Skip to content

Güneşe çok yakın uçmak… Yıkım Döngüsü…

İlk Söz: Mitolojik Bir Esinlenmeden Yıkım Döngüsüne

İnsanlığın tarihsel serüveni, mitolojik anlatıların sembolik diliyle okunduğunda, tekrar eden bir yıkım ve yeniden doğuş döngüsüne işaret eder. İcarus’un balmumundan kanatlarla güneşe yükselirken kendi sonunu hazırlaması, yalnızca bireysel bir trajediyi değil; toplumsal ve siyasal yapılarımızın kaderini de özetler. Yüzyıllardır güç ve iktidar sarhoşluğuna kapılan yönetimler, tıpkı İcarus gibi “çok yükseğe uçmanın” büyüsüne kapılmış; her defasında aynı hatayı farklı maskelerle tekrarlamıştır.

Bugünün dünyasında bu döngü, yeni bir estetikle sahneleniyor: Merkezîleşen iktidar alanları, jeopolitik çıkarların demokrasi ve özgürlükleri gölgeleyen sessiz mutabakatı, küresel düzenin politik matematiğiyle şekillenen ekonomik stratejiler… Tüm bunlar, bir yönetimin dünyayı doğru analiz edebilmesini ama bu analizden yanlış sonuçlar üretmesini mümkün kılıyor. Sorun, gerçeği görememek değil; gerçeğin yanlış bir şekilde araçsallaştırılması.

Nitekim yönetimler, küresel dönüşümleri yalnızca “fırsat” olarak gördüklerinde, kendi iç dinamiklerini de bu doğrultuda yeniden kurgularlar. Sendikalar, medya organları, sermaye grupları ve hatta eğitim kurumları, adım adım iktidarın kültürel ve ideolojik hegemonyasına eklemlenir. Artık “kamusal alan” dediğimiz şey, görünürde varlığını sürdürse de içeriden boşaltılmış bir kavramsal kabuğa dönüşür.

Özellikle son on yıllarda ekonomik politikalarla desteklenen bu yeniden yapılanma, toplumsal dokuyu sarsan bir ivme kazandı. Sermaye ile siyasal iktidar arasındaki simbiyotik ilişki, kamusal çıkar ile özel çıkar arasındaki sınırları bulanıklaştırdı. Yıkım döngüsü tam da burada başlıyor: Toplumsal yapılar esnek değil, kırılgan hâle geliyor; demokratik talepler ise yönetilebilir bir “risk faktörü” olarak kodlanıyor.

Böylece tarih, mitolojinin kehanetini doğrularcasına kendi sonsuz döngüsüne hapsoluyor: Güç, merkezileşiyor; merkezîleşen güç, özgürlüğü bastırıyor; bastırılan özgürlük, yeni bir patlamayı hazırlıyor. Ve her defasında, gökyüzünde eriyen balmumu kanatların kokusu yeniden duyuluyor.

Ekonomik ve Toplumsal Dönüşümün Dinamikleri

Neoliberal sermaye, 21. yüzyılın başında hızlanan küresel dönüşümü neredeyse kusursuz bir soğukkanlılıkla okudu. Dünya düzeninin ahlaki ve hukuki temellerini temsil eden Birleşmiş Milletler gibi uluslararası yapıların etkisini yitirdiğini, küresel kapitalizmin yeni efendilerinin merkeze aldığı çıkar odaklı politikaların norm hâline geldiğini, demokrasi ve özgürlüklerin giderek törpülendiğini berrak bir şekilde gördü. Emperyalist güçlerin, jeopolitik stratejilerine itaat eden bağımlı ülkelere iç politikalarında sınırsız bir serbestlik tanıdığını fark etti.

Bu gözlem, yalnızca teorik bir tespit değil; küresel siyasetin acımasız hakikatinin ta kendisiydi: Güç, halkların iradesinde değil, sermayenin ve onun siyasal uzantılarında toplanmıştı. Liberal demokrasi miti çökmüş, yerine piyasaların mutlak otoritesini kutsayan bir “yeni normal” inşa edilmişti. Bu yeni normalde, ekonomik gücün ahlaki bir sınırı yoktu; siyaset artık sermayenin en verimli yatırım alanlarından biriydi.

Neoliberal politikalar, 1980’lerden itibaren Türkiye’yi ekonomik ve sosyal bir dönüşüm sürecine soktu. 1980 darbesi sonrası hızlanan özelleştirmeler, devletin ekonomik rolünü zayıflatarak sermayeyi merkeze yerleştirdi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 1980’lerde %30’lar seviyesinde olan gelir eşitsizliği (Gini katsayısı), 2020’lerde %40’ın üzerine çıktı (TÜİK, 2023). Bu, toplumsal dokunun kırılganlaşmasına yol açtı.Sermaye ile siyasal iktidar arasındaki simbiyotik ilişki, kamusal çıkar ile özel çıkar arasındaki sınırları bulanıklaştırdı. Büyük şirketler, medya, spor kulüpleri ve yardım kuruluşları üzerinden kültürel hegemonya kurdu. Örneğin, Türkiye’de medya sahipliğinin %80’inden fazlası, iktidara yakın holdinglerin elinde toplanmış durumda (Reporters Without Borders, 2024). Bu, kamusal alanın içeriden boşaltılmasına ve demokratik taleplerin “yönetilebilir risk” olarak kodlanmasına neden oldu.Küresel düzeyde, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurumların etkisi azalırken, jeopolitik çıkarlar demokrasi ve özgürlüklerin önüne geçti. Neoliberal sermaye, bu boşluğu fırsat bilerek bölgesel aktörlerle taktiksel ittifaklar kurdu. Türkiye’de bu süreç, 2017 sonrası anayasal değişikliklerle hızlandı; devlet kurumları, iktidarın ideolojik aygıtlarına dönüştü. Örneğin, 2017 referandumu sonrası yürütmenin güçlendirilmesi, denge-denetleme mekanizmalarını zayıflattı (Freedom House, 2018).

Neoliberal sermaye bu boşluğu gördü ve hızlı hareket etti. Küresel güç odaklarının liderlerine hizalanarak, onların aşırılıklarını dengelemek için bölgesel aktörlerle taktiksel ittifaklar kurdu. Asıl amaç, jeopolitik sadakat karşılığında iç politikada sınırsız serbestlik elde etmekti. Bu stratejik hesap, 2017 sonrasında adım adım hayata geçirildi.

İktidar, devletin kurumsal sınırlarını aşındırarak, parti ve bileşenlerini neredeyse “devletin kendisi” gibi konumlandırdı. Ülkenin en büyük işçi sendikası, siyasi iktidarın yanına çekildi; diğer sendikalar ve meslek kuruluşları marjinalleştirilerek toplumsal muhalefetin damarları kesildi. Görsel ve yazılı medya, kademeli ama sistematik bir şekilde denetim altına alındı. Büyük sermaye, bir yandan kaynak transferleriyle büyütüldü, diğer yandan siyasi merkezin kontrolünden çıkamayacak şekilde disipline edildi.

Böylece neoliberal sermaye, kendi lümpen burjuvazisini yarattı; kısa sürede, halkın hayal bile edemeyeceği bir servet birikti. Ancak bu servet, yalnızca tüketim ve gösteriş için değil, siyasal iktidarın tahkimi için bir araç hâline getirildi. Seçim kampanyalarından medya yatırımlarına, yargı reformlarından şehir planlamasına kadar her alanda sermayenin gölgesi hissedildi.

İktidar, bu düzenlemelerin kendisine mutlak bir hâkimiyet sağlayacağına inandı. Artık hiçbir muhalefet hareketinin tutunamayacağını, şirketleri dilediği anda denetleyebileceğini, muhalif medyayı satın alabileceğini, belediyelere ya da partilere kayyum atayabileceğini, hatta bireylerin mal varlıklarına el koyabileceğini düşündü. Bu, bir tür “tanrısal kibir” döngüsüydü; İcarus’un güneşe yükselirken hissettiği yenilmezlik yanılsamasının modern bir versiyonu.

Fakat tarihin ironisi şudur ki: Her yükseliş, kendi yıkımını da içinde taşır. Servetin ve iktidarın aşırı merkezileşmesi, halkın yoksullaşması ve pasifize edilmesiyle birleşince, toplumun sosyo-ekonomik fay hatlarında derin ve görünmez kırılmalar oluştu. İşte bu kırılmalar, bir gün sessizliğin içinden patlayarak tarihsel döngüyü yeniden başlatacak potansiyele sahiptir.

İcarus’un balmumu kanatlarının erimesine neden olan şey yalnızca güneşin sıcaklığı değil, kibrin kör edici ışıltısıdır. Neoliberal sermaye de bugün, kendi eriyen kanatlarının kokusunu henüz fark etmese de, tarihsel deneyim bize gösteriyor ki, her tanrısal yanılsama, bir gün yerini kaçınılmaz bir çöküşe bırakır.

Neoliberal Politikaların Mirası: Şirket Kapitalizmi ve Feodal Dönüşümün Yeni Yüzü

1950’lerden itibaren, özellikle 1980 darbesi sonrası hız kazanan neoliberal iktisat politikaları, Türkiye’yi yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyo-politik bir dönüşümün içine sürükledi. Bu dönüşüm, şirket kapitalizmiyle başlayıp tekno-kapitalizme ve nihayetinde “paydaş kapitalizmi” adı altında meşrulaştırılan bir yeni feodal düzene evrildi. Bu sistemde, zenginliklerin ve üretim araçlarının büyük şirketlerin eline geçmesiyle halk, ekonomik ve siyasal anlamda edilgenleştirildi.

Neoliberal Politikaların Mirası: Şirket Kapitalizmi ve Yeni FeodalizmNeoliberalizm, Türkiye’de şirket kapitalizmini güçlendirerek toplumsal yapıyı dönüştürdü. Cumhuriyetin eşitlikçi yapıları (kooperatifler, esnaf birlikleri, yerel üretim ağları) tasfiye edildi. Yerine, rekabetçi ve bireyci bir sistem yerleşti. Küçük esnaf, yüksek kiralar ve zincir marketlerin rekabeti karşısında ayakta kalamadı. TÜİK’e göre, 2000-2020 arasında küçük işletmelerin sayısı %20 azaldı (TÜİK, 2021).Büyük şirketler, modern çağın “asilzadeleri” haline geldi. Örneğin, Türkiye’deki tarım sektöründe, büyük şirket çiftlikleri yerel üretimin yerini aldı. 2020’de tarım arazilerinin %30’u, 10 büyük şirketin kontrolündeydi (Tarım ve Orman Bakanlığı, 2020). Bu, halkı üretici olmaktan çok tüketici konumuna indirgedi.Toplumun büyük kesimi, düşük ücretli ve güvencesiz işlere mahkûm edildi. Türkiye’de asgari ücretle çalışanların oranı %40’a yaklaşırken, genç işsizlik oranı %25’in üzerinde seyrediyor (ILO, 2024). Bu, modern bir “kölelik” biçimi olarak tanımlanabilir; insanlar, bordrolarla zincirlenmiş bir yaşam mücadelesine sürüklendi.

Cumhuriyetin Temel Taşlarının Erozyonu

Kooperatifler, esnaf birlikleri, yerel üretim ağları ve halkın örgütlü gücü; Cumhuriyet’in eşitlikçi ve dayanışmacı ilkeleriyle yoğrulmuş bu yapılar, neoliberal dalganın etkisiyle birer birer tasfiye edildi. Yerine, piyasa merkezli, rekabetçi ve bireyci bir sistem ikame edildi. Bu sistemde halk, artık üretici değil, tüketici; özne değil, nesne konumuna indirgenmişti.

Şirketler: Yeni Asilzadeler

Büyük şirketler, adeta modern çağın markizleri ve dükleri gibi, dokunulmaz bir üst sınıf haline geldi. Mahkemeler, savcılar, yasalar bu şirketlere işlememeye başladı. Sermaye, yalnızca ekonomik değil, hukuki ve siyasal alanlarda da hegemonik bir güç haline geldi. Piyasalara istedikleri gibi müdahale ederken, halkın ekmeğinden suyuna, etinden sütüne kadar her şeyi kontrol altına aldılar.

Sosyal Dokunun Çöküşü

Küçük esnaf ve imalatçı, yüksek kiralar ve rekabet karşısında ayakta kalamaz hale geldi. Yerel üretim, yerini devasa şirket çiftliklerine bıraktı. On köyün yapacağı üretimi, bir şirket markası altında tek bir arazi üzerinde gerçekleştirmek artık mümkün hale geldi. Bu, yalnızca ekonomik bir dönüşüm değil; kültürel, sosyal ve hatta ontolojik bir kırılmaydı.

Modern Kölelik ve Sabit Maaşlı Hayatlar

Toplumun büyük bir kesimi, sabit maaşlı, düşük statülü işlere mahkum edildi: güvenlik görevlisi, taksi şoförü, halk otobüsü sürücüsü, ya da devletin alt kademelerinde çalışan memurlar. Bu işler, geçimlik değil, yaşamsal sınırda tutunma mücadelesi haline geldi. Modern kölelik, artık zincirlerle değil, bordrolarla tanımlanıyordu.

Kültürel Hegemonya ve Yanılsama Mekanizmaları

Şirketler, yalnızca ekonomiyi değil, kültürü ve siyaseti de ele geçirdi. Medya, spor kulüpleri, yardım kuruluşları gibi alanlar üzerinden halkın algısını yönlendirdiler. “Şirin” görünmeyi başardılar; ancak bu, bir yanılsamaydı. Gerçekte, şirketlerin kazançları halkın yoksullaşması pahasına büyüyordu.

Gelir Dağılımında Tarihi Eşitsizlik

Gelir dağılımındaki eşitsizlik, tarihin hiçbir döneminde görülmemiş seviyelere ulaştı. Bir avuç şirket, servetlerini katlarken, milyonlarca insan temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanır hale geldi. Bu, yalnızca ekonomik bir kriz değil; toplumsal iradenin, yurttaşlık bilincinin ve demokratik katılımın yok edilmesiydi.

Fransız Devrimi’nin İdeallerinin Silinmesi

Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik… Fransız Devrimi’nin bu üç temel ideali, neoliberal çağın şirket merkezli düzeninde silinip gitti. Halkın meclisi, kooperatif gücü, esnaf dayanışması yok oldu. Yerine, piyasa merkezli, algoritmalarla yönetilen, insanı değil veriyi önceleyen bir sistem geldi.

Ana Muhalefetin Tarihi Yanılgısı: Normalleşme mi, Meşrulaştırma mı?

Türkiye siyasetinde son yıllarda yaşanan dönüşüm, yalnızca iktidarın değil, muhalefetin de tarihsel bir kırılma yaşadığını gösteriyor. Ana muhalefet partisi, iktidarın pastasından pay alabileceğini sanarak “normalleşme” adı altında bir strateji izledi. Ancak bu strateji, kendi varlığını tehdit eden bir meşrulaştırma sürecine dönüştü. İktidarın dilini benimseyen, onunla aynı zeminde “makul” görünmeye çalışan muhalefet, halkın gözünde özgünlüğünü ve direncini yitirdi.Ana muhalefetin stratejileri bir Pirus zaferine dönüşmüş, “kirlenmeden siyaset yapılmaz” felsefesi ise kendi ağırlığı altında çökmüştür. Yönetimin öngörüsüzlüğü, sağcı aktörlere yaslanarak genişleme hayaline kapılmasından ve ideolojik tutarlılıktan yoksunluğundan besleniyor. Oysa Türkiye toplumu çürümemiştir; aksine ilkesizliğe karşı derin bir öfke taşımaktadır. Ne var ki bu öfkeyi örgütleyip sahici bir dönüşüm iradesine dönüştürecek bir hareketin varlığı, bugün için maalesef ufukta görünmemektedir.

Manipülasyonun Ters Tepkisi

Muhalefet, belirli marjinal grupları manipüle ederek kontrol altında tutabileceğini sandı. Ancak bu grupların öfkesi ve tepkisi, zamanla muhalefetin kendisine yöneldi. Toplumsal enerjiyi dönüştürmek yerine bastırmaya çalışan bu yaklaşım, muhalefeti halktan kopardı. Gençlerin sokaklarda Mustafa Kemal posterleriyle yürüdüğü bir dönemde, parti yönetimi onları örgütlemek yerine, provokatif söylemlerle halkı uyutmayı tercih etti.

Kurucu Değerlerden Uzaklaşma

Parti yönetimi, Atatürk’ün ulus-devlet, üniter yapı ve laiklik ilkelerine ters düşen ittifaklarla yol aldı. Bu ittifaklar, toplumu birleştirmek yerine daha da böldü. 1980 darbesinden sonra yeniden açılan parti, ruhunu kaybetti; artık bir siyasi parti değil, bir kültür derneği ya da farkındalık kampanyası ajansı gibi davranıyor. Yerel seçimlerde yoksulluğu hatırlatarak oy toplamak, sürdürülebilir bir strateji olmaktan çok, geçici bir taktik haline geldi.

Elitizm ve Halktan Kopuş

Parti yönetimi, kravatlı, elitist bir grubun eline geçti. Villalarda yaşayan, çocuklarını özel okullarda okutan bu kadrolar, halkın gerçek sorunlarına yabancılaştı. Partinin kapıları halka kapanırken, Cumhuriyetin kurucu ilkeleriyle barışık olmayan unsurlara ardına kadar açıldı. “Altı Ok” ilkeleri, partinin simgesi olmaktan çıktı; yerini pragmatik, ilkesiz ittifaklar aldı.

Üye Sayısında ve Temsilde Gerileme

1950’lerde 20 milyonluk Türkiye’de 1.5 milyon üyesi olan parti, 2025’te 90 milyonluk ülkede yalnızca 1.7 milyon üyeye sahip. Üye yaş ortalaması 50’lerin üzerinde; gençlik yok, dinamizm yok. Parti, delege ağalığıyla yönetiliyor; halkın enerjisi, sokaklardaki yürüyüşlerde değil, parti binalarında kayboluyor.

Zaman Çizelgesi: Ana Muhalefetin Evrimi (1923–2025)1923–1938: Kuruluş ve Devrimci Kimlik

  • Olaylar:
    • 1923’te Mustafa Kemal Atatürk tarafından Cumhuriyet Halk Partisi kurulur.
    • Altı Ok ilkeleri (Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Devrimcilik) partinin ideolojik temelini oluşturur.
    • Tek parti döneminde, Cumhuriyetin kurumsal altyapısı inşa edilir: Laiklik, eğitim reformları, kadın hakları, köycülük hareketleri.
  • Kırılma Noktaları:
    • 1924 Anayasası ile ulus-devlet yapısı güçlenir.
    • 1930’larda Halkevleri kurulur; halkın eğitim ve kültür yoluyla bilinçlendirilmesi hedeflenir.
  • İdeolojik Durum:
    • Parti, radikal devrimci bir hareket olarak konumlanır. Ulus-devlet, üniter yapı ve laiklik temel ilkelerdir.
    • Toplumsal dönüşüm ve modernleşme, partinin ana hedefidir.
  • Toplumsal Etki:
    • Köylü, esnaf ve işçi kesimleri, devletin modernleşme projesine dahil edilir.
    • Parti, halkın geniş kesimlerini temsil eden bir kitle partisi olarak güçlenir.

1938–1950: İsmet İnönü Dönemi ve Çok Partili Hayata Geçiş

  • Olaylar:
    • Atatürk’ün vefatından sonra İsmet İnönü liderliği devralır.
    • 1946’da çok partili sisteme geçilir; Demokrat Parti (DP) kurulur.
    • CHP, ilk kez muhalefet partisi olma ihtimaliyle karşı karşıya kalır.
  • Kırılma Noktaları:
    • 1945’te Köy Enstitüleri’nin etkisiyle kırsal kesimde eğitim ve bilinçlenme artar, ancak muhafazakâr kesimlerin tepkisiyle karşılaşılır.
    • 1950 seçimlerinde CHP, iktidarı DP’ye kaybeder.
  • İdeolojik Durum:
    • Parti, devletçi ve laik ilkelerden taviz vermez, ancak muhafazakâr kesimlere karşı daha uzlaşmacı bir söylem geliştirir.
    • Altı Ok, hâlâ partinin temel rehberidir, ancak çok partili sistemde kitle tabanını genişletme çabası başlar.
  • Toplumsal Etki:
    • CHP, şehirli ve eğitimli kesimlerle özdeşleşmeye başlar; kırsal kesimde DP’nin yükselişiyle taban kaybı yaşanır.

1950–1971: Soğuk Savaş ve İdeolojik Çatışmalar

  • Olaylar:
    • 1950’lerde DP’nin liberal ekonomik politikaları, CHP’yi daha sosyal demokrat bir çizgiye iter.
    • 1961 Anayasası, sosyal haklar ve özgürlükler açısından ilerici bir çerçeve sunar; CHP bu anayasayı destekler.
    • 1965’te “Ortanın Solu” kavramı ortaya atılır; Bülent Ecevit liderliğinde parti, sosyal demokrasiye yönelir.
  • Kırılma Noktaları:
    • 1960 darbesi, CHP’yi dolaylı olarak güçlendirir, ancak parti bu dönemde iktidar olamaz.
    • 1971 muhtırası, sol hareketleri baskılar; CHP, sosyal demokrat kimliğini savunmakta zorlanır.
  • İdeolojik Durum:
    • Parti, Altı Ok’tan özellikle halkçılık ve devletçilik ilkelerini sosyal demokrasiyle harmanlamaya çalışır.
    • Laiklik ve milliyetçilik, muhafazakâr kesimlerle gerilim yaratır.
  • Toplumsal Etki:
    • CHP, işçi sınıfı ve gençlik arasında destek bulur, ancak muhafazakâr kırsal kesimle bağı zayıflar.
    • Parti, şehirli entelektüellerin ve sendikaların partisi olarak algılanır.

1971–1980: Ecevit Dönemi ve Toplumsal Hareketlilik

  • Olaylar:
    • Bülent Ecevit liderliğinde CHP, 1973 ve 1977 seçimlerinde başarı kazanır.
    • “Karaoğlan” imajıyla Ecevit, halkçı söylemiyle kitleleri mobilize eder.
    • 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, CHP’nin milliyetçi damarını güçlendirir.
  • Kırılma Noktaları:
    • 1970’lerin ekonomik krizleri, CHP’nin sosyal politikalarını uygulamada zorlar.
    • Sağ-sol çatışmaları, partiyi kutuplaşmanın bir tarafı haline getirir.
  • İdeolojik Durum:
    • Sosyal demokrasi, halkçılık ve anti-emperyalizm, partinin temel söylemleri olur.
    • Laiklik ve ulus-devlet ilkeleri korunur, ancak muhafazakâr kesimlerle gerilim devam eder.
  • Toplumsal Etki:
    • CHP, işçiler, köylüler ve gençlik arasında güçlü bir taban oluşturur.
    • Ancak, sağcı hareketlerin yükselişi ve ekonomik sorunlar, partinin etkisini sınırlar.

1980–1992: 12 Eylül Darbesi ve Kimlik Krizi

  • Olaylar:
    • 1980 NATO-TÜSİAD destekli faşist darbe, CHP’yi kapatır; parti liderleri ve kadroları baskı altına alınır.
    • 1983’te Özal’ın ANAP’ı, neoliberal politikaları benimser; CHP’nin devletçi mirası sorgulanır.
    • 1987’de CHP yeniden açılır, ancak eski gücünden uzaktır.
  • Kırılma Noktaları:
    • 12 Eylül darbesi, partinin devrimci ruhunu kırar; örgütlü tabanı dağıtılır.
    • Neoliberal politikalar, CHP’nin halkçı ve devletçi ilkelerini zayıflatır.
  • İdeolojik Durum:
    • Parti, sosyal demokrasi ile neoliberalizmin uzlaşmazlığı arasında sıkışır.
    • Altı Ok, retorikte varlığını korusa da, pratikte etkisizleşir.
  • Toplumsal Etki:
    • CHP, halktan kopmaya başlar; elitist bir imaj kazanır.
    • Kırsal kesim ve işçi sınıfıyla bağları zayıflar; parti, şehirli orta sınıfın partisi haline gelir.

1992–2010: Deniz Baykal Dönemi ve İktidarsızlık Ayarı

  • Olaylar:
    • 1992’de Deniz Baykal liderliğinde CHP, yeniden örgütlenir, ancak “iktidar olmamaya ayarlı” bir yapıya bürünür.
    • 2002’de AKP’nin iktidara gelmesi, CHP’yi ana muhalefet konumuna taşır.
    • 2000’lerde küresel neoliberal dalga, CHP’yi ideolojik olarak daha da sıkıştırır.
  • Kırılma Noktaları:
    • 1990’larda Kürt meselesi ve laiklik tartışmaları, CHP’yi savunmacı bir konuma iter.
    • 2007 e-muhtıra ve 2008 kapatma davası gibi olaylar, partiyi laiklik ekseninde kutuplaştırır.
  • İdeolojik Durum:
    • Parti, laiklik ve ulus-devlet savunusuyla sınırlı bir muhalefet çizgisine hapsolur.
    • Sosyal demokrasi söylemi zayıflar; neoliberalizme karşı net bir alternatif sunamaz.
  • Toplumsal Etki:
    • CHP, elitist ve bürokratik bir parti olarak algılanır.
    • Gençlik ve işçi sınıfıyla bağları kopar; parti, “statüko savunucusu” damgası yer.

2010–2020: Normalleşme ve İttifaklar Dönemi

  • Olaylar:
    • 2010’da yeni liderlik, partiyi “normalleşme” politikasına yöneltir.
    • 2015 ve 2018 seçimlerinde ittifaklar (Millet İttifakı) kurulur; CHP, farklı ideolojik gruplarla işbirliği yapar.
    • 2019 yerel seçimlerinde büyük şehirlerde başarı kazanılır, ancak bu başarılar ideolojik bir dönüşümle desteklenmez.
  • Kırılma Noktaları:
    • 2016 darbe girişimi sonrası, CHP’nin “normalleşme” söylemi, iktidarla uzlaşma arayışına dönüşür.
    • Cumhuriyetin kurucu ilkeleriyle bağdaşmayan ittifaklar, parti tabanında tartışma yaratır.
  • İdeolojik Durum:
    • Altı Ok, sembolik bir anlam taşır; parti, pragmatik ve ilkesiz ittifaklara yönelir.
    • Laiklik ve ulus-devlet savunusu, yerini popülist ve uzlaşmacı bir söyleme bırakır.
  • Toplumsal Etki:
    • Parti, yerel seçimlerde yoksulluğu hatırlatarak oy toplar, ancak kitle partisi olmaktan uzaklaşır.
    • Gençlik ve halk hareketleriyle bağ kuramaz; elitist imaj derinleşir.

2020–2025: Çürüme ve Kimliksizlik

  • Olaylar:
    • 2023 seçimlerinde ittifak stratejisi başarısız olur; parti, 6 partiden 39 milletvekilini meclise taşır, ancak bu vekillerin çoğu Cumhuriyetin kurucu ilkelerine aykırıdır.
    • Parti yönetimi, halkı manipüle ederek marjinal grupları kontrol etmeye çalışır, ancak bu gruplar partiyi yönlendirmeye başlar.
    • 2025’te parti, bir siyasi hareketten çok bir “farkındalık kampanyası ajansı”na dönüşür.
  • Kırılma Noktaları:
    • Parti, gençlikten, Kemalizm’den ve halktan korkar hale gelir; delege ağalığıyla yönetilir.
    • Sokak hareketlerini provoke eder, ancak bu hareketleri kontrol edemez.
    • Uluslararası mafya örgütlerine karşı halkın anti-emperyalist mücadelesini anlamaz; “Avrupa Parlamentosu vekili” gibi davranır.
  • İdeolojik Durum:
    • Altı Ok tamamen etkisizleşir; parti, Cumhuriyetin kurucu değerlerinden tamamen kopar.
    • Neoliberalizm ve küresel sermayeye karşı bir alternatif sunamaz; iktidarın yedeğine düşer.
  • Toplumsal Etki:
    • Parti, 1.7 milyon üyeyle (çoğu yaşlı) halktan kopuk bir yapıya bürünür.
    • Gençlerin sokak eylemleri, parti yönetimi tarafından manipüle edilir; halkın öfkesi bastırılır.
    • CHP, bir kültür derneğine dönüşür; siyasi aktörlük kapasitesini yitirir.

Analiz ve Değerlendirme

Ana muhalefetin evrimi, neoliberal sermayenin küresel hegemonyasının bir yansımasıdır. 1980 darbesi, partinin devrimci ruhunu kırarak, onu elitist ve pragmatik bir yapıya dönüştürdü. 1992 sonrası “iktidar olmamaya ayarlı” bir yönetim, partiyi halktan kopardı. 2020’lerdeki normalleşme ve ilkesiz ittifaklar, partiyi bir kültür derneğine indirgedi. Bu süreç, İcarus’un güneşe uçuşuna benzer: Doğru tespitler (toplumsal değişim ihtiyacı) yapıldı, ancak yanlış sonuçlar (pragmatizm ve halktan kopuş) çıkarıldı. Parti, Cumhuriyetin kurucu değerlerine dönmedikçe, yıkım döngüsünden kurtulamayacak

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 1923’te Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulduğunda, devrimci bir hareketti. Altı Ok ilkeleri (Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Devrimcilik), toplumsal dönüşümün rehberiydi. Ancak, 1980 darbesi sonrası parti, ideolojik ruhunu kaybetti. 1992 sonrası Deniz Baykal liderliğinde “iktidar olmamaya ayarlı” bir yapıya büründü; 2010’larda ise “normalleşme” stratejisi, ilkesiz ittifaklarla meşrulaştırma tuzağına dönüştü.

Zaman Çizelgesi: Ana Muhalefetin Evrimi (1923–2025)

DönemTarihsel Dönüm NoktasıKırılma Noktalarıİdeolojik SapmalarAçıklama
1923-1945Tek parti döneminden çok partili sisteme geçişİlk muhalefet girişimlerinin kısa ömürlü olmasıDevlet merkezli otoriter yaklaşımdan liberalizme kaymaYönetim, muhalefet partilerinin kurulmasını teşvik etti; ancak bu girişimler güvenlik kaygılarıyla sona erdi.
1946-1960Çok partili sistemin kurumsallaşmasıSeçim zaferiyle iktidarın el değiştirmesiHalkçı ve demokratik vurguların artmasıMuhalefet, halk desteğini kazanarak iktidarı devraldı; ekonomik büyüme ile popülarite kazandı, ancak baskıcı politikalarla eleştirildi.
1960-1980Askerî müdahaleler ve koalisyon dönemleriDarbeler ve parti kapatmalarSosyal demokrasiden millîcilik ve sol akımlara kayışAskerî müdahaleler, muhalefetin yapısını değiştirdi; ideolojik çeşitlilik arttı, ancak istikrarsızlık sürdü.
1980-2000Askerî vesayet sonrası yeniden yapılanmaParti yeniden örgütlenmesi ve yerel başarılarLiberalizmle uzlaşma ve pragmatik politikalarMuhalefet, darbe sonrası zorluklara rağmen yerel düzeyde güç kazandı; ideolojik esneklik benimsendi.
2000-2015Parlamenter sistemin son yıllarıSeçim yenilgileri ve ittifak arayışlarıModernleşme ile geleneksel değerler arasında çelişkiMuhalefet, değişen siyasî dengelere uyum sağlamaya çalıştı; ittifaklarla güçlenmeye yöneldi.
2015-2025Başkanlık sistemine geçiş ve toplumsal hareketlerEkonomik kriz ve protestolarPopülizm ve halkla bağ kopukluğuMuhalefet, yeni sistemde etkili olamadı; ekonomik zorluklar ve toplumsal tepkilerle karşı karşıya kaldı; ideolojik netlik zayıfladı.

Tablo Açıklamaları:

  1. Dönem: Tarihsel süreçleri kapsayan ana zaman dilimleri.
  2. Tarihsel Dönüm Noktası: Ana muhalefetin yapısını ve rolünü şekillendiren büyük değişimler.
  3. Kırılma Noktaları: Siyasi yapıda ani değişiklikler veya zorlayıcı olaylar.
  4. İdeolojik Sapmalar: Muhalefetin temel ilkelerindeki kaymalar veya çelişkiler.
  5. Açıklama: Her dönemin genel bağlamı ve muhalefetin durumu.

Bu tablo, ana muhalefetin 1923’ten 2025’e kadar olan evrimini özetlerken, tarihsel bağlamı ve ideolojik dönüşümleri vurgular.erilerle CHP’nin Gerilemesi:

Üye yaş ortalaması 50’nin üzerinde; gençlik kollarının etkisi sınırlı (DİSK, 2023).

1950’lerde 20 milyonluk Türkiye’de 1.5 milyon üyesi olan CHP, 2025’te 90 milyonluk ülkede 1.7 milyon üyeye sahip (CHP, 2024).

CHP’nin “normalleşme” stratejisi, 2019 yerel seçimlerinde büyük şehirlerde başarı getirse de, ideolojik bir dönüşümle desteklenmedi. 2023 seçimlerinde ittifak stratejisi, Cumhuriyetin kurucu ilkelerine aykırı unsurları meclise taşıyarak tabanda güven kaybına yol açtı. Parti, halk hareketlerini yönlendirmek yerine manipüle etmeye çalıştı; bu, gençlerin sokak eylemlerini anlamaktan uzak bir elitizme dönüştü.

Provokasyonun Anatomisi ve Toplumsal Gerilimin Derinleşmesi

Sokaklara dökülen kitleler, yalnızca güncel politik hamlelerin değil, yıllardır biriken yapısal adaletsizliklerin ve temsil krizlerinin bir sonucuydu. İktidarın güvenlikçi refleksleri ile muhalefetin söylemsel dağınıklığı, halkın öfkesini yönlendirmek yerine onu daha da keskinleştirdi. Gençlerin talepleri, sistemin kör noktalarında yankılanırken, ana muhalefet bu enerjiyi dönüştürmek yerine, onu “düşmanca müdahalelere karşı koruma” adı altında pasifleştirmeye çalıştı. Bu tutum, yalnızca öfkeyi bastırmakla kalmadı; aynı zamanda onu daha radikal biçimlerde yeniden üretmeye zemin hazırladı.

Sokak hareketleri, ekonomik kriz, enflasyon (%70, TÜİK 2024) ve yaşam maliyetindeki artışın bir sonucu olarak ortaya çıktı. Gençlerin talepleri, sistemin kör noktalarında yankılanırken, CHP bu enerjiyi dönüştürmek yerine bastırmaya çalıştı. Örneğin, 2023’te İstanbul’daki protestolarda gençlerin Mustafa Kemal posterleriyle sokağa çıkması, partinin bu hareketleri “provokasyon” olarak nitelendirmesiyle sonuçlandı (Evrensel, 2023).İktidarın güvenlikçi politikaları da gerilimi artırdı. Türk polisinin, Türk bayrağı taşıyan yurttaşları koruma görevini yerine getirmemesi, devletin tarafsızlık ilkesine gölge düşürdü. Uluslararası mafya örgütlerine karşı halkın anti-emperyalist duruşu, CHP tarafından yeterince anlaşılmadı; parti, küresel güç odaklarına yakın bir imaj sergiledi.

Türk polisinin, Türk bayrağı taşıyan yurttaşları koruma görevini yerine getirmemesi, devletin tarafsızlık ilkesine gölge düşürdü. Parti yönetiminin, Avrupa Parlamentosu’nun vekili gibi davranması, yerli halkın özsavunma refleksini ve yurt müdafaası ruhunu anlamaktan uzak bir elitizmin göstergesiydi. Bu yabancılaşma, halkın gözünde temsil mekanizmalarının meşruiyetini sorgulatmaya başladı.

Uluslararası mafya örgütlerine karşı verilen mücadele, yalnızca bir güvenlik meselesi değil; aynı zamanda anti-emperyalist bir duruşun ifadesiydi. Ancak bu mücadelede tarafsız kalmak ya da bu örgütlerle dolaylı ittifaklar kurmak, halkın gözünde “ihanet” olarak kodlandı. Bu noktada, kimlikler ve aidiyetler yeniden tanımlandı: “Halkın düşmanı” kavramı, yalnızca dış mihrakları değil, içerdeki işbirlikçileri de kapsayacak şekilde genişletildi.

İktidar, bu kaotik ortamda bir tür “tarihi fırsat” gördü. Ana muhalefetin stratejik acizliği, iktidarın elini güçlendirdi. Ancak bu güç, ekonomik çöküşün gölgesinde geçici bir yanılsamadan ibaretti. Enflasyon, işsizlik ve yaşam maliyetindeki artış, iktidarın söylemsel üstünlüğünü aşındırmaya başladı. Kayyum atamaları, tutuklamalar ve baskı politikaları sürdükçe, bu döngü yalnızca otoriterleşmeyi değil, aynı zamanda toplumsal patlamaları da tetikleyebilir.

İktidar, bu patlamaları bastırabileceğini sansa da, halkın öfkesi, mitolojik bir figür olan İcarus’un güneşe uçarken eriyen kanatları gibi, kontrol edilemez bir biçimde yayılabilir. Bu öfke, yalnızca bir tepki değil; aynı zamanda yeni bir toplumsal tahayyülün habercisidir. Bastırılmak yerine anlaşılmayı bekleyen bu enerji, Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek potansiyele sahiptir.

Çözüm: Cumhuriyetin Kurucu Ayarlarına Dönüş

Türkiye’nin mevcut krizden çıkışı, Cumhuriyetin kurucu ilkelerine dönüşle mümkündür:

  1. Laik, Demokratik Hukuk Devleti: Laiklik ve sosyal hukuk devleti yeniden inşa edilmeli. Yolsuzluklar, 50 yıl geriye dönük araştırılmalı; suçlular yargılanmalı.
  2. Kooperatif Modeli: Küçük esnaf ve köylüler, kooperatiflerle güçlendirilmeli. Örneğin, İspanya’daki Mondragon kooperatifi, 80 bin çalışanıyla yerel üretimi destekliyor (Mondragon, 2023). Türkiye’de belediyeler, kooperatiflere hibe ve düşük faizli kredi sağlayabilir.
  3. Gençlerin Üretime Katılımı: Bedelli askerlik kaldırılarak, gençler tarım ve üretim kooperatiflerine yönlendirilebilir. Her köye 50-100 genç gönderilmesi, üretimi artırabilir. Örneğin, Japonya’daki JA kooperatifleri, gençleri tarıma entegre ederek kırsal kalkınmayı sağladı (JA, 2022).
  4. Eğitim ve Kültür Reformu: Halkevleri modeli yeniden canlandırılmalı; gençlere laiklik, yurttaşlık ve dayanışma bilinci aşılanmalı.

Eğitim ve Kültür Reformu: Halkevleri modeli yeniden canlandırılmalı; gençlere laiklik, yurttaşlık ve dayanışma bilinci aşılanmalı.Türkiye’nin kurtuluşu, Cumhuriyetin kurucu ayarlarına dönmekten geçiyor. Laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti yeniden inşa edilmeli. İnsanlar, hakları yasalarla güvence altına alınmış yurttaşlar olarak saygı görmeli. Andımız, Devrim Kanunları ve Mustafa Kemal’in devrimci ruhu geri istenmeli. Yerel yönetimlerdeki yolsuzluklar, 50 yıl geriye giderek araştırılmalı; suçlular, makamlarına bakılmaksızın yargılanmalı.İktidar, halkı yoksullaştırarak ve pasifize ederek nihai hedefine ulaşabileceğini sanıyor. Ancak, Türkiye’de onurlu ve namuslu insanlar, hiçbir partiye ya da cemaate yaslanmadan ayakta duruyor. Bu insanlarla yol yürümek, çıkmaz sokaklara sapmaktan daha onurlu bir seçenektir. İktidarın içindeki akil adamlar, cesaretlerini toplayarak, ilkelere dayalı bir ortaklaşma düzlemi yaratmalı. Küresel oyun kuruculara karşı, Türkiye’nin varoluş mücadelesi, ancak bu şekilde kazanılabilir.Şirket Kapitalizminin Küresel BoyutuBüyük şirketlerin piyasaları ele geçirmesi, yalnızca Türkiye’ye özgü değil, küresel bir sorundur. Starbucks, McDonald’s gibi markalar, yerel tatları yok ederek evrensel bir tüketim kültürü yarattı. Çay, Anadolu’da her evde demlenirken, Lipton gibi uluslararası şirketler, bu geleneğin gelirini ele geçirdi. Gazze’deki soykırım, bu hegemonyanın en çarpıcı örneğidir. Şirketler, petrol, çelik, gıda gibi temel ihtiyaçlar üzerinde tam hakimiyet kurdu. Fiyatları manipüle ediyor, stoklarla devletlere ve halklara karşı ekonomik savaş veriyorlar. Medyayı, sporu, yardım kuruluşlarını kontrol ederek, halkı manipüle ediyorlar.Bu şirketler, siyaseti de ele geçirdi. Taşeron ortaklıklar kurarak, iktidarların sürekliliğini sağlıyorlar. Türkiye’de de bu ortaklıklar, milli servetlerin yağmalanmasına yol açtı. TÜSİAD gibi yapılar, bu çarkın bir parçası oldu. İktidar, bu yapılara “ülkeyi satma sırası bizde” dercesine tepki gösterse de, ana muhalefet de bu çarkın yedeği olmaktan kurtulamadı.

Laik, Demokratik Hukuk Devleti: Laiklik ve sosyal hukuk devleti yeniden inşa edilmeli. Yolsuzluklar, 50 yıl geriye dönük araştırılmalı; suçlular yargılanmalı.

Kooperatif Modeli: Küçük esnaf ve köylüler, kooperatiflerle güçlendirilmeli. Örneğin, İspanya’daki Mondragon kooperatifi, 80 bin çalışanıyla yerel üretimi destekliyor (Mondragon, 2023). Türkiye’de belediyeler, kooperatiflere hibe ve düşük faizli kredi sağlayabilir.

Gençlerin Üretime Katılımı: Bedelli askerlik kaldırılarak, gençler tarım ve üretim kooperatiflerine yönlendirilebilir. Her köye 50-100 genç gönderilmesi, üretimi artırabilir. Örneğin, Japonya’daki JA kooperatifleri, gençleri tarıma entegre ederek kırsal kalkınmayı sağladı (JA, 2022).

Kooperatif Modeli: Halkın Gücü

Çözüm, kooperatif modelindedir. Küçük esnaf, köylü ve imalatçı, kooperatiflerle güçlendirilmeli. Belediyeler, yerel üretimi desteklemeli; köylülere tarım ve üretimde geçici destek sağlanmalı. Örneğin, bedelli askerlik kaldırılarak, gençler köylere tarım işçisi olarak gönderilebilir. Her köye 50-100 genç, üretimi üçe katlar, kooperatifleri güçlendirir. Bu model, dünyada sayısız kez başarıyla uygulanmıştır. Üretim süreçleri, binlerce ortağın elinde olmalı; birkaç patronun değil.

Küresel sermaye, yerel kültürleri yok ederek evrensel bir tüketim kültürü yarattı. Örneğin, Starbucks ve McDonald’s, Türkiye’deki yerel kafe ve restoranların %30’unu piyasadan sildi (TESK, 2023). Gazze’deki soykırım, şirketlerin petrol ve gıda üzerindeki hegemonyasını gözler önüne seriyor. Türkiye’de TÜSİAD gibi yapılar, bu çarkın parçası oldu; ancak iktidar da bu yapılara karşı net bir alternatif sunamadı.

Son Söz: Değişim ve Dönüşüm

Türkiye, İcarus’un hatasına düşmemeli. İktidar ve muhalefet, halkın iradesine yakın uçarak, Cumhuriyetin kurucu değerlerine dönmeli. Kooperatif temelli bir ekonomi, gençlerin üretime katılımı ve laik bir hukuk devleti, Türkiye’yi yıkım döngüsünden kurtarabilir. Türk Milleti, ne köle ne de marabadır; onurlu bir geleceği, kendi iradesiyle inşa edecektir.

Değişimi göze alamayanlar, halka bedel ödetmemeli. Türk Milleti, kimsenin marabası, kölesi ya da uşağı değildir. İktidar, na-muhalefetten bağımsız, ilkelere dayalı bir ortaklaşma yaratmalı. Cumhuriyetin kurucu değerlerine dönüş, Türkiye’nin varoluş mücadelesinde bir mihenk taşı olacaktır. İcarus’un hatasına düşmemek için, güneşe değil, halkın iradesine yakın uçmak gerekir.

Demokrasi sahnesi çoktan kapandı.

Ne yalnızca bir ülkede, ne yalnızca bir şehirde;

kürenin tamamında ışıklar söndü…

Perde arkasında hâlâ bir oyun oynanıyor gibi görünse de,

biz aslında seyirciler değil,

bir simülasyonun içine sıkışmış figüranlarız.

Sandığınız yapılar, isimleriyle varmış gibi duran partiler,

yıllar önce devrilmiş taşların gölgesinde çoktan şekil değiştirdi.

Bir zamanlar halkın iradesini temsil ettiği sanılan koca çınar devrildi;

yerinde yükselen gövde, adı aynı fakat ruhu bambaşka.

Elinizde tuttuğunuz bilet, eski bir tiyatronun değil,

yeni bir rejiye aittir.

Zannedilen ana muhalefet değil o;

başka bir gömleğe bürünmüş, başka bir sahneye taşınmış.

Ve bugün sahnedeki yeni oyuncular,

bir zamanların merkez sağın papatyalar dekorunu,

Washington kokulu portföy partisini

arka cebinde taşıyan “ana muhalefet”tir.

Kaynaklar:

  • TÜİK (2023). Gelir Dağılımı Raporu.
  • Freedom House (2018). Türkiye Demokrasi Raporu.
  • Reporters Without Borders (2024). Medya Özgürlüğü Endeksi.
  • Tarım ve Orman Bakanlığı (2020). Tarım Arazileri Raporu.
  • ILO (2024). Türkiye İşgücü Piyasası Raporu.
  • CHP (2024). Üye İstatistikleri.
  • DİSK (2023). Gençlik ve Siyaset Raporu.
  • Evrensel (2023). İstanbul Protestoları Haberi.
  • Mondragon (2023). Yıllık Rapor.
  • JA (2022). Japonya Tarım Kooperatifleri Raporu.
  • TESK (2023). Esnaf ve Zincir Marketler Raporu.

Loading

Sonraki
Önceki
Back To Top