlerinin hisselerinin bir kısmının veya tamamının sermaye piyasaları aracılığıyla bireysel ve kurumsal yatırımcılara sunulmasıdır (Şahin, 2007).
- Varlık Satışı: KİT’lere ait olan arazi, bina, tesis gibi taşınır ve taşınmaz varlıkların doğrudan özel sektör aktörlerine satılmasıdır.
- İşletme Hakkı Devri: Kamu hizmetlerinin sunulması için gerekli olan bazı tesislerin veya hizmetlerin işletme hakkının belirli bir süre için özel sektöre devredilmesi modelidir (örneğin, yap-işlet-devret projeleri) (Akdoğan, 2004).
Bu yöntemler aracılığıyla telekomünikasyon (Türk Telekom), enerji (TÜPRAŞ, elektrik dağıtım şirketleri), ulaştırma (limanlar, havaalanları), petrokimya (PETKİM), bankacılık gibi stratejik öneme sahip sektörlerde faaliyet gösteren çok sayıda KİT ve kamu varlığı özel sektöre devredilmiştir (ÖİB, çeşitli yıllar). Özellikle 2000 sonrası dönemde, bu devirler hız kazanmış ve Türkiye ekonomisinin temel dinamiklerini etkilemiştir (Yeldan, 2001).
3.3.Özelleştirme Uygulamalarının Ekonomik ve Sosyal Etkileri: Eleştirel Bir Değerlendirme
Türkiye’deki özelleştirme uygulamalarının ekonomik ve sosyal sonuçları, akademik çevrelerde ve kamuoyunda yoğun tartışmalara neden olmuştur. Farklı perspektiflerden yapılan değerlendirmeler, özelleştirmenin hem olumlu hem de olumsuz etkilerinin olduğunu göstermektedir.
Ekonomik Etkiler:
- Özelleştirme Gelirleri: Özelleştirme yoluyla önemli miktarda gelir elde edilmiş olsa da (ÖİB, çeşitli yıllar), bu gelirlerin büyük bir bölümünün bütçe açıklarının finansmanında kullanıldığı ve uzun vadeli, stratejik yatırımlara yeterince yönlendirilemediği eleştirisi yaygındır (Kazgan, 2007).
- Verimlilik Artışı: Bazı özelleştirilen kuruluşlarda verimlilik artışı gözlemlenmekle birlikte (örneğin, telekomünikasyon sektöründe), bu artışın genellikle istihdam azaltma ve fiyat artışları pahasına gerçekleştiği yönünde eleştiriler bulunmaktadır (Bakır & Soyak, 2011). Ayrıca, bazı durumlarda özelleştirme sonrası beklenen verimlilik artışının sağlanamadığı da görülmüştür (Çelik, 2009).
- Rekabet Ortamı: Bazı sektörlerde (örneğin, bazı telekomünikasyon hizmetlerinde) rekabetin arttığı söylenebilirse de, bazı özelleştirmeler sonucunda özel sektörde de tekel veya oligopol yapıların oluştuğu ve bu durumun beklenen rekabet avantajlarını sınırladığı gözlemlenmiştir (Ercan, 2015).
- Yabancı Sermaye Girişi: Özelleştirme, Türkiye’ye önemli miktarda yabancı sermaye girişini sağlamıştır (Togan, 2003). Ancak, bu sermayenin uzun vadeli kalkınmaya, teknoloji transferine ve katma değerli üretime ne kadar katkı sağladığı ve karlılık transferleri yoluyla ülke ekonomisine olan net katkısı tartışma konusudur (Seyidoğlu, 2009).
Sosyal Etkiler:
- İstihdam Kayıpları: Özelleştirilen kuruluşlarda, özellikle rasyonelleştirme ve yeniden yapılandırma süreçlerinde önemli ölçüde istihdam kayıpları yaşanmıştır. Bu durum, işsizlik oranlarının artmasına ve sosyal refahın azalmasına katkıda bulunmuştur (Adaman & Keyder, 2006).
- Fiyat Artışları: Özellikle enerji ve telekomünikasyon gibi temel hizmetlerin özelleştirilmesi sonrasında, bu hizmetlerin fiyatlarında значительные artışlar yaşanmış ve bu durum tüketicilerin ekonomik yükünü artırmıştır (Şahin & Yılmaz, 2010).
- Kamu Hizmetlerinin Erişilebilirliği: Sağlık ve eğitim gibi bazı kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi veya ticarileştirilmesi yönündeki eğilimler, bu hizmetlere erişimin zorlaşması ve eşitsizliklerin artması endişelerini beraberinde getirmiştir (Savaş, 2000).
- Sosyal Eşitsizliklerin Artması: Özelleştirme gelirlerinin dağılımındaki adaletsizlikler ve özelleştirme süreçlerinde yaşanan şeffaflık ve hesap verebilirlik sorunları, sosyal eşitsizliklerin derinleşmesine katkıda bulunduğu yönünde eleştirilere neden olmuştur (Zengin, 2013). Ayrıca, bazı kamu varlıklarının değerinin altında satıldığına dair iddialar, kamu kaynaklarının etkin kullanımı konusunda soru işaretleri yaratmıştır.
3.4.Şirket Kapitalizmi Bağlamında Özelleştirme
Türkiye’deki özelleştirme uygulamaları, küresel şirket kapitalizminin yaygınlaşması ve neoliberal ideolojinin egemenliğiyle yakından ilişkilidir (Harvey, 2005). Kamu varlıklarının özel sektöre devri, büyük yerli ve yabancı şirketlerin ekonomik gücünü önemli ölçüde artırmış ve piyasa üzerindeki etkilerini derinleştirmiştir. Özelleştirme süreci, kamu yararının gözetilmesi, şeffaflık, hesap verebilirlik ve rekabetin korunması gibi temel ilkeler açısından zaman zaman eleştirilmiştir (Tanzi, 2005). Özellikle stratejik sektörlerdeki özelleştirmelerin uzun vadeli etkileri, ulusal çıkarlar üzerindeki potansiyel riskleri ve bu sektörlerde yabancı sermayenin artan rolü sürekli olarak tartışılmaktadır (Waterman, 1998).
Türkiye’de özelleştirme uygulamaları, şirket kapitalizminin yükselişiyle birlikte ekonomik politika araçlarının önemli bir parçasını oluşturmuş ve kamu varlıklarının önemli bir bölümünün özel sektöre devredilmesine yol açmıştır. Özelleştirmenin ekonomik verimliliği artırma, mali disiplini sağlama ve rekabet ortamı oluşturma gibi gerekçeleri bulunmakla birlikte, uygulamaların istihdam kayıpları, fiyat artışları, sosyal eşitsizliklerin artması ve kamu hizmetlerine erişimin zorlaşması gibi olumsuz sonuçları da olmuştur. Şirket kapitalizmi perspektifinden bakıldığında, özelleştirme pratikleri büyük şirketlerin ekonomik gücünü pekiştirmiş ve kamu yararının ne ölçüde gözetildiği sorusunu gündeme getirmiştir. Gelecekteki özelleştirme politikalarının belirlenmesinde, geçmiş deneyimlerden elde edilen derslerin dikkate alınması, şeffaflık, hesap verebilirlik ilkelerinin ön planda tutulması ve kamu yararının en üst düzeyde gözetilmesi büyük önem arz etmektedir.
4. Sermaye-Medya İlişkisi ve Hegemonik Sessizlik
Küreselleşen dünyada şirket kapitalizmi, ekonomik sistemlerin temelini oluştururken, medya da bu sistemin işleyişinde kritik bir rol oynamaktadır (Herman & Chomsky, 1988). Türkiye özelinde incelendiğinde, sermaye ve medya arasındaki iç içe geçmiş ilişkiler ağı, hegemonik bir sessizliğin oluşmasına ve sürdürülmesine katkıda bulunmaktadır. Bu bölümde, Türkiye’deki şirket kapitalizminin temel dinamikleri, sermaye ve medya arasındaki karmaşık ilişki ve bu ilişkinin hegemonik sessizlik üzerindeki etkileri analiz edilecektir.
4.1.Şirket Kapitalizminin Türkiye’deki Yükselişi
Türkiye ekonomisi, 1980 sonrası dönemde uygulanan neoliberal politikalar neticesinde önemli yapısal dönüşümler geçirmiştir (Boratav, 2003). Kamu iktisadi teşebbüslerinin özelleştirilmesi, dış ticarete açılma ve serbest piyasa ekonomisine geçiş gibi uygulamalar, şirketlerin ekonomik alandaki ağırlığını kayda değer ölçüde artırmıştır. Günümüzde, büyük holdingler ve şirketler, yalnızca ekonomik faaliyet alanlarında değil, aynı zamanda medya, enerji, inşaat gibi stratejik sektörlerde de önemli bir güce erişmişlerdir (Yeşil, 2016). Bu yoğunlaşma, sermayenin belirli ellerde toplanmasına ve ekonomik karar alma süreçleri üzerinde etkili olmasına zemin hazırlamıştır.
4.2.Sermaye ve Medya İlişkisinin Çok Boyutluluğu
Türkiye’de sermaye ve medya arasındaki ilişki, çeşitli boyutlarda kendini gösteren karmaşık bir yapı arz etmektedir:
- Medya Sahipliği: Türkiye medya sektöründe, büyük medya kuruluşlarının önemli bir bölümünün doğrudan veya dolaylı olarak büyük holdinglerin mülkiyetinde olduğu görülmektedir (Özsoy, 2019). Bu sahiplik yapısı, medya organlarının yayın politikalarının, sahibi olan şirketlerin ticari ve siyasi çıkarları doğrultusunda şekillenmesi potansiyelini beraberinde getirmektedir.
- Reklam İlişkileri: Şirketler, medya kuruluşları için önemli bir gelir kaynağı olan reklamları aracılığıyla ekonomik bir bağımlılık ilişkisi tesis etmektedirler. Bu ekonomik bağımlılık, medyanın şirketler aleyhine eleştirel yayınlar yapma konusunda çekinceli davranmasına neden olabilmektedir. Reklam gelirlerinin kesilmesi veya azaltılması olasılığı, oto-sansür mekanizmalarını tetikleyebilmektedir (Bagdikian, 2004).
- Çapraz Mülkiyet: Bazı büyük sermaye grupları, medya sektörünün yanı sıra, enerji, inşaat, telekomünikasyon gibi farklı sektörlerde de faaliyet göstermektedir (Yılmaz, 2018). Bu çapraz mülkiyet yapısı, bir sektördeki olumsuz gelişmelerin diğer sektörlerdeki medya organları aracılığıyla örtbas edilmesine veya farklı bir şekilde sunulmasına olanak tanıyabilmektedir.
- Siyasi İttifaklar: Büyük sermaye grupları, siyasi iktidarlarla karşılıklı çıkar ilişkisine dayalı yakın ilişkilere sahip olabilmektedirler (Aktaş, 2020). Bu durum, iktidara yakın medya organlarının şirketlerin lehine yayınlar yapmasına veya aleyhlerindeki haberleri göz ardı etmesine yol açabilmektedir. Aynı zamanda, siyasi baskılar da medyanın bağımsızlığını zedeleyebilmektedir (Freedom House, 2024).
4.3.Hegemonik Sessizlik ve Sonuçları
Sermaye ve medya arasındaki bu çok boyutlu ve iç içe geçmiş ilişkiler ağı, Türkiye’de hegemonik bir sessizliğin oluşmasına ve sürdürülmesine önemli ölçüde katkıda bulunmaktadır. Hegemonik sessizlik kavramı, Gramsci’nin (1971) hegemonya teorisi çerçevesinde, belirli konuların, sorunların veya eleştirel bakış açılarının medya tarafından ya tamamen göz ardı edilmesi ya da marjinalleştirilerek kamuoyunda yeterince tartışılmasının engellenmesi anlamına gelmektedir. Bu durumun çeşitli olumsuz sonuçları bulunmaktadır:
- Eleştirel Seslerin Bastırılması: Şirketlerin veya siyasi iktidarın çıkarlarına ters düşen eleştirel sesler, ana akım medya organlarında yeterince yer bulamaz veya itibarsızlaştırılmaya çalışılır (McChesney, 1999). Bu durum, farklı ve muhalif görüşlerin kamuoyuna ulaşmasını zorlaştırarak düşünce çeşitliliğini sınırlar.
- Kamuoyunun Manipülasyonu: Medya, şirketlerin veya iktidarın söylemlerini yaygınlaştırarak kamuoyunun belirli konularda yönlendirilmesine hizmet edebilir. Eleştirel analizlerin ve farklı perspektiflerin eksikliği, kamuoyunun bilinçli ve özgürce karar verme yeteneğini zayıflatır (Lippmann, 1922).
- Sosyal Adaletsizliklerin Görünmez Kılınması: Şirket kapitalizminin neden olduğu eşitsizlikler, işçi hakları ihlalleri, çevre sorunları gibi toplumsal sorunlar, medyanın sessizliği veya sınırlı eleştirisi nedeniyle kamuoyunda yeterince tartışılmaz. Bu durum, sosyal adaletsizliklerin sürmesine ve derinleşmesine katkıda bulunur (Ryan, 2001).
- Demokratik Katılımın Zayıflaması: Farklı görüşlerin ve eleştirel analizlerin olmadığı bir medya ortamı, vatandaşların bilinçli bir şekilde siyasi ve ekonomik süreçlere katılımını zorlaştırır. Hegemonik sessizlik, demokratik tartışma zeminini daraltarak katılımcı demokrasi idealinden uzaklaşmaya neden olur. Türkiye’nin basın özgürlüğü endekslerindeki düşük sıralaması (Sınır Tanımayan Gazeteciler, 2024), bu hegemonik yapının somut bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Türkiye’de şirket kapitalizmi ve medya arasındaki derin ve karmaşık ilişkiler, hegemonik bir sessizliğin önemli bir kaynağını teşkil etmektedir. Medya sahipliği yapısı, reklam bağımlılığı, çapraz mülkiyet ve siyasi ittifaklar gibi faktörler, medyanın eleştirel ve bağımsız bir şekilde işlemesini güçleştirmektedir. Bu durum, eleştirel seslerin bastırılmasına, kamuoyunun manipülasyonuna, sosyal adaletsizliklerin görünmez kılınmasına ve demokratik katılımın zayıflamasına yol açmaktadır. Türkiye’de daha çoğulcu, katılımcı ve adil bir toplumun inşa edilebilmesi için, sermaye ve medya arasındaki bu bağımlılık ilişkisinin eleştirel bir şekilde sorgulanması ve medyanın bağımsızlığının güçlendirilmesi hayati bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda, medya çeşitliliğini destekleyici politikaların geliştirilmesi, şeffaflık mekanizmalarının güçlendirilmesi ve gazetecilik etik ilkelerinin etkin bir şekilde korunması gibi adımların atılması önem arz etmektedir.
2012).5. Tarım, Doğa ve Bilginin Ticarileşmesi: Şirket Kapitalizminin Türkiye Üzerindeki Yıkıcı Etkisi
Küresel kapitalist sistemin periferik bir parçası olarak Türkiye, son yıllarda neoliberal politikaların etkisiyle şirket kapitalizminin derinleştiği bir dönüşüm geçirmektedir (Boratav, 2008). Bu süreç, yalnızca sanayi ve hizmet sektörlerini yeniden yapılandırmakla kalmamış, aynı zamanda tarım, doğa ve bilgi gibi temel toplumsal alanları da metalaştırarak yoğun bir ticarileşme baskısı yaratmıştır. Bu bölümde, şirket kapitalizminin söz konusu alanlardaki etkileri, ilgili literatür ve ampirik kanıtlar ışığında eleştirel bir bakış açısıyla incelenecektir.
5.Şirket Kapitalizminin Türkiye Tarımına Etkileri: Gıda Egemenliğinden Şirket Kontrolüne Geçiş
Türkiye tarımı, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren desteklenen küçük aile çiftçiliği modelinden giderek uzaklaşarak, şirketleşme ve endüstrileşme yönünde önemli bir dönüşüm yaşamaktadır. Özellikle 1980 sonrası uygulanan neoliberal politikalar, tarım sektöründe piyasa mekanizmalarının güçlenmesine ve şirketlerin etkinliğinin artmasına zemin hazırlamıştır (Şahin, 2015). Şirket kapitalizminin tarım üzerindeki temel etkileri şu şekilde özetlenebilir:
- Tohum ve Girdi Piyasasının Oligopolleşmesi: Hibrit ve genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO’lu) yaygınlaşması, yerel ve atalık tohum çeşitliliğinin dramatik bir şekilde azalmasına neden olmuştur (Altındal, 2012). Bu durum, çiftçileri uluslararası tohum şirketlerine bağımlı hale getirirken, biyoçeşitliliğin kaybına ve genetik erozyona yol açmaktadır. Benzer şekilde, gübre, ilaç ve modern tarım teknolojileri gibi girdi piyasaları da büyük ölçekli şirketlerin kontrolü altındadır. Bu oligopolistik yapı, girdi maliyetlerini artırarak küçük çiftçilerin rekabet gücünü zayıflatmaktadır (Goodman, Sorj & Wilkinson, 1987).
- Büyük Ölçekli Tarım İşletmelerinin Hegemonyası: Küçük aile çiftçiliğinin sürdürülebilirliği giderek zorlaşırken, büyük ölçekli ve endüstriyel tarım işletmeleri yaygınlaşmaktadır. Bu dönüşüm, kırsal alanlarda işsizliğin artmasına, toprak mülkiyetinin yoğunlaşmasına ve tarımsal üretimin belirli şirketlerin elinde tekelleşmesine yol açma potansiyeli taşımaktadır (McMichael, 2009).
- Tarım Arazilerinin Finansallaşması: Tarım arazileri, salt üretim alanı olmaktan çıkarak, spekülatif yatırım araçları haline gelmektedir. Özellikle kentleşme baskısı altındaki kıyı bölgelerinde ve büyük metropollerin çevresinde tarım arazilerinin imara açılması veya farklı spekülatif amaçlarla kullanılması, nitelikli tarım alanlarının kaybına ve gıda güvenliği risklerinin artmasına neden olmaktadır (Harvey, 2003).
- Gıda Sisteminin Şirket Kontrolüne Entegrasyonu: Tarımsal üretimden dağıtıma, pazarlamadan perakendeye kadar tüm gıda zinciri, ulusal ve uluslararası gıda şirketlerinin artan kontrolü altına girmektedir. Bu durum, gıda fiyatlarının manipüle edilmesine, yerel ve küçük ölçekli üreticilerin piyasadan dışlanmasına ve tüketicilerin sağlıklı ve uygun fiyatlı gıdaya erişiminin zorlaşmasına yol açabilmektedir (Friedmann & McMichael, 1989).
5.1.Doğanın Ticarileşmesi: Sınırsız Birikim Hırsının Ekolojik Yıkımı
Şirket kapitalizminin temel dürtüsü olan sınırsız birikim arayışı, doğal kaynakları ve ekosistemleri metalaştırarak geri dönüşü olmayan tahribatlara neden olmaktadır (Foster, 2002). Türkiye’de doğanın ticarileşmesinin belirgin biçimleri şunlardır:
- Yıkıcı Madencilik ve Enerji Projeleri: Maden arama ve çıkarma faaliyetleri, hidroelektrik santralleri (HES’ler), termik santraller ve rüzgar enerjisi santralleri gibi enerji projeleri, geniş doğal yaşam alanlarının yok olmasına, su kaynaklarının kirlenmesine, biyoçeşitliliğin azalmasına ve yerel toplulukların yaşam alanlarının tahrip olmasına neden olmaktadır (Swyngedouw, 2013). Bu projeler genellikle büyük şirketler tarafından hayata geçirilmekte ve çevresel maliyetler göz ardı edilmektedir.
- Su Kaynaklarının Metalaşması: Su, temel bir insan hakkı olmasına rağmen, şişelenmiş su endüstrisi ve büyük sulama projeleri aracılığıyla ticari bir meta haline getirilmektedir. Su havzalarının özelleştirilmesi veya şirketlerin kontrolüne devredilmesi, suya erişim eşitsizliklerini derinleştirebilmekte ve su kıtlığı sorunlarını daha da karmaşık hale getirebilmektedir (Shiva, 2002).
- Ormanların Kaynak Olarak Sömürülmesi: Ormanlar, kereste üretimi, turizm yatırımları ve madencilik faaliyetleri gibi çeşitli ticari amaçlarla şirketlerin kullanımına açılmaktadır. Bu durum, orman ekosistemlerinin zarar görmesine, biyoçeşitliliğin azalmasına ve küresel iklim değişikliğiyle mücadelede kritik öneme sahip karbon yutak alanlarının yok olmasına yol açmaktadır (Merchant, 1980).
- Turizm Alanlarının Şirketleşmesi ve Doğal Alanların Tahribi: Doğal güzelliklere sahip kıyı şeritleri, milli parklar ve diğer korunan alanlar, büyük turizm şirketleri tarafından oteller, tatil köyleri ve diğer ticari tesislerle yapılaşmaya açılmaktadır. Bu durum, doğal alanların tahrip edilmesine, yerel ekosistemlerin bozulmasına ve turizm gelirlerinin yerel halka adil bir şekilde dağılmamasına neden olabilmektedir (Brenner & Theodore, 2002).
5.2.Bilginin Ticarileşmesi: Kamusal Faydadan Özel Mülkiyete Dönüşüm
Bilgi, modern toplumun ilerlemesi için hayati bir öneme sahip olmasına rağmen, şirket kapitalizminin etkisiyle giderek ticarileşen ve özel mülkiyete dönüşen bir meta haline gelmektedir (Castells, 2000). Bu durumun Türkiye’deki yansımaları şu şekilde gözlemlenmektedir:
- Eğitim Sisteminin Piyasalaşması: Özel okulların ve vakıf üniversitelerinin sayısının artması, eğitim hizmetlerinin kamusal bir hak olmaktan ziyade bir piyasa malı olarak algılanmasına neden olmaktadır. Bu durum, eğitimde fırsat eşitsizliğinin derinleşmesine ve eğitimin kalitesinin bölgeler ve sosyo-ekonomik gruplar arasında farklılaşmasına yol açabilmektedir (Apple, 2001).
- Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Şirketleşmesi ve Patent Rejiminin Etkisi: Bilimsel araştırmalar ve teknolojik gelişmeler, giderek özel şirketlerin finansmanı ve kontrolü altına girmektedir. Patent sistemleri aracılığıyla bilginin özel mülkiyete dönüştürülmesi, bilginin serbest paylaşımını ve yaygınlaşmasını engelleyebilmektedir. Özellikle ilaç ve tarım gibi temel sektörlerdeki bilgi tekeli, etik tartışmalara ve sosyal adaletsizliklere neden olabilmektedir (Klein, 2001). Gür (2018) de Türkiye’deki üniversitelerin kamu yararına bilgi üretme misyonundan uzaklaşarak, sermayenin ihtiyaçlarına yönelik Ar-Ge merkezlerine dönüştüğünü belirtmektedir.
- Medya ve İletişim Alanının Yoğunlaşması: Medya kuruluşlarının büyük şirketlerin mülkiyetinde yoğunlaşması, bilginin üretimi, dağıtımı ve yorumlanması süreçlerini önemli ölçüde etkilemektedir. Tek sesliliğin ve manipülasyonun artması, kamuoyunun doğru ve eleştirel bilgiye erişimini zorlaştırmakta ve demokratik süreçleri zayıflatmaktadır (Herman & Chomsky, 1988).
- Dijital Verinin Metalaşması ve Gözetim Kapitalizmi: İnternet ve dijital teknolojilerin yaygınlaşmasıyla birlikte, bireylerin çevrimiçi davranışlarından elde edilen kişisel veriler, büyük teknoloji şirketleri için son derece değerli bir meta haline gelmiştir. Veri madenciliği ve algoritmalar aracılığıyla kullanıcıların davranışları analiz edilmekte ve ticari amaçlarla kullanılmaktadır. Bu durum, mahremiyetin ihlali, manipülasyon riskleri ve yeni bir gözetim kapitalizmi biçiminin ortaya çıkmasına neden olmaktadır (Zuboff, 2019).
5.3.Alternatif Bir Gelişme Vizyonuna Doğru
Türkiye’de şirket kapitalizminin derinleşmesi, tarım, doğa ve bilgi gibi yaşamsal öneme sahip alanların geri dönüşü olmayan bir şekilde ticarileşmesiyle sonuçlanmaktadır. Bu ticarileşme süreçleri, yerel üreticilerin ekonomik olarak zor durumda kalmasına, doğal kaynakların sürdürülebilirliğinin tehlikeye girmesine, biyoçeşitliliğin azalmasına, bilgiye erişimde eşitsizliklerin artmasına ve demokratik katılım mekanizmalarının zayıflamasına neden olabilmektedir. Akder (2010) de benzer şekilde, tarımsal politikaların küçük üreticiler aleyhine ve tarım endüstrisi lehine dönüştürüldüğünü, yerli tohumlar, gübreler ve su kaynaklarının çok uluslu şirketlerin tekeline bırakıldığını vurgulamaktadır.
Bu olumsuz gelişmeler karşısında, salt ekonomik büyüme odaklı ve doğal kaynakları sınırsızca tüketen bir kalkınma modelinin sürdürülebilir olmadığı açıktır. Tarımda gıda egemenliğini temel alan, doğanın korunmasını önceliklendiren, bilginin kamusal bir hak olduğunu savunan ve demokratik katılımı esas alan alternatif yaklaşımlara acil ihtiyaç bulunmaktadır. Yerel tohum takas ağlarının desteklenmesi, ekolojik tarım uygulamalarının yaygınlaştırılması, doğal kaynakların korunmasına yönelik güçlü yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesi, bilginin serbest paylaşımını teşvik eden politikaların geliştirilmesi ve medya tekelleşmesinin önüne geçilmesi gibi adımlar, şirket kapitalizminin yıkıcı etkilerine karşı verilecek mücadelede kritik bir rol oynayacaktır.
Türkiye’de şirket kapitalizminin tarım, doğa ve bilgi üzerindeki ticarileştirme baskısı, yalnızca ekonomik bir sorun olmanın ötesinde, derin sosyal, ekolojik ve politik boyutları olan karmaşık bir sorundur. Bu sorunun çözümü, eleştirel bir bakış açısıyla mevcut durumu analiz etmeyi ve sürdürülebilir, adil ve demokratik bir gelecek vizyonu inşa etmeyi gerektirmektedi
Sonuç
Türkiye’deki yeraltı ve yerüstü kaynaklarının sömürgeci şirketler tarafından yağmalanmış, maden ruhsatlarının kontrolsüz bir kaos ortamında olduğu ve milli madenciliğin zayıflatılmıştır. Bu stratejik kaynakların ülke egemenliği ve ekonomik bağımsızlık üzerindeki eşik çoktan aşılmıştır (Yergin, 1991). Madenlerin bir ülke için sadece ekonomik zenginlik kaynağı değil, aynı zamanda siyasi güç ve manevra kabiliyeti anlamına geldiği düşünüldüğünde (Bridge, 2004), bu kaynaklar üzerindeki kontrolün kaybedilmesi ulusal çıkarlar açısından ciddi riskler barındırmaktadır. Özellikleyabancı sermayeli madencilik şirketlerinin faaliyetleri ve bu faaliyetlerin çevresel ve sosyo-ekonomik etkileri (Bebbington & Bury, 2013) maden ruhsatlarının verilme süreçlerindeki şeffaflık ve denetim mekanizmalarının etkinliğinde ki (Otto, 2013) yetersisizlikler tehlikenin hangi boyutlara vardığının en önemli kanıtıdır.
Milli madenciliğin güçlendirilmesi ve stratejik kaynaklar üzerinde devlet kontrolünün artırılması , kaynak milliyetçiliği (resource nationalism) (Radetzki, 1985). açısından artık bir gerekliliktir.Ancak, gereklililik yerine getirilirken potansiyel yatırım ortamı üzerindeki etkileri ve uluslararası hukuk çerçevesindeki sınırları da dikkate alınmalıdır (Zillman et al., 2016).
İktidar ve muhalefetin milli projeleri yeterince gündeme getirmemesi ve siyasi tartışmaların yüzeysel kalması, Türkiye’deki siyasi aktörlerin uzun vadeli ekonomik ve stratejik vizyonlarının sorgulanmasına yol açmaktadır. Siyasi partilerin programlarında milli kalkınma stratejilerine ne kadar yer verildiği ve bu stratejilerin kaynak politikalarıyla ne ölçüde bütünleştiği artık sorgulanmalıdır.Ülkemizin tüm yeraltı yerüstü kaynakları tam bir yağma düzeniyle sömürgeci şirketlerin elinde, an itibariyle büyük ve sınırsız ruhsat haklarıyla köyler yaylalar ormanlar mezralar tamamen sömürgeci şirketlerin insafına bırakılmış!
Ve maden ruhsatları tam bir kaos içinde, kim hangi madeni çıkarıyor, bilen anlayan denetleyen bir güç yok! Ülkemize yeni bir fikir lazım, milli madenciliğimiz yani Eti Maden sömürgeci şirketler üzerinde kontrolünü hızla ele geçirmeli ve madenlerimize yeniden sahip olmanın yolunu mutlaka bulmalı!
Hangi maden şirketleri neyi çıkartıyor ve hangi taşeron şirketler siyonist şirketlerle ortak çalışıyor bilen anlayan yoktur ve Türkiye’nin ABD ve İsrail tarafından çok sevilmesinin sebebi de işte bu gizemli ortaklıklardır!
Maden demek zenginlik ve güç demektir!
Stratejik madenlerinden habersiz ülkeler sömürgeci şirketlerin kölesidir!
Madenlerinize sahip değilseniz siyaset yapabilme şansınız dahi yoktur! Sömürgeci şirketleri durduracak sınırlandıracak bir devlet gücü olmayan ülkelerin yaşama şansı hiç yoktur!
Ülkemiz önümüzdeki on yıl içinde, bir, madenlerinde kontrolü sağlamak, iki, yine şirketlerin ele geçirdiği en temel ihtiyaç maddeleri ve sonra petrol elektrik gibi yüksek teknolojik tesislerini ele geçirecek milli bir projenin sahibi olmalı!
Tam tersine şu anda iktidarı ve muhalefeti kumda oynuyor, akıl alacak gibi değil, sorun kendinize bakalım, iktidar muhalefet hangisi hangisi kazansa ne değişecek, o halde, her gün birbirinizi boğazladığınız bu siyasi kavga neyin ve kimin kavgası? İktidarı ve muhalefeti devleti güçlendirecek milli projeleri neden hiç konuşmuyor, küçük esnafı, çitfçiyi köylüyü üretimde ve tedarikinde büyütecek milli projeleri neden hiç konuşmuyor, şirketleri sınırlayacak ve halkı zenginleştirecek milli seferberlik projelerini niçin hiç konuşmuyor!
Ve neden ülkemizin onlarca yıldır hergünkü siyasi kavgası açılım gibi dayatılan siyasi dayatmalar! Zenginlikleriniz şirketlerin eline geçtikçe siyasi dayatmaların dozu da her geçen gün anayasa değiştirecek kadar büyümekte!
Zenginlikleriniz şirketlerin eline geçtikçe sabah akşam taviz vermekten boyun eğmekten başka şansınız kalmaz! Ve iç politikada zenginlikler kimin eline geçmiş bilemeyecek kadar cahil ve köle bir toplum birbirini yiyor! Devletimiz ve halkımız niçin zayıflatıldı ve şirketler ne adına kim adına bu kadar büyütüldü ve şimdi bu şirketler kimlere hizmet ediyor? Yani şirketlerin halkı ve devleti on yıllar içinde zayıflatıp teslim aldığını bilmeyen kitlelerin sahnede sergilenen “Kayıkçı kavgası” her birisinin gözünü kör etmiş, şirketlerin devasa imtiyazları ve zenginlikleri sınırlandırılmadan kölelikten çıkamayacağını bilemeyen zavallı kitleler!
Birileri Türkiye’de kırk uzun yıldır şirketlerin devletin ve halkın zenginliklerini soyup madenleri ve en temel ihtiyaç maddelerini ele geçirdiğini kasıtla anlatmıyor, kasıtla gündeme taşımıyor, kasıtla kitleleri uyutmak istiyor!
Birileri devletin ve halkın madenlerin kontrolünde ve en temel ihtiyaç maddeleriin üretim ve tedarikinde zenginleşmesini hiç istemiyor! Sağı da solu da iktidarı da muhalefeti de sömürgeci şirketlere hizmet ediyor ve ortaklıklar kuruyor ve bu ortaklıklar dönüp dolaşıp siyonist şirketlerin küresel imparatorluğuna hizmet ediyor!
Medya düzeni de haliyle sömürgeci taşeron şirketlerin elinde olduğu için milleti zenginlikleri konusunda uyandırmak hiç mümkün görünmüyor!
Oysa sömürgeci şirketleri sınırlandırmadan milli bir meclisiniz milli bir partiniz milli bir iradeniz yani bir devletinizin olması mümkün değildir!
Şirket kapitalizmi, sadece iktisadi bir model değil, toplumsal hırsızlığın kurumsallaşmış halidir. Bu yapıya karşı en etkili direniş, yerel halk inisiyatifleri, ekolojik hareketler ve özgür bilgi ağlarının kurumsallaşmasıyla mümkündür. Yeni bir kamusal akıl ve etik, geleceğin yeniden inşası için zaruridir.
Kaynakça
- Adaman, F., & Keyder, Ç. (2006). Türkiye’de Devlet ve Piyasa. İletişim Yayınları.
- Akdoğan, A. A. (2004). Yap-İşlet-Devret Modeli ve Türkiye Uygulaması. Sayıştay Dergisi, 54, 87-106.
- Akder, A. H. (2010). Küreselleşme ve Tarım: Türkiye Örneği. İmge Kitabevi.
- Akder, A. H. (2010). Tarım Politikalarının Serbestleşmesi ve Etkileri. Tarım Ekonomisi Araştırmaları Dergisi, 16(2).
- Aktaş, Y. (2020). Türkiye’de Medya ve Siyaset İlişkileri. İletişim Yayınları.
- Akyüz, Y. (2005). The making of the Turkish financial crisis. World Development, 33(9), 1317-1336.
- Altındal, Ö. (2012). Tohumun Halleri: Türkiye’de Tohum Politikaları ve Yerel Tohum Mücadelesi. Yordam Kitap.
- Apple, M. W. (2001). Educating the “Right” Way: Markets, Standards, God, and Inequality. Routledge.
- Bagdikian, B. H. (2004). The New Media Monopoly: A Completely Revised and Updated Edition with Seven New Chapters. Beacon Press.
- Bakır, C., & Soyak, A. (2011). Özelleştirme ve İstihdam İlişkisi: Türk Telekom Örneği. Çalışma ve Toplum, 30(3), 145-168.
- Bebbington, A. J., & Bury, J. T. (2013). Subterranean struggles: New dynamics of mining, money, and development in the Andes. University of Texas Press.
- Boratav, K. (2003). Türkiye İktisat Tarihi 1908-2002. İmge Kitabevi.
- Boratav, K. (2008). Türkiye İktisat Tarihi: 1908-2007. İmge Kitabevi.
- Bostrom, N. (2009). The future of humanity. In N. Bostrom & M. Ćirković (Eds.), Global catastrophic risks (pp. 1-63). Oxford University Press.
- Boyacıoğlu, İ., & Koç, Y. (2010). Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Özelleştirilmesi ve Verimlilik Etkileri: Türkiye Örneği. Maliye Araştırmaları Dergisi, 2(1), 1-24.
- Brenner, N., & Theodore, N. (2002). Spaces of neoliberalism: Urban restructuring in Western Europe and North America. Urban Affairs Review, 37(6), 731-755.
- Bridge, G. (2004). Geographies of power: The social construction of resource frontiers. Geografiska Annaler: Series A, Physical Geography, 86(3), 291-305.
- Brown, D. (2000). Angels & demons. Pocket Books.
- Castells, M. (2000). The Rise of the Network Society. Blackwell Publishers.
- Celasun, O., Gelgeç, S., & Tansel, A. (2002). Türkiye’de Kamu Mali Yönetimi ve Reform İhtiyaçları (Türkiye Ekonomi Kurumu Tartışma Metni No. 2002/1). Türkiye Ekonomi Kurumu.
- Crichton, M. (1990). Jurassic Park. Alfred A. Knopf.
- Çelik, S. (2009). Özelleştirme Uygulamalarının Firma Performansı Üzerindeki Etkileri: Türkiye İmalat Sanayiinde Bir Uygulama. İktisat İşletme ve Finans, 24(279), 9-30.
- Ercan, M. (2015). Türkiye’de Özelleştirme Politikalarının Rekabet Üzerine Etkileri (Rekabet Kurumu Uzmanlık Tezleri). Rekabet Kurumu.
- Ercan, M., & Tulga, N. B. (2012). Türkiye’de Blok Satış Yöntemiyle Yapılan Özelleştirmelerin Analizi. Maliye Dergisi, 163, 1-20.
- Foster, J. B. (2002). Ecology against capitalism. Monthly Review, 53(8), 1-15.
- Freedom House. (2024). Freedom of the Press 2024. Erişim adresi: [ilgili web sitesi adresi buraya eklenecektir]
- Freeman, R. E., Harrison, J. S., Wicks, A. C., Parmar, B. L., & De Colle, S. (2010). Stakeholder theory: The state of the art. Cambridge University Press.
- Friedmann, H., & McMichael, P. (1989). Agriculture and the state system: The rise and decline of national agricultures, 1870 to the present. Sociologia Ruralis, 29(2), 93-117.
- Gilpin, R. (2001). Global political economy: Understanding the international economic order. Princeton University Press.
- Goodman, D., Sorj, B., & Wilkinson, J. (1987). From Farming to Biotechnology: A Theory of Agro-Industrial Development. Basil Blackwell.
- Gramsci, A. (1971). Selections from the Prison Notebooks. International Publishers.
- Gür, B. S. (2012). Üniversitelerde AR-GE ve Ticarileşme Eğilimi. Yükseköğretim ve Bilim Dergisi, 2(3).
- Gür, S. (2018). Üniversitelerin Ticarileşmesi ve Akademik Özgürlük. Akademik Bakış Dergisi, 67, 1-18.
- Harvey, D. (2003). The New Imperialism. Oxford University Press.
- Harvey, D. (2005). A Brief History of Neoliberalism. Oxford University Press.
- Heckscher, E. F. (1931). Mercantilism. Allen & Unwin.
- Herman, E. S., & Chomsky, N. (1988). Manufacturing Consent: The Political Economy of the Mass Media. Pantheon Books.
- Kazgan, G. (2007). İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi. Remzi Kitabevi.
- Klein, N. (2001). No Logo: Taking Aim at the Brand Bullies. Picador.
- Landes, D. S. (1998). The wealth and poverty of nations: Why some are so rich and some so poor. W. W. Norton & Company.
- Lippmann, W. (1922). Public Opinion. Harcourt, Brace and Company.
- M., Ö. (2013). Türkiye’de Özelleştirmenin Tarihsel Gelişimi ve Ekonomik Etkileri. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 13(2).
- McChesney, R. W. (1999). Rich Media, Poor Democracy: Communication Politics in Dubious Times. University of Illinois Press.
- McMichael, P. (2009). A global crisis of food security?. Agriculture and Human Values, 26(4), 281-295.
- Merchant, C. (1980). The Death of Nature: Women, Ecology, and the Scientific Revolution. Harper & Row.
- Naughton, J. (2017). From Gutenberg to Zuckerberg: What you really need to know about the internet. Quercus Editions Ltd.
- ÖİB (Özelleştirme İdaresi Başkanlığı). (Çeşitli Yıllar). Yıllık Raporlar.
- Öniş, Z. (1998). The logic of the Turkish state. Comparative Politics, 31(1), 91-108.
- Otto, J. P. (2013). The global mining industry: Investment, risk and performance. Resources Policy, 38(3), 318-328.
- Özden, Z. A. (2000). Türkiye’de Özelleştirme Uygulamaları ve Sonuçları. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 55(4), 165-190.
- Özdemir, R. (2018). Genetically engineered food: A critical guide. Inner Traditions/Bear & Co.
- Özsoy, A. (2019). Türkiye’de Medya Sahiplik Yapıları ve Dönüşümü. NotaBene Yayınları.
- Penguin UK.
- Polanyi, K. (1944). The great transformation. Beacon Press.
- Polanyi, K. (2001). The Great Transformation. Beacon Press.
- Radetzki, M. (1985). State mineral enterprises: An investigation into their impact on international mineral markets. Resources Policy, 11(1), 3-18.
- Ryan, M. (2001). Social Movement and the Media: Toward a Sociology of Protest. Blackwell Publishing.
- Savaş, V. (2000). Küreselleşme ve Ulus Devlet. Liberte Yayınları.
- Schiller, D. (1999). Digital capitalism: Networking the global market system. MIT Press.
- Schumpeter, J. A. (1942). Capitalism, socialism and democracy. Harper & Brothers.
- Schwab, K. (2021). Stakeholder capitalism: A global economy that works for progress, people and planet. John Wiley & Sons.
- Seyidoğlu, H. (2009). Uluslararası İktisat: Teori, Politika ve Uygulama. Güzem Yayınları.
- Shapiro, T. M. (2004). The hidden cost of being African American: How wealth perpetuates inequality. Oxford University Press.
- Shiva, V. (2002). Water Wars: Privatization, Pollution, and Profit. South End Press.
- Sınır Tanımayan Gazeteciler. (2024). 2024 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi. Erişim adresi: [ilgili web sitesi adresi buraya eklenecektir]
- Strange, S. (1996). The retreat of the state: The diffusion of power in the world economy. Cambridge University Press.
- Swyngedouw, E. (2013). Depoliticizing environmental governance: The case of the Lisbon metropolitan area. Environment and Planning A, 45(10), 2567-2588.
- Şahin, S. (2007). Halka Arz Yöntemiyle Özelleştirme Uygulamaları: Türkiye Örneği. Muhasebe ve Finansman Dergisi, 35, 125-140.
- Şahin, S. (2015). Türkiye Tarımının Dönüşümü: Neoliberal Politikaların Etkileri. Toplum ve Bilim, 133, 104-129.
- Şahin, S., & Yılmaz, H. (2010). Enerji Sektöründe Özelleştirme ve Tüketici Fiyatları: Türkiye Örneği. Enerji, Piyasa ve Düzenleme, 1(1), 57-74.
- Tanzi, V. (2005). The economic role of the state in the 21st century. CESifo Economic Studies, 51(3), 585-625.
- TMMOB. (2020). Türkiye’de Maden Politikaları ve Çevresel Etkiler Raporu.
- Togan, S. (2003). Foreign direct investment and privatization in Turkey. Emerging Markets Finance and Trade, 39(1), 75-95.
- Varoufakis, Y. (2023). Technofeudalism: What killed capitalism.
- Waterman, R. W. (1998). Regulatory reform and the welfare state: The case of telecommunications privatization in the United Kingdom and the United States. Journal of Policy Analysis and Management, 17(1), 66-84.
- Yeldan, E. (2001). Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi. İletişim Yayınları.
- Yeldan, E. (2001). Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm, Birikim ve Büyüme. Mülkiyeliler Birliği Yayınları.
- Yergin, D. (1991). The prize: The epic quest for oil, money, and power. Simon & Schuster.
- Yeşil, B. (2016). Media in New Turkey: The Origins of an Authoritarian Neoliberal State. University of Illinois Press.
- Yeşil, B. (2016). Türkiye’de Medya ve Hegemonya. Dipnot Yayınları.
- Yılmaz, E. (2018). Çapraz Mülkiyet ve Medya Etkisi. Akademisyen Kitabevi.
- Zengin, S. (2013). Özelleştirme Uygulamalarının Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkileri: Türkiye Örneği. Sosyal Siyaset Konferansları, 64, 187-214.
- Zillman, D. N., Lucas, A., & Hossain, K. (2016). Human rights in natural resource development: Community consent, indigenous peoples, and the extractive sector. Oxford University Press.
- Zuboff, S. (2019). The age of surveillance capitalism: The fight for a human future at the new frontier of power. PublicAffairs.