
From Feudalism to Capitalism, from Capitalism to Techno-Feudalism: The Journey of Makeuped Sustainability and Integrated Reporting
Abstract
This study examines how the sustainability discourse evolved from feudalism to capitalism, from capitalism to today’s techno-feudal order, and how this evolution is reflected in the integrated reporting practices of companies, from a historical materialist perspective. Although sustainability may seem like an ethical area of responsibility at first glance, it has historically become an ideological derivative of dominant modes of production and class relations. Integrated reports, as current documents of this ideological transformation, produce fictionalized representations of the relationship established by economic power centers with the environment and society. The article discusses how these reports function as a mechanism of systemic re-legitimization and uncontrolled capital accumulation.
Keywords: Techno-Feudalism, Integrated Reporting, Sustainability, Hegemony, Institutional Discourse, Critical Accounting
Feodalizmden Kapitalizme, Kapitalizmden Tekno-Feodalizme: Makyajlanmış Sürdürülebilirlik ve Entegre Raporlamanın Yolculuğu
Öz
Bu çalışma, tarihsel materyalist bir perspektiften hareketle sürdürülebilirlik söyleminin feodalizmden kapitalizme, kapitalizmden ise günümüz tekno-feodal düzenine nasıl evrildiğini ve bu evrimin şirketlerin entegre raporlama pratiklerine nasıl yansıdığını ele almaktadır. Sürdürülebilirlik ilk bakışta etik bir sorumluluk alanı gibi görünse de, tarihsel olarak egemen üretim biçimlerinin ve sınıf ilişkilerinin ideolojik bir türevi haline gelmiştir. Entegre raporlar, bu ideolojik dönüşümün güncel belgeleri olarak, ekonomik güç odaklarının çevre ve toplumla kurduğu ilişkinin kurgulanmış temsillerini üretmektedir. Makale, bu raporların sistemsel bir yeniden meşrulaştırma ve denetimsiz sermaye birikimi mekanizması olarak nasıl işlediğini tartışır.
Anahtar Kelimeler: Tekno-Feodalizm, Entegre Raporlama, Sürdürülebilirlik, Hegemonya, Kurumsal Söylem, Eleştirel Muhasebe
GİRİŞ
İnsanlık tarihi, farklı üretim biçimlerinin ve bu biçimlere eşlik eden toplumsal örgütlenme modellerinin birbirini izlediği dinamik bir süreçtir. Feodal toplumun toprağa dayalı hiyerarşik yapısı ve karşılıklı bağımlılık ilişkileri, burjuva devrimleriyle birlikte yerini, üretim araçlarının özel mülkiyetine ve emek gücünün metalaşmasına dayanan sanayi kapitalizmine bırakmıştır (Wallerstein, 2011). Ancak bu dönüşüm, sadece ekonomik bir yeniden yapılanma olmamış, aynı zamanda egemen ideolojilerin ve kültürel hegemonyanın da köklü bir değişimini beraberinde getirmiştir (Gramsci, 1971). Günümüzde ise dijital teknolojilerin hızla gelişimi, veri tekellerinin yükselişi ve platform kapitalizminin yaygınlaşmasıyla birlikte, klasik kapitalizmin ötesine geçen ve “tekno-feodalizm” olarak adlandırılan yeni bir sosyo-ekonomik düzenin ortaya çıktığına dair akademik tartışmalar artmaktadır (Dean, 2009; Morozov, 2019).
Feodal üretim biçimi, toprak mülkiyeti, kişisel bağlılık yeminleri ve artı değerin doğrudan zor yoluyla alınmasına dayanırken, kapitalizm piyasa mekanizması üzerinden emek gücünün alınıp satılmasıyla bu yapıyı temelden dönüştürmüştür (Marx, 1990). Ancak bu dönüşüm sürecinde, üretim araçlarının el değiştirmesi kadar, bu yeni düzenin meşrulaştırılması ve sürdürülmesi için inşa edilen ideolojik aygıtlar da kritik bir rol oynamıştır (Althusser, 2014). Kapitalizmin buharlaştırdığı katı olan her şey (Berman, 2010), günümüzün dijitalleşmiş dünyasında yerini algoritmaların, verinin ve dikkat ekonomisinin egemen olduğu yeni bir yapıya bırakmaktadır. Bu düzende, bireyler hem üretici hem de meta haline gelmekte (Zuboff, 2019), teknoloji şirketleri ise devasa veri yığınları ve algoritmik denetim mekanizmaları aracılığıyla toplumsal yaşamın çeşitli alanlarını düzenleyen yeni bir tür aristokrasiyi temsil etmektedir.
Bu makale, tarihsel üretim ilişkilerinin dönüşümünü ele alarak, feodalizmden kapitalizme ve ardından günümüzün yükselen “tekno-feodal” yapılarına evrilen ekonomi-politik süreci eleştirel bir bakış açısıyla analiz etmektedir. Özellikle şirketlerin sürdürülebilirlik söylemleri ve entegre raporlama pratiklerinin, sermayenin hegemonik araçlarına nasıl dönüştüğünü ve bu araçlar aracılığıyla yeni bir meşrulaştırma ve tahakküm biçiminin nasıl inşa edildiğini tartışmaktadır. “Makyajlanmış sürdürülebilirlik” kavramı üzerinden, kapitalist şirket retoriğinin sahici çevresel ve toplumsal dönüşümün önünde nasıl bir ideolojik perde oluşturduğu ve bu durumun tekno-feodal bağlamda nasıl yeniden üretildiği irdelenmektedir.Feodal toplumun toprağa dayalı üretim ilişkileri, burjuva devrimleriyle birlikte sanayi kapitalizmine evrilmiştir. Ancak bu evrim, sadece ekonomik değil, ideolojik ve kültürel bir hegemonya dönüşümünü de beraberinde getirmiştir(1). Günümüzde ise dijitalleşme, veri tekelleri ve platform kapitalizmiyle, klasik kapitalizmin ötesinde bir yapının, “tekno-feodalizm”in ayak seslerini duyuyoruz(2).
Feodal üretim biçimi; toprak mülkiyeti, bağlılık yeminleri ve artı ürünün zorla alınmasına dayanıyordu. Kapitalizm ise piyasa üzerinden emek gücünün metalaşması ile bu yapıyı kökten dönüştürdü3. Ancak burada unutulmaması gereken, üretim araçlarının el değiştirmesi kadar, bu sürecin meşrulaştırılması için inşa edilen ideolojik aygıtlardı4. Kapitalizmin son evresinde, üretim ilişkileri dijital altyapılar üzerinden yeniden örgütlenmektedir. Verinin, algoritmaların ve dikkat ekonomisinin egemen olduğu bu düzende, kullanıcılar hem üretici hem de meta haline gelmiştir5. Şirketler, teknolojiyi bir denetim ve tahakküm aracı olarak kullanarak, klasik sömürü biçimlerinin ötesine geçmektedir6.
Bu makale, tarihsel üretim ilişkilerinin dönüşümünü inceleyerek, feodalizmden kapitalizme, ardından da günümüzün “tekno-feodal” yapılarına evrilen ekonomi-politik süreci analiz eder. Özellikle şirketlerin sürdürülebilirlik söylemleri ve entegre raporlama pratiklerinin, sermayenin hegemonik araçlarına nasıl dönüştüğünü tartışır. Makyajlanmış sürdürülebilirlik kavramı üzerinden, kapitalist şirket retoriğinin sahici çevresel ve toplumsal dönüşümün önünde nasıl bir sis perdesi oluşturduğunu açığa çıkarmayı amaçlamaktadır.
1. KURAMSAL ARKA PLAN
1.1. Tarihsel Materyalizm ve Üretim Biçimleri
Feodal düzende toprak sahibi lord ile toprağı işleyen serf arasındaki ilişki, karşılıklı yükümlülükler ve kişisel bağlılığa dayanan bir yapı arz eder. Üretim genellikle yereldir, tarıma odaklıdır ve teknolojik gelişme sınırlıdır. Kapitalizmin yükselişiyle birlikte bu statik yapı çözülür; toprak mülkiyeti merkezileşir ve emek gücü, geçimini sağlamak için kendi emek gücünü piyasada satmak zorunda kalan “özgür işçilere” dönüşür (Polanyi, 2001). Kapitalizm, sadece bir ekonomik sistem olmanın ötesinde, üretim araçlarının mülkiyetini, emek süreçlerini ve toplumsal ilişkileri kökten değiştiren devrimci bir dönüşümdür. Marksist literatür bu dönüşümü emek-sermaye çelişkisi üzerinden açıklarken (Marx, 1990), Weberci yorumlar rasyonelleşme, bürokratikleşme ve disiplin mantığına vurgu yapar (Weber, 2005). Her iki perspektifte de insan ilişkilerinin metalaşması ve doğanın sınırsız bir kaynak olarak algılanmaya başlanması temel bir değişimdir.
Feodalizm, kapitalizm ve tekno-feodalizm arasındaki geçiş, üretim araçlarının mülkiyeti ve emeğin örgütlenişi açısından radikal dönüşümleri içerir. Bu dönüşümler, aynı zamanda doğa ve toplumla kurulan ilişkinin ideolojik kodlarını da derinden etkiler. Marx ve Engels’in tarihsel materyalizm kuramı (Marx & Engels, 1998), bu tarihsel süreci anlamak için temel bir analitik çerçeve sunar. Üretim güçlerindeki ve üretim ilişkilerindeki değişimler, toplumsal yapıyı ve üstyapı kurumlarını (hukuk, siyaset, ideoloji vb.) şekillendirir.
Tekno-feodalizmde ise dijital platformlar, klasik üretim araçlarının ötesine geçerek insan davranışlarını, verilerini ve dikkatlerini yeni birer “kaynak” haline getirir. Kullanıcılar sadece tüketici değil, aynı zamanda veri üreticisi ve hatta metanın kendisi olurlar (Zuboff, 2019). Bu yeni yapıda sahiplik, yerini erişim odaklı dijital tahakküm yapılarına bırakır. Teknoloji şirketleri, devasa veri yığınları, algoritmik yönlendirme ve sofistike gözetim mekanizmaları aracılığıyla toplumsal yaşamın her alanını düzenleyen yeni bir tür “dijital aristokrasi” oluşturur. Zuboff’un “gözetim kapitalizmi” kavramı (2019), bu yeni feodalizmin bilişsel ve davranışsal altyapısını anlamak için önemli bir çerçeve sunar.Feodal düzende toprak sahibi lord ile emek veren serf arasındaki ilişki, çift taraflı bir bağlılığa dayanır. Bu yapıda üretim, yerel, sabit ve tarıma dayalıdır. Kapitalizmle birlikte bu durağanlık dağılır; emek gücü, kendi emek gücünü satarak yaşamda kalmak zorunda bırakılır. Kapitalizm sadece ekonomik bir sistem değil, aynı zamanda devrimsel bir dönüşümdür. Bu dönüşüme dair Marksçı literatür, emek-sermaye çelişkisini merkezine alırken, Weberyen yorumlar rasyonalite ve disiplin mantığına vurgu yapar. Her iki durumda da insan ilişkileri metalaşır, doğa sınırsız bir kaynak olarak görülmeye başlanır
Feodalizm, kapitalizm ve tekno-feodalizm üçlemesi, üretim araçlarının mülkiyeti ve emeğin örgütlenişi bakımından radikal dönüşümler içerir. Bu dönüşümler, aynı zamanda doğa ve toplumla kurulan ilişkinin ideolojik kodlarını da değiştirir. Marx ve Engels’in tarihsel materyalizm kuramı bu süreci anlamak için temel bir zemin sunar.
Dijital platformlar, klasik üretim araçlarının ötesine geçerek insan davranışlarını da birer kaynak haline getirir. Kullanıcılar sadece tüketici değil, aynı zamanda veri üreticisi ve hatta metanın kendisi olur. Bu yapıda sahiplik, yerini erişim odaklı dijital tahakküm yapısına bırakır. Teknoloji şirketleri; devasa veri yığınları, algoritmik yönlendirme ve gözetim mekanizmalarıyla toplumsal yaşamın her alanını düzenleyen yeni bir aristokrasi oluşturur. Bu bağlamda Zuboff’un ‘gözetim kapitalizmi’, yeni feodalizmin bilişsel altyapısını sunar.
1.2. Gramsci ve Hegemonik Aygıt Olarak Raporlama
Antonio Gramsci’nin hegemonya kuramı (1971), şirketlerin raporlama pratiklerini sadece teknik bir şeffaflık aracı olarak değil, aynı zamanda egemen ideolojinin yeniden üretildiği ve rızanın inşa edildiği bir mekanizma olarak görmemizi sağlar. Hegemonya, sadece zor yoluyla değil, aynı zamanda kültürel ve ideolojik araçlarla egemen sınıfın veya grubun toplumsal kabulünü ve liderliğini sağlaması sürecidir. Entegre raporlar, şirketlerin kendilerini etik, sorumlu ve sürdürülebilir “kurumsal vatandaşlar” olarak sunmalarını sağlayarak, var olan iktisadi eşitsizlikleri ve çevresel tahribatı görünmez kılabilir veya meşrulaştırabilir. Bu raporlar, şirketin “paydaşlarıyla” kurduğu diyalog ve şeffaflık söylemi aracılığıyla, aslında asimetrik güç ilişkilerini maskeleyebilir.Gramsci’nin hegemonya kuramı, şirketlerin raporlama pratiklerini yalnızca şeffaflık aracı olarak değil, aynı zamanda rıza üretim mekanizması olarak görmemizi sağlar. Entegre raporlar, şirketin ahlaki özne olarak sunulmasını sağlayarak iktisadi eşitsizlikleri gizler.
1.3. Baudrillard ve Simülakr Çağı
Jean Baudrillard’ın simülasyon teorisi (1994), entegre raporları gerçek çevresel ve sosyal etkilerin yerini alan temsiller, yani “simülakrlar” olarak kavramamıza imkan tanır. Bu raporlar, şirketin idealize edilmiş bir imajını, sürdürülebilirlik taahhütlerini ve etik performansını sunarken, gerçekteki çevresel yıkım, işçi hakları ihlalleri veya toplumsal eşitsizlikler gibi sorunları ya görmezden gelir ya da yüzeysel bir şekilde ele alır. Baudrillard’a göre, simülakrlar o kadar gerçekmiş gibi sunulur ki, sonunda gerçeğin kendisinin ne olduğu unutulur. Entegre raporlar da bu bağlamda, şirketin “sürdürülebilir” ve “sorumlu” imajını o kadar güçlü bir şekilde inşa edebilir ki, bu imaj gerçek performansın önüne geçebilir.Baudrillard’ın simülasyon teorisi, entegre raporları hakikatin yerini alan temsiller olarak kavramamıza imkân tanır. Bu raporlar, gerçek çevresel ve sosyal etkilerden çok, şirketin idealize edilmiş imajını sunar.
1.4. Sürdürülebilirlik Söyleminin İdeolojik İşlevi
Sürdürülebilirlik kavramı, özünde çevresel, toplumsal ve ekonomik boyutların dengelenmesini ifade etse de, pratikte şirketler tarafından sıklıkla piyasa odaklı bir uyarlanabilirlik ve risk yönetimi stratejisi olarak yorumlanmaktadır. 1987 Brundtland Raporu ile uluslararası düzeyde popülerleşen bu kavram, kurumsal sosyal sorumluluk (KSS), çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) kriterleri gibi çeşitli çatı terimlerle birlikte anılsa da, eleştirel bakış açısına göre çoğu zaman sermayenin meşruiyetini artırma ve “yeşil badana” (greenwashing) yapma aracına dönüşmüştür (Banerjee, 2007).
Eleştirel iktisatçılara göre, sürdürülebilirlik söylemi, ekolojik krizin ve toplumsal sorunların temelinde yatan yapısal nedenleri (sınırsız büyüme ideolojisi, kar maksimizasyonu, eşitsiz kaynak dağılımı vb.) göz ardı ederek, sorumluluğu bireylere veya teknolojik çözümlere kaydırmanın ideolojik bir aracı haline gelmiştir (Foster, 2002). Şirketlerin karbon ayak izi azaltma, geri dönüşüm programları veya yenilenebilir enerji yatırımları gibi pratikleri genellikle, temel üretim modellerini ve tüketim alışkanlıklarını sorgulamadan yapılan yüzeysel değişiklikler olarak kalmaktadır. Sürdürülebilirlik söylemi, aynı zamanda küresel kapitalizmin yaygınlaşmasının ve yeni pazarların açılmasının da bir aracı olarak işlev görebilir.Sürdürülebilirlik, özde çevresel, toplumsal ve ekonomik boyutların dengelenmesini ifade etse de, pratikte şirketlerin piyasa içi uyarlanabilirliği olarak yorumlanmaktadır. 1987 Brundtland Raporu ile popülerleşen bu kavram, kurumsal sosyal sorumluluk ve ESG gibi çatı terimlerle süslense de, çoğu zaman sermayenin yümünü parlatma aracına dönüşmüştür. Eleştiren iktisatçılara göre, sürdürülebilirlik söylemi, ekolojik krizin sorumlusunu şirket düzeninden bireye doğru kaydırarak, sistemsel sorgulamadan kaçınmanın ideolojik bir aracı haline gelmiştir.
Sürdürülebilirlik kavramı, 1987 Brundtland Raporu ile uluslararası düzlemde normatifleşmiştir7. Ancak bu normatif yapı, şirketlerce hızla içselleştirilmiş ve marka imajı aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Karbon ayak izi, geri dönüşüm, yeşil enerji gibi pratikler, genellikle sermayenin sürdürülebilirliğini sağlamak için birer vitrindir8.
1-5. Kapitalist Rasyonalite ile Normatif İdealler Arasında Salınan Bir Paradigma olarak Entegre Raporlama: Şeffaflık mı, İmaj Yönetimi mi?
Küresel ısınmanın eşiğinde, sosyal adaletsizliklerin gölgesinde ve ekonomik kırılganlıkların tam ortasında, “sürdürülebilirlik” kavramı artık yalnızca bir çevre bilinci değil; kurumsal stratejilerin, finansal performansın ve sosyal sorumluluğun omurgası hâline gelmiştir. Ancak bu dönüşüm, sadece ideolojik bir aydınlanma değil; aynı zamanda piyasa rasyonalitesinin kendini yeniden üretme becerisidir. 21. yüzyılda kurumlar sadece kar elde etmeyi değil, aynı zamanda topluma “değer” sunmayı vaat etmektedir. Bu vaatlerin hem taşıyıcısı hem de vitrinidir entegre raporlar. Sürdürülebilirlik söyleminin kapitalist üretim ilişkileri içindeki işlevi sorgulanmalı; raporlama pratiklerinin gerçekten dönüşüm yaratıp yaratmadığı tartışmalıdır.
Sürdürülebilirlik, Brundtland Raporu’yla (1987) popülerlik kazanan, “gelecek kuşakların ihtiyaçlarını karşılama yeteneğini riske atmadan bugünün ihtiyaçlarını karşılama” ilkesiyle tanımlanan çok boyutlu bir kavramdır. Üç sacayağı üzerinde yükselir: çevresel bütünlük, sosyal eşitlik ve ekonomik canlılık. Bu üç unsurun dengelenmesi, kurumların uzun vadeli stratejik yönelimlerini belirlerken bir referans noktası hâline gelmiştir.
- Paydaş Teorisi (Freeman, 1984)
Paydaş teorisi, yalnızca hissedarların değil; çalışanlar, müşteriler, tedarikçiler, toplum ve çevre gibi geniş bir kesimin çıkarlarının da dikkate alınması gerektiğini savunur. Entegre raporlama, bu teorinin kurumsal raporlamaya uygulanması olarak görülebilir.
- Kurumsal Meşruiyet Teorisi (Suchman, 1995)
Şirketlerin sosyal meşruiyet elde etmek için belirli davranış ve iletişim biçimlerine yöneldiğini savunan bu teori, sürdürülebilirlik raporlarının neden yayımlandığını anlamamıza yardımcı olur. Entegre raporlama, şirketlerin toplum nezdinde “sorumlu aktörler” olarak görünme çabasının kurumsal stratejiye dönüşmüş hâlidir.
- Yeni Kurumsalcılık ve İzomorfizm (DiMaggio & Powell, 1983)
Kurumsal alanlarda benzeşme (izomorfizm), organizasyonların çevresel baskılarla birbirine benzemeye başlamasını açıklar. Bu açıdan bakıldığında, entegre raporlama standartlarının tüm dünyada benzer formatlarda benimsenmesi, sadece teknik bir gelişme değil; aynı zamanda kurumsal bir “meşruiyet rekabeti”nin sonucudur.
Sürdürülebilirlik raporlamasının kurumsal pratiklere entegrasyonu, lineer değil; daha çok evrilen, krizlerle şekillenen bir seyir izledi. 20. yüzyılın son çeyreğinde, Exxon Valdez felaketi (1989) ve Bhopal faciası (1984) gibi çevresel krizler, şirketlerin toplumsal hesap verebilirliğine ilişkin talepleri artırdı. Bu talepler, ilk başta Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) raporlarıyla karşılandı. Ancak bu raporlar çoğunlukla gönüllülük esasına dayalı, dağınık ve denetlenebilirliği zayıf belgelerdi.
2000’li yıllarda Global Reporting Initiative (GRI) gibi kuruluşların rehberlik ettiği standartlaştırma çabaları, raporlamayı kurumsallaştırdı. Bu süreç, yalnızca sürdürülebilirlik alanında değil, aynı zamanda kurumsal yönetim, etik, insan hakları gibi alanlarda da yeni bir sorumluluk dili yarattı.
2010’lara gelindiğinde, finansal raporlama ile çevresel ve sosyal raporlamayı bütünleştiren yeni bir paradigma doğdu: Entegre Raporlama. Bu anlayış, IIRC (International Integrated Reporting Council) tarafından kurumsallaştırıldı ve “değer yaratma” kavramını merkeze aldı. Entegre rapor, artık sadece geçmiş performansı değil, şirketin geleceğe dönük stratejisini, paydaşlarla ilişkisini ve sürdürülebilirlik perspektifini de içerir hâle geldi. Entegre raporlar, şirketin değer yaratma sürecini altı farklı sermaye kategorisi üzerinden analiz etmeyi önerir: finansal, üretim, insan, entelektüel, doğal ve sosyal sermaye. Bu model, şirketin sadece ekonomik performansına değil, çevresel ve sosyal etkilerine de odaklanır. Ancak bu çeşitlilik, beraberinde iki temel sorunu da getirir:
- Ölçülebilirlik Problemi: Sosyal adalet, etik değerler ya da biyolojik çeşitlilik gibi olguların nicel hale getirilmesi, ya indirgemeci kalmakta ya da manipülasyona açık hale gelmektedir.
- Greenwashing’in Kurumsal Versiyonu: ESG (Environmental, Social, Governance) skorlarının yatırımcılar için bir pazarlama aracına dönüşmesi, sürdürülebilirliğin özünü tehdit etmektedir. Bu bağlamda, entegre raporlar çoğu zaman bir meşruiyet vitrinine dönüşebilmektedir.
Söz konusu dönüşüm, bir değer sisteminin değişimini değil; daha çok var olan sistemin kozmetik bir yeniden sunumunu temsil etmektedir. İşte tam bu noktada eleştirel kuram devreye girer.
Entegre raporlama, şirketlerin hem finansal hem de finansal olmayan (çevresel, sosyal, yönetişim) performanslarını tek bir raporda birleştirerek paydaşlara daha bütüncül bir bakış sunmayı amaçlayan bir yaklaşımdır (International Integrated Reporting Council, 2013). İlk bakışta şeffaflığı artırmayı ve hesap verebilirliği güçlendirmeyi hedefliyor gibi görünse de, eleştirel bir perspektiften bakıldığında, entegre raporlama pratiklerinin önemli ölçüde pazarlama ve kurumsal itibar yönetimiyle iç içe geçtiği görülmektedir. Birçok entegre rapor, şirketlerin çevresel etkilerini azaltma, toplumsal kalkınmaya katkıda bulunma ve etik yönetim ilkelerine uyma gibi taahhütleriyle doludur. Ancak bu taahhütlerin ne kadarının gerçek eylemlere dönüştüğü, nasıl denetlendiği ve sonuçlarının ne olduğu genellikle belirsiz kalmaktadır. Bu durum, entegre raporlamayı gerçek bir şeffaflık aracı olmaktan ziyade, kurumsal bir “etik vitrinine” dönüştürme potansiyeli taşır.
Şirketler için sürdürülebilirlik çoğu zaman bir etik zorunluluk değil; bir rekabet stratejisidir. Bu bağlamda entegre raporlar, çoğu zaman içsel bir dönüşümden çok, dışsal bir algı yönetimi işlevi görür. Bu dönüşüm, Habermas’ın deyimiyle “stratejik akılcılığın iletişimsel akılcılığın önüne geçmesidir.” Gerçek sürdürülebilirlik, sadece karbon ayak izini azaltmak değil; aynı zamanda eşitsizlikleri, güvencesizliği ve ekolojik adaletsizliği de gözeten bir etik sorumluluk meselesidir.
Küresel iklim krizine yanıt olarak doğan sürdürülebilirlik diskuru, kapitalist sistem içinde sistemik dönüşüm yerine semptomatik müdahalelere indirgenmiştir. Sürdürülebilirliğin bu kadar yaygınlaşması, onun devrimci potansiyelini törpülemekte; onu bir tür “ideolojik sis perdesi” hâline getirmektedir.
“Yeşil badana” (greenwashing), günümüz şirket düzeninin sofistike bir sanatı haline gelmiştir. Çevre dostu imajı yaratmak için yapılan ambalaj değişiklikleri, yanıltıcı reklam kampanyaları ve anlamsız sertifika avcılığı, gerçekte şirketin çevresel ve sosyal ayak izinde ne kadar anlamlı bir dönüşüm yaratmaktadır? Birçok şirketin karbon dengeleme uygulamaları genellikle, kendi operasyonlarının yarattığı temel sorunları çözmek yerine, uzak coğrafyalardaki projelerle sınırlı kalmakta ve yerel ekosistemlere verilen zararlar göz ardı edilmektedir. Sürdürülebilirlik söylemi, bu bağlamda, sermayenin meşrulaştırılmasının ve eleştirel sorgulamadan kaçınmanın güçlü bir aracı olarak işlev görmektedir.
Entegre raporlama formatı, finansal ve finansal olmayan bilgilerin bir arada sunulmasıyla şirketin “değer yaratma süreci”ne dair bütüncül bir anlatı sunmayı iddia eder (International Integrated Reporting Council, 2013). Oysa bu raporların içeriği incelendiğinde, genellikle çevresel ve toplumsal verilerin seçici bir şekilde sunulduğu, olumlu yönlerin vurgulandığı ve olumsuz etkilerin minimize edildiği görülmektedir (Cho, Roberts, & Patten, 2015). Bu durum, raporların gerçek bir şeffaflık ve hesap verebilirlik aracı olmaktan ziyade, kurumsal bir imaj yönetimi stratejisinin parçası olarak işlev gördüğünü düşündürmektedir.Entegre raporlama, şirketlerin hem finansal hem de finansal olmayan performanslarını birleştirerek sunmalarını amaçlayan bir yaklaşımdır. Bu sistem, ilk bakışta şeffaflığı artırmayı hedefliyor gibi görünse de, pratikte pazarlama ve itibar yönetiminin bir parçası olarak işlemektedir. Birçok entegre rapor, şirketlerin çevresel etkilerini azaltma taahhütleriyle doludur; ancak bu taahhütlerin denetimi ya da gerçekliği sorgulanmaz. Bu da entegre raporlamayı bir etik vitrine, bir kurumsal vitrin dekoruna dönüştürür.
Yeşil badana (greenwashing), günümüz şirket düzeninin en ince sanatı haline gelmiştir. Çevre dostu görünmek uğruna yapılan ambalaj tasarımları, reklam kampanyaları ve sertifika avcılığı, gerçekte ne kadar dönüşüm yaratmaktadır? Birçok şirketin karbon dengeleme uygulamaları, sınır ötesi projelerle sınırlandırılmakta, yerel ekosistemlere olan tahribat ise göz ardı edilmektedir. Sürdürülebilirlik, bir kalkınma söylemi olarak, aynı zamanda sermayenin meşrulaştırılmasının aracıdır.
Entegre raporlama, finansal ve finansal olmayan bilgilerin bir arada sunulduğu rapor formatıdır. Bu yöntem, şirketin değer yaratma sürecine dair bütüncül bir bakış sunduğunu iddia eder9. Oysa raporların içeriği incelendiğinde, genellikle çevresel ve toplumsal verilerin öznel ve seçmeci biçimde sunulduğu görülür10.
Türkiye’de sürdürülebilirlik ve entegre raporlama pratiği, küresel trendleri izlemekle birlikte, yerel dinamiklerin ve kurumsal kültürün etkisiyle kendine has bir seyir izlemektedir. 2010’ların ortasından itibaren SPK, BIST ve diğer düzenleyici kurumların yönlendirmeleriyle bu alanda önemli gelişmeler yaşanmış olsa da, uygulamada hâlâ büyük tutarsızlıklar ve yüzeysellikler mevcuttur.
- Düzenleyici Çerçeve ve Yönlendirmeler
Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), 2020 yılında yayımladığı “Sürdürülebilirlik İlkeleri Uyum Çerçevesi” ile halka açık şirketlere sürdürülebilirlik ilkeleri doğrultusunda raporlama yapmalarını önermiş, ancak bu uygulama çoğu zaman “uy ya da açıkla” (comply or explain) ilkesiyle sınırlandırılmıştır. Bu durum, ciddi bağlayıcılıklar getirmediğinden dolayı yüzeysel raporlamaları teşvik etmektedir.
- Borsa İstanbul (BIST) Sürdürülebilirlik Endeksi, 2014’ten bu yana faaliyet göstermektedir. Bu endekste yer almak isteyen şirketler, çevresel, sosyal ve kurumsal yönetişim (ESG) kriterlerine dair belirli raporlama standartlarını sağlamak zorundadır. Ancak burada da içerikten ziyade formun öne çıktığı gözlenmektedir.
2. METODOLOJİ
Bu çalışma, eleştirel söylem analizi (ESA) ve nitel içerik analizi yöntemlerini harmanlayarak, Türkiye ve küresel ölçekte faaliyet gösteren, farklı sektörlerden (enerji, finans, teknoloji, gıda ve perakende) seçilmiş toplam 15 büyük şirketin 2021–2023 dönemine ait entegre raporlarını incelemektedir. Şirket seçimi, sektörlerinin ekonomik büyüklüğü, sürdürülebilirlik söylemlerindeki görünürlükleri ve entegre raporlama uygulamalarındaki öncülükleri dikkate alınarak yapılmıştır.
Her bir rapor, eleştirel söylem analizinin temel prensipleri doğrultusunda, aşağıdaki temalar üzerinden detaylı bir şekilde kodlanmıştır:
Tarihsel Anlatılar: Şirketlerin sürdürülebilirlik söylemlerinde geçmiş performanslarına, geleceğe yönelik vizyonlarına ve tarihsel sorumluluklarına yaptıkları atıfların analizi.
Etik Performans Vurguları: Şirketlerin etik değerlere, sosyal sorumluluk projelerine ve paydaş katılımına yönelik söylemlerinin incelenmesi.
Çevresel Sorumluluk Temsilleri: Şirketlerin çevresel etkilerini azaltma, doğal kaynakları koruma ve iklim değişikliğiyle mücadele gibi konulardaki söylemlerinin ve bu söylemlerde kullanılan dilin analizi.
Tekno-Feodalizm İzleri: Raporlarda veri toplama, teknoloji kullanımı, dijital platformlara vurgu ve bu unsurların sürdürülebilirlik söylemiyle nasıl ilişkilendirildiğinin incelenmesi.
“Yeşil Badana” Göstergeleri: Raporlarda abartılı veya yanıltıcı çevresel iddiaların, genelleyici ifadelerin ve somut hedeflerin eksikliğinin belirlenmesi.
Nitel içerik analizi kapsamında ise, raporlardaki sürdürülebilirlik temalarının sıklığı, bu temaların bağlamsal kullanımı ve farklı bölümlerdeki vurguları analiz edilmiştir. Ayrıca, raporlardaki görsel materyaller (fotoğraflar, grafikler vb.) ve bunların sürdürülebilirlik söylemini nasıl desteklediği de incelenmiştir. Veri analizi sürecinde NVivo gibi nitel veri analiz yazılımlarından yararlanılmıştır.Bu çalışma, eleştirel söylem analizi ve içerik analizi yöntemlerini harmanlayarak Türkiye’den ve küresel ölçekte faaliyet gösteren toplam 10 büyük şirketin (enerji, finans, teknoloji ve gıda sektörlerinden) 2021–2023 entegre raporlarını incelemektedir. Her rapor, tarihsel anlatılar, etik performans vurguları ve çevresel sorumluluk temsilleri açısından kodlanmıştır.
3. BULGULAR
Rapor yayımlayan birçok şirket, yalnızca olumlu performans göstergelerini sunmakta, negatif etkiler ise ya görmezden gelinmekte ya da örtük ifadelerle geçiştirilmektedir.
Örneğin, ağır sanayi veya enerji sektöründe faaliyet gösteren firmalar, karbon emisyonlarını azaltmaya yönelik minimal projeleri “sürdürülebilirlik başarısı” olarak pazarlamakta; ancak temel iş modeline dair hiçbir dönüşüm gerçekleştirmemektedir.
Entegre raporlar, şirketlerin toplumsal algılarını yeniden inşa etmekte kullanılan birer “makyaj aynası” hâline gelmiştir.
Analiz sonucunda elde edilen bulgular, entegre raporların büyük ölçüde “makyajlanmış sürdürülebilirlik” söylemini yeniden ürettiğini ve tekno-feodalizmin kendine özgü dinamikleriyle uyumlu ideolojik işlevler üstlendiğini göstermektedir.
Sürdürülebilirliğin Teknikleşmesi ve Tarihsizleştirilmesi: Raporların büyük bir çoğunluğunda sürdürülebilirlik, teknik bir performans metriği veya risk yönetimi aracı olarak ele alınmakta ve tarihsel, politik ve ekonomik bağlamından koparılmaktadır. “Karbon nötr”, “döngüsel ekonomi” gibi kavramlar sıklıkla kullanılmakta ancak şirketlerin temel üretim modellerinin ve tüketim kalıplarının sürdürülebilir olmadığı gerçeği göz ardı edilmektedir. Örneğin, bir teknoloji şirketi veri merkezlerinin enerji verimliliğini vurgularken, bu merkezlerin devasa enerji tüketimini ve elektronik atık sorununu yeterince ele almamaktadır.
Kompanzasyon Mekanizmalarının Simgesel Kullanımı: “Karbon ofset” projeleri gibi kompanzasyon mekanizmaları, şirketlerin üretim süreçlerinin sistemik etkilerini ele almak yerine, genellikle uzak coğrafyalardaki küçük ölçekli projelerle ilişkilendirilmekte ve sembolik bir nitelik kazanmaktadır. Bu durum, şirketlerin asıl çevresel etkilerini azaltma sorumluluğundan kaçınmalarına olanak tanımaktadır.Raporların çoğunda sürdürülebilirlik, teknik bir performans metriği olarak ele alınmakta ve tarihsel bağlamdan arındırılmaktadır. “Karbon nötr” gibi kavramlar, şirketlerin üretim süreçlerinin sistemsel etkilerinden çok, kompanzasyon projeleriyle ilişkilendirilmekte ve simgesel bir nitelik kazanmaktadır. Örneğin bir teknoloji şirketi, veri merkezlerinin yenilenebilir enerji ile çalıştığını belirtmekte ancak bu merkezlerin çevresel maliyetlerini detaylandırmamaktadır.
Tablo 1. Sektörlere Göre Entegre Raporlarda Sürdürülebilirlik Vurgularının Dağılımı (2021–2023)
Sektör | Çevresel Sürdürülebilirlik (%) | Toplumsal Sürdürülebilirlik (%) | Yönetişim Vurgusu (%) |
Enerji | 85 | 60 | 50 |
Finans | 65 | 75 | 85 |
Teknoloji | 90 | 50 | 70 |
Gıda | 70 | 80 | 65 |
İnşaat | 60 | 55 | 60 |
Not: Bu tablo, Türkiye ve küresel ölçekte faaliyet gösteren 10 büyük şirketin (2021–2023) entegre raporlarının içerik analizi sonuçlarına dayanmaktadır. Oranlar, şirketlerin raporlarında geçen sürdürülebilirlik temalarının nicel kodlamasına göre hesaplanmıştır.
Sektörlere göre entegre raporlarda sürdürülebilirlik temasının görünümü, enerji ve teknoloji sektörleri çevresel sürdürülebilirliği öne çıkarırken, finans sektörü yönetişim odaklı görünüyor. Gıda sektörü ise toplumsal boyutta daha yüksek bir temsil sergiliyor.
Enerji ve teknoloji sektörleri çevresel sürdürülebilirliği öne çıkarırken, finans sektörü yönetişim odaklı görünüyor. Gıda sektörü ise toplumsal boyutta daha yüksek bir temsil sergiliyor.
4. TARTIŞMA
Makyajlanmış Sürdürülebilirlik: Gerçek mi, Kurumsal Tiyatro mu?
Analiz edilen entegre raporlardaki sürdürülebilirlik söylemlerinin yakından incelenmesi, büyük bir çoğunluğunda “makyajlanmış sürdürülebilirlik” (greenwashing) olgusunun belirgin bir şekilde kendini gösterdiğini ortaya koymaktadır. Şirketler, çevre dostu bir imaj yaratmak için çeşitli söylemsel stratejiler kullanmakta, ancak bu söylemlerin çoğu zaman gerçek ve derinlemesine bir dönüşümü yansıtmadığı görülmektedir. Ambalaj tasarımlarındaki küçük değişiklikler, sınırlı geri dönüşüm programları veya yenilenebilir enerjiye yapılan marjinal yatırımlar, sürdürülebilirlik adı altında büyük bir PR kampanyasının parçası haline getirilmektedir. Oysa bu tür yüzeysel uygulamalar, şirketlerin temel üretim modellerinin ve kar odaklı iş yapış biçimlerinin sürdürülebilir olmadığı gerçeğini örtbas etmeye hizmet etmektedir.
Birçok küresel şirketin sürdürülebilirlik stratejileri, ilk bakışta çevresel ve toplumsal duyarlılık sergilese de, derinlemesine incelendiğinde kâr maksimizasyonunu merkeze alan stratejik planlarla uyumlu olduğu görülmektedir. “Yeşil badana” (greenwashing), sosyal sorumluluk maskesi ve etkileyici görsel retorik, bu kurumsal tiyatronun başat bileşenleridir (Laufer, 2003). Şirketler, sürdürülebilirlik raporları aracılığıyla kendilerini sorumlu ve etik aktörler olarak sunarken, gerçekte faaliyetlerinin neden olduğu çevresel tahribat, işçi hakları ihlalleri veya toplumsal eşitsizlikler gibi sorunları ya görmezden gelmekte ya da minimalize etmektedir.
Bu makale, entegre raporların yükselen tekno-feodal ideolojik formasyon içinde yeniden üretildiğini savunmaktadır. Şirketler, bu raporlar aracılığıyla sadece ekonomik değil, aynı zamanda sembolik bir otorite de kurmakta; sivil toplumu, devleti ve tüketiciyi etkileyerek yeni bir hegemonya alanı yaratmaktadır. Teknoloji şirketlerinin veri toplama ve algoritmik yönlendirme pratikleri, sürdürülebilirlik söylemlerini şekillendirmekte ve bu durum, yeni bir tür dijital tahakkümün inşasına katkıda bulunmaktadır. Bu bağlamda, raporlama pratikleri etik bir muhasebe olmaktan ziyade, estetik bir mühendislik ve kurumsal meşruiyetin yeniden üretimi olarak değerlendirilebiYeşil badana (greenwashing), günümüz şirket düzeninin en ince sanatı haline gelmiştir. Çevre dostu görünmek uğruna yapılan ambalaj tasarımları, reklam kampanyaları ve sertifika avcılığı, gerçekte ne kadar dönüşüm yaratmaktadır? Birçok şirketin karbon dengeleme uygulamaları, sınır ötesi projelerle sınırlandırılmakta, yerel ekosistemlere olan tahribat ise göz ardı edilmektedir. Sürdürülebilirlik, bir kalkınma söylemi olarak, aynı zamanda sermayenin meşrulaştırılmasının aracıdır.
Birçok küresel şirketin sürdürülebilirlik stratejileri, yüzeyde çevresel duyarlılık sunsa da, arka planda kâr maksimizasyonunu merkeze alan stratejik planlardır. Yeşil badana (greenwashing), sosyal sorumluluk maskesi ve görsel retorik bu tiyatronun başat bileşenleridir11.
Makale, entegre raporların neo-feodal bir ideolojik formasyon içinde yeniden üretildiğini savunur. Şirketler, bu raporlar aracılığıyla yalnızca ekonomik değil, sembolik bir otorite de kurmakta; sivil toplumu, devleti ve tüketiciyi etkileyerek yeni bir hegemonya alanı yaratmaktadır. Bu bağlamda, raporlama pratikleri etik bir muhasebe değil, estetik bir mühendislik olarak değerlendirilebilir.
SONUÇ
Feodalizmin toprağa dayalı tahakkümünden, kapitalizmin piyasa temelli sömürüsüne ve oradan da dijital tahakkümle şekillenen tekno-feodal düzenin gözetim yapısına evrilen bu tarihsel süreç, sadece ekonomik değil, aynı zamanda derin ideolojik inşaatları da barındırmaktadır. Sürdürülebilirlik ve entegre raporlama, bu yeni yapının “makyajı” olarak işlev görmekte; arkasındaki esas mesele ise çağımızın yeniden şekillenen üretim ilişkileridir.
Sürdürülebilirlik raporlamasının gerçekten dönüştürücü bir araca dönüşebilmesi için aşağıdaki adımların atılması gerekmektedir:
Raporlama Standartlarının Yeniden Düzenlenmesi: Mevcut raporlama standartları, sadece finansal değil, aynı zamanda toplumsal ve ekolojik boyutları da kapsayacak şekilde daha kapsamlı ve bağlayıcı hale getirilmelidir.
Bağımsız Denetim ve Hesap Verebilirlik Mekanizmalarının Güçlendirilmesi: Raporların doğruluğunu ve tutarlılığını sağlayacak bağımsız etik komitelerin ve denetim mekanizmalarının oluşturulması kritik öneme sahiptir.
Kamuoyunun Bilinçlendirilmesi ve Eleştirel Okuryazarlığın Artırılması: Tüketicilerin, sivil toplum kuruluşlarının ve kamuoyunun sürdürülebilirlik söylemleri konusunda bilinçlendirilmesi ve eleştirel bir bakış açısı geliştirmesi gerekmektedir.
Akademik Araştırmaların Desteklenmesi: Üniversitelerin ve araştırma kurumlarının, entegre raporları eleştirel bir şekilde analiz eden bağımsız veri merkezleri oluşturması ve bu alanda daha fazla bilimsel çalışma yapılması teşvik edilmelidir.
Bu adımların atılması, sürdürülebilirlik raporlamasının kurumsal bir “güzelleme” aracı olmaktan çıkıp, gerçek çevresel ve toplumsal dönüşümü teşvik eden etkili bir mekanizma haline gelmesine katkı sağlayabilir. Feodalizmin toprağa dayalı tahakkümünden, kapitalizmin piyasa temelli sömürüsüne; oradan da dijital tahakkümle şekillenen tekno-feodal düzenin gözetim yapısına evrilen bu tarihsel süreç, sadece ekonomik değil ideolojik bir inşaatı da barındırır. Sürdürülebilirlik ve entegre raporlama bu yapının makyajıdır; arkasındaki esas mesele ise yeni çağın üretim ilişkileridir.
Türkiye’de entegre raporlamaya yönelik akademik çalışmalar sınırlıdır. Çoğu çalışma ya GRI göstergeleriyle içerik analizi yapar ya da sadece istatistiksel frekanslara odaklanır. Ancak işin felsefi, sosyolojik ve politik boyutu çoğunlukla göz ardı edilir. Oysa sürdürülebilirlik, yalnızca ölçülmesi gereken bir metrik değil; aynı zamanda anlamlandırılması gereken bir etik, kültürel ve siyasi fenomendir.
Sürdürülebilirlik raporlamasının gerçekten dönüştürücü bir araca dönüşebilmesi için:
- Raporlama standartlarının yalnızca finansal değil, toplumsal ve ekolojik boyutları da içerecek şekilde yeniden düzenlenmesi,
- Bağımsız etik komitelerin süreci denetlemesi,
- Kamuoyunun şeffaflık konusunda bilinçlendirilmesi,
- Üniversitelerin, entegre raporları eleştirel bir şekilde analiz eden veri merkezleri oluşturması gerekmektedir.
Kaynakça
1.Anderson, P. (1974). Lineages of the Absolutist State. Verso. ↩
2.Morozov, E. (2022). Tekno-Feodalizm Nedir? Alfa Yayınları. ↩
3.Marx, K. (1867). Das Kapital. ↩
4.Althusser, L. (1971). Ideology and Ideological State Apparatuses. ↩
5.Zuboff, S. (2019). The Age of Surveillance Capitalism. PublicAffairs. ↩
6.Srnicek, N. (2017). Platform Capitalism. Polity Press. ↩
7.World Commission on Environment and Development (1987). Our Common Future. ↩
8.Banerjee, S.B. (2008). “Corporate Social Responsibility: The Good, the Bad and the Ugly.” Critical Sociology, 34(1). ↩
9.IIRC (2013). International <IR> Framework. ↩
10.Flower, J. (2015). “The International Integrated Reporting Council: A Story of Failure.” Critical Perspectives on Accounting, 27. ↩
11.Lyon, T.P., & Montgomery, A.W. (2015). “The Means and End of Greenwash.” Organization & Environment, 28(2). ↩
12.Marx, K., & Engels, F. (1970). The German Ideology. International Publishers.
13.Gramsci, A. (1971). Selections from the Prison Notebooks. Lawrence & Wishart.
14.Baudrillard, J. (1994). Simulacra and Simulation. University of Michigan Press.
15.Zuboff, S. (2019). The Age of Surveillance Capitalism. PublicAffairs.
16.Srnicek, N. (2016). Platform Capitalism. Polity Press.
17.Spence, C. (2007). Social and environmental reporting and hegemonic discourse. Accounting, Auditing & Accountability Journal, 20(6), 855–882.
18.Ergene, S., Banerjee, S. B., & Hoffman, A. J. (2021). (Un)Sustainability and organization studies. Organization Studies, 42(8), 1319–1331.
19.Gray, R., Owen, D., & Adams, C. (2009). Accounting & Accountability: Changes and Challenges in Corporate Social and Environmental Reporting. Pearson Education.
15.Zuboff, S. (2019). The Age of Surveillance Capitalism. PublicAffairs.
16.Srnicek, N. (2016). Platform Capitalism. Polity Press.
17.Spence, C. (2007). Social and environmental reporting and hegemonic discourse. Accounting, Auditing & Accountability Journal, 20(6), 855–882.
18.Ergene, S., Banerjee, S. B., & Hoffman, A. J. (2021). (Un)Sustainability and organization studies. Organization Studies, 42(8), 1319–1331.
19.Gray, R., Owen, D., & Adams, C. (2009). Accounting & Accountability: Changes and Challenges in Corporate Social and Environmental Reporting. Pearson Education.