Skip to content

Müren Balığı Akademisi: Derinlerin Cesareti ve Birlikte Dalanların Alegorik Eleştirisi (Akademik Homofili)

Müren Balığı Akademisi: Derinlerin Cesareti ve Birlikte Dalanların Alegorik Eleştirisi (Akademik Homofili)

Mercan resiflerinin gölgeli kuytularında, yosun kokulu mağaraların arasında yükselen Müren Balığı Akademisi, dışarıdan bakıldığında bir sualtı sarayı gibiydi. Bir zamanlar akademide, resifin en soylu mercan ailelerinden gelen hocalar hüküm sürerdi. Bu “sermaye sahibi” mürenler, bilgiyi bir hobi gibi, adeta bir lüks tüketim malı gibi işlerdi. Mercanlardan oyulmuş kürsüler, deniz kabuklarıyla süslü anfiler, yosunlara sarılmış taş sütunlar…

Her şey, bilgiye adanmış bir mabedin izlenimini veriyordu. Akademi, dışarıdan bakıldığında bilgiye adanmış bir saray gibi görünse de, içeride bir tür sualtı piyasası işliyordu. Genç akademisyen mürenler, bilgilerini bir meta gibi satmak zorundaydı; projeler, danışmanlıklar ve hatta sosyal medya dalgalarında “ünlü” olmak için çırpınıyorlardı. Bourdieu’nün “kültürel sermaye”si ise artık sadece bilgiye değil, kimin hangi mercan kürsüsünde oturduğuna, kimin hangi deniz kabuğunu süslediğine bağlıydı. Akademi, bir kültürel sermaye borsasına dönüşmüştü.Genç mürenler, ne geçmişten miras kalan bir mercan zenginliğine ne de mevcut maaşlarla ayakta kalabilecek bir güce sahipti. Bu “çifte kırılganlık”, onları resifin prekarya sınıfına itiyordu.

Guy Standing’in The Precariat kitabındaki gibi, bu mürenler ne tam anlamıyla işçiydi ne de özgür bilginler. Bir yandan akademinin hiyerarşik yapısına zincirlenmiş, diğer yandan okyanusun dalgalı ekonomisine bağımlıydılar. Kimi müren, ikinci bir iş olarak yosun çiftçiliği yapıyor, kimi derin sulardaki tehlikeli projelerde danışmanlık yapıyordu. Ancak hepsi, bir sonraki akıntının onları nereye sürükleyeceğini bilmeden yüzüyordu.

Akademinin taş sütunlarının gölgesinde, genç mürenler ile yaşlı hocalar arasında sessiz bir savaş vardı. “Hoca engeli” dedikleri şey, aslında resifin feodal düzeninin bir yansımasıydı. Bilgi değil, koltuklar ve mevki konuşuyordu. Yaşlı mürenler, mercan kürsülerini birer taht gibi koruyor, gençlerin yeni fikirler sunmasını değil, onların gölgesinde yüzmesini bekliyordu. Eelios bile, tüm bilgeliğine rağmen, bu hiyerarşinin bir parçası olmaktan kurtulamıyordu.

Genç bir müren, bir gün cesaretini toplayıp sordu: “Hocam, neden bilgimiz değil de kürsülerimiz bizi tanımlıyor?” Eelios’un gözlerinde bir anlık dalgalanma oldu, ama cevap yerine sadece derin bir sessizlik verdi.Akademide “yayın yap ya da yok ol” felsefesi, resifi bir yayın endüstrisine çevirmişti.

Mürenler, bilimsel içerikten çok, kaç makale yazdıklarıyla ölçülüyordu. Mercan sıralamaları, adeta bir sualtı borsa endeksi gibi fetişleştirilmişti. Her yayın, bir mercan kürsüsüne biraz daha yaklaşmanın anahtarıydı, ama bu yarış, bilgiyi değil, niceliği ödüllendiriyordu. Teşvik mekanizmaları, mürenleri daha fazla makale yazmaya, daha fazla proje kapmaya zorluyordu. Ancak bu süreçte, okyanusun derin sorularına dalmak yerine, yüzeydeki dalgalara kapılan bir akademi doğuyordu.

En büyük ironi, akademiye özgürlük arayışıyla gelen mürenlerin, piyasanın zincirlerine vurulmasıydı. İkinci işler, danışmanlıklar, proje bağımlılığı ve sosyal medyada “ünlü müren” olma çabası, akademik özerkliği bir hayal haline getiriyordu. Bir genç müren, bir keresinde Eelios’a sitem etmişti: “Bilgi için geldik, ama piyasanın kölesi olduk.” Eelios, bu sözlere sadece gülümsedi ve şöyle dedi: “Okyanus, özgürlüğü vadeder, ama her dalga bir bedel ister. Soru şu: Zincirlerinizi kıracak kadar cesur musunuz?”Bu sırada, resifin dışından gelen titreşimler artıyordu. Bazıları, bunun derinlerdeki bir ekonomik fırtınanın habercisi olduğunu söylüyordu; okyanusun piyasaları, akademiyi de yutmak üzereydi. Diğerleri, titreşimlerin, akademinin unuttuğu eski bilgilerin uyanışı olduğunu düşünüyordu.

Eelios, öğrencilerini bir kez daha topladı ve şöyle dedi: “Bilgi, sadece özgür zihinlerde yeşerir. Ama özgürlük, önce zincirleri görmekle başlar. Bu titreşimler, belki de bizim kendi çelişkilerimizin yankısıdır.”

Mercan kürsüler, artık sadece bilgelik değil, aynı zamanda hiyerarşi ve rekabetin sembolüydü bu görkemli yapının içinde, derslerden çok dedikodular, araştırmalardan çok rekabet, meraktan çok hiyerarşi hüküm sürüyordu. kabuklarla süslü anfilerde, meraklı genç zihinlerden ziyade, protokol gereği gelen köpekbalığı bürokratlar için şov yapılıyordu. Bu görkemli yapıların içinde, derslerden çok dedikodular, araştırmalardan çok rekabet, meraktan çok hiyerarşi hüküm sürüyordu. Bilgiye adanmış olması gereken kürsülerde, en yüksek sesle konuşan değil, en parlak pullarını sergileyen balıklar yükseliyordu.

Unvan almak için yapılan sınavlar hangi köpekbalığıyla tanışık olduğunuz, akademiyi çekip çevirme anlamında hangi ayrıcalıklı bir konumda ki lobinin, hangi sosyal grup ve sınıfların toplantılarına katıldığınızla ve dahi üye olduğunuz ile ölçülüyordu.

Müren balıkları, doğaları gereği yalnız yüzmeye alışkındı ancak ilişki ekosisteminin sınırlarından da ayrılmazlar. Yalnız görünürler ama akademik klanların sessiz disiplininden sapmazlardı. Kıvrıla kıvrıla süzülen yılanımsı bedenleri, keskin dişleri ve karanlıkta parlayan gözleriyle ürkütücü görünseler de, en ufak dalgada gölgelerin ardına saklanır, derinlere dalmaktan kaçınır, bilinmeyene karşı içsel bir ürpertiyle titrerlerdi. Cesaret, onlar için bir mit; farklılık ise bir tehditti.

Akademi, bu korkunun kurumsallaştığı bir yapıydı. Akademik homofilinin konforlu zincirleriyle çevriliydi: hep aynı türle yüzmek, yankı odalarında birbirini onaylamak, farklı olanı dışlamak. Yeni fikirler, farklı yüzme stilleri, başka türlerle kurulan ilişkiler…

Tüm bunlar, “disiplin dışı” ya da “tehlikeli” olarak etiketlenirdi. Mürenler, kendi türlerinden olmayanlara karşı bir tür epistemik bağışıklık geliştirirlerdi.

Müren Balığı Akademisi’nin 18 Türü: Mürenlerin Çeşit Çeşit Yüzleri Derinlikteki Sistemik Türleşme

Dalkavuk Mürenler: Yalakalığın Akıntısında Süzülenler

Bu mürenler, bilimin tuzlu suyunda değil, yalakalığın bulanık çamurunda nefes alır. Akademik meritokrasinin mercanlarını kemirmezler; çünkü öyle bir zahmete hiç girmezler. Onların protein kaynağı “makam tapınmacılığıdır”: bugün kırmızıya boyanır, yarın maviye; kim gelirse, o rengin tonuna dönüşürler. Giden ağam gelen paşam…Dün ateş püskürdükleri isme bugün ağıt yakar gibi methiye dizerler. Tutarlılıkları istikrarsızlık, erdemleri dalkavukluktur.

Onlar için “ünvan” bir yol değil, varış noktasıdır. Bilimsel keşif mi? Gereksiz. Tek ihtiyaçları:

  • Maaş bordrosunda birkaç sıfır,
  • Kartvizitte birkaç harf,
  • LinkedIn’de havalı bir etiket.

Akademik sistemdeki karşılıkları ise koca bir oksimoron: Bilimsel yükselme adı altında düşkünleşme ritüeli. Atama ve yükselme süreçlerinde sorulan tek soru: “Kim kimin adamı?” Akademik CV’ler dosyalarda tozlanırken, kulis dedikoduları yüksek sesle okunur. “Duymadım, görmedim, bilmiyorum” felsefesini Zen öğretisi sanırlar.

Okyanusun yüzeyinde fırtına kopsa, resifler çökse, küçük balıklar açlıktan kıvransa, bu mürenler kuyularında kıvrılır. Onlara sorduğunuzda:
— “Beni ilgilendirmez.”

Bilimsel özgürlüğün cenaze namazında en yüksek alkışı onlar tutar. Üniversiteyi bilimin mabedi değil, menfaatin mescidi sanırlar. Oksimoronun doruğu şudur: “Bilimsel liyakat” adına yapılan her törende, en ön sırada alkışlayan yine onlardır.

Ve işte hicvin en acı noktası: Onların varlığı, sadece sistemin çürümesini görünür kılmaz; aynı zamanda o çürümeyi alkışlarla kutsarlar.

Üç Maymun Mürenleri: Sessizliğin Konforunda Yüzenler

Bu tür, akademinin en rahatına düşkün canlılarıdır. Onlar için etik, fosilleşmiş bir mercandır; dokunmaya değmez, taşınması zahmetlidir. Okyanus çalkalanır, resifler çöker, genç balıklar sürüler halinde göç eder—ama bu mürenler mağaralarında derin bir sessizlikle beklerler.

Sözlüklerinde üç kelime vardır:
— “Bana ne.”
— “Duydum ama duymadım.”
— “Vicdan değil, vadesi önemli.”

Kendi itirafları bile oksimorondur:
— “Yüreğim yetmez, param yatsın yeter.”

Sistemik karşılıkları ise acı bir paradokstur: Akademik özgürlük ve toplumsal sorumluluk, bireysel çıkarcılığın sessiz perdesiyle örtülür. Sessizlik, bir etik eksiklik değil; aksine, kariyer stratejisidir. Susmak, terfi ettirir. Görmemek, görev süresini uzatırBilmemek, yüksek maaşla ödüllendirilirler.

Ekonomi batsa, siyasal dalgalar boğsa, öğrenciler,akademisyenler göç yollarında kaybolsa, onlar için hayatın özeti şu olur: “Ay sonu maaş yattı mı, sorun yok.”

Böylece akademi, bilimin akvaryumu olmaktan çıkar; maaş bordrosu imparatorluğuna dönüşür. Onların üç maymunluğu, aslında üç diplomanın sessiz yansımasıdır:

  • Görmezlik diploması,
  • Duymazlık diploması,
  • Bilmezlik diploması.

Ve işte retoriğin zirvesi: Onlar hiçbir şey söylemez; ama en gürültülü sessizlik onlardan yükselir.

Papyonlu Aristokrat Mürenler: Süslenmiş Cehaletin Temsilcileri

Boyunlarında mercan papyon, zihinlerinde derin bir boşluk… Onlar için bilgi, bir yük; gösteriş ise bir yaşam biçimidir. Akademik söylemleri, İngilizce kelimelerle süslenmiş dekoratif cümlelerden ibarettir.

— “Dear colleagues, let’s boost our h-index. Mesele tamamen networking ve impact factor.”

Bilim mezura ile ölçülemez ama bu profildekiler malesef ölçmeye çalşırlar…

Cümlenin içi boştur, ama aksanı cilalıdır.

Taşradan gelen balıkları küçümserler; hem de ne küçümseme…
Mercanların arasından gelen her yeni ses, mürenlerin mağarasında bir tehdit gibi algılanır.
Küçük dağları ben yarattım kafasıyla yaşarlar—ama o dağlar, aslında tercüme edilmiş cümlelerin üst üste yığılmasıyla oluşmuş bir akademik moloz yığınıdır.Bu mürenler, dil puanlarını bir üstünlük nişanı gibi taşır.
Ama ne yazık ki, o nişan artık paslanmış durumda….
Mercanların arasından gelen her yeni ses, mürenlerin mağarasında bir tehdit gibi algılanır.
Küçük dağları ben yarattım kafasıyla yaşarlar—ama o dağlar, aslında tercüme edilmiş cümlelerin üst üste yığılmasıyla oluşmuş bir akademik moloz yığınıdır.

Bu mürenler, dil puanlarını bir üstünlük nişanı gibi taşır.
Ama ne yazık ki, o nişan artık paslanıyor.
Çünkü Elon Musk’ın dediğine göre, gelecekte dile gerek kalmayacak.
Dil bilenin değil, düşünce üretebilenin çağı geliyor.
Ve bu mürenler?
Tercüme tahtına kurulmuş, ama tahtın altı boş.
Tercüme tahtına kurulmuş, ama tahtın altı boş.. Gelecekte dil bilenlerin de bir üstünlüğü kalmayacak çünkü dile gerek kalmayacak. Emin olun ben söylemiyorum yanlış da anlaşılmasın Elon Musk söylüyor

Bu tipler derinlik bilgisine değil, CV logolarına taparlar. Onların evreninde bilgi “dipnot”tur, marka ise “manşet.”

Sistemik karşılıkları: Akademik değer, içerikten değil görünürlükten ölçülür. Bilgi üretmek değil, “marka” üretmek teşvik edilir. Akademi, bilimin tapınağı olmaktan çıkar; LinkedIn’in podyumuna dönüşür.

Çoğu yurtdışında baba parasıyla ya da devlet bursuyla eğitim görmüştür; ama derinlere hiç dalmamış, fırtınalı sularda yüzmemiştir. Onlar için akademik serüven, bir macera değil, bir “turistik dalış turu”dur. Derinlere gerçekten dalanlarsa—ironik biçimde—yine diğer mürenler tarafından korunmuştur.

Taşranın resiflerinde çalışan balıkları küçümsemek, onların en doğal refleksidir. Bilgiye değil, CV’deki logolara; bilime değil, LinkedIn’deki konferans selfielerine taparlar.

Oksimoron burada zirveye çıkar: “Süslenmiş cehalet.” İçeriksiz cümlelerin süslü papyonlarla akademik saygınlık gibi sunulması. Sorar insan: “Papyon takınca cehalet, aristokrasiye mi dönüşür?”

Ve hicvin doruk noktası: Onların akademisi, bilginin üretildiği bir laboratuvar değil, imajın pazara sürüldüğü bir vitrin hâline gelmekte

Sözüm ona Bilimin Eşik Bekçileri: Yankı Odalarının Muhafızları/ Figüranları

*Görünürlük Tapınağının Görünmez Figüranları
Mürenler arasında öyle tipler vardı ki, kendilerini “Bilimin Eşik Bekçileri” sanmaları.Böyle bir misyon üstlenmişlerdir..—ama eşik dedikleri, kendi kliklerinin kapı eşiği olmuştur.. Bilimin değil, görünürlük mabedinin nöbetçileridirler. Ama farkında değillerdir..Kongrelerde, sempozyumlarda, dergi editoryalarında, konferanslarda… hep buı isimler döner, dönerde, döner—neon ışıklarla süslenmiş bir akademik lunaparkta, aynı çarpışan arabalar gibi…

Aynı zamanda Yankı Odalarının Muhafızlarıdırda.Bu muhafızları, bilimsel sürecin bekçileri olduklarını iddia ederken, aslında kendi küçük yankı odalarında birbirlerine “çok değerli katkılarınız için teşekkürler” diyerek bilimsel eleştiriyi övgüyle ikame ederler..

Hakem atamaları mı? Konuya hâkim olmayan, hatta bazen konuyla alakasız isimler atarları—çünkü liyakat değil, aidiyet makbuldür. Bilimsel değerlendirme değil, sosyal sermaye takasıdırı yapılan.“Network + Aidiyet + Hemşerilik” üçgeninde dönen bu mekanizma, üniversite atamalarında da aynı şekilde işler. Bilim dışı kurullar, bilim dışı kararlar alır; yayın dünyasında ise bilim dışı hakemler, bilim dışı metinleri “çok kıymetli bulur”. Kıymetliydi çünkü kimseyi rahatsız etmezler.
Artık bilgi değil, bağlantılar konuşur. Bilimsel liyakat değil, görünürlük belirleyici olur. Akademik ekosistem, eleştiri yerine karşılıklı övgüyle beslenir; tartışma yerine ‘like’ kültürüyle süslenir. Bilim, sahne ışıklarının dışında unutulmuş bir figüran; akademi ise görünürlerin sahnesi—ama ironik biçimde, görünür olanın içeriği görünmez olur.
Kısacası:

  • Bilimsel süreçler → bilim dışı prosedürlerle yürütülüyor.
  • Hakemlik → hakem olmayanların elinde. Okuduğunu anlayan, eksikleri gören ve bunu makul bir dille açıklayan hakemlere denk gelmek de şans
  • Editörlük → editoryal değil, eş-dost listesi.Akademik merit → sosyal miras.
    Akademik merit → sosyal miras.
  • Eleştiri → övgü.
  • Bilim → dekor.
  • Görünürlük → içerikten daha kıymetli.
    Ve bu sahnede, “Bilimin Eşik Bekçileri” rolünü oynayanlar, aslında bilimin eşiğinden içeri hiç girmemişlerdi.

✓ Soyadı Mürenler – Aristomürenus Nepotica

Yosunlu soyadlarıyla fakültelerde kol gezerler. Yayınları az, görünürlükleri çoktur. Akademik aristokrasinin genetik mirasçılarıdır.

Aile Transferi Mürenler– Familia Kadrovia
Kızını, oğlunu, damadını, hatta akraba balıklarını kadroya alır. Üniversite değil, bir tür deniz çiftliği işletir. Dil Puanı Müreni – Lingua ManipulatusDil bilmez ama unvan taşır. IELTS’i geçememiştir, ama geçilmiş gibi yapar.“Language is optional, title is eternal.”

Dergi Çetesi Mürenler – Refereus DöngüsalisAynı dergide birbirini refere eden, editörlükleri dostlukla takas eden tür. Yayın etiği mi? O sadece mürekkep balığı Sima’nın manifestosunda kaldı.“Sen bana yaz, ben sana hakem olurum.”

Kariyer Kaçkını Mürenler – Univexitus OpportunistaÜniversiteyle bağı kalmamış ama unvanı hâlâ cebinde. Danışmanlıkta, siyasette, ama maaş hâlâ deniz tabanından geliyor.“Akademi benim sırt çantamda taşınır.”

Tatilci Mürenler– Lecturus Yokturum Dersleri keyfine göre işler. Video yüklemez, yoklama almaz. Tatil planı, akademik takvimin yerini almıştır.“Öğretim görevlisi değilim, tatil görevliyim.”

Çift Maaşlı Mürenler – Multisalarialis GluttonusBir görev yetmez, iki maaş da az gelir. Aynı kurumda üç farklı görevle yüzmeye bayılır.“Çoklu görev uzmanıyım, tek maaşla boğulurum.”

✓Dedikodu Mürenler– Kulisus KonuşkanusBilim üretmez, tez yazmaz ama laf üretir. Oda kapalı, beyin de öyle; ama kulis hep açık.“Bilgi değil, söylenti dolaşır burada.”

Kitap Tüccarı Mürenler – Satışus Zorunlus Kendi kitabını zorla sattırır. Öğrenci almazsa, dersten bırakır. Akademisyen değil, okyanus altı pazarlamacısıdır. “Bilgi satılmazsa, eksik kalır.”

Rüşvetçi Kadro Mürenler – Cüzdanus SeçiciliusEleman alımında kriter CV değil, cüzdandır. Komisyonculukla kadro dağıtır.”Yüzgeç değil, cüzdan göster bana.”

✓ Plagiarist Mürenler – Kopyacus Hırsızus Bu müren, başkalarının pullarını çalarak kendi parlaklığını yaratır. Bilimsel etik onun için bir batık gemi, intihal dedektörleri ise birer mercan engeli. Kendi fikirleri yoktur, ama başkalarının makalelerini, tezlerini ya da projelerini ustalıkla “ödünç alır”. Akademide intihal skandallarının sıkça örtbas edilmesi, “biraz esinlenme” diye geçiştirilen kopya yayınlar. “Başkasının mürekkebiyle yazılmış bir makale, kendi imzamla parlar!” der. Turnitin’in kırmızı ekranı onun için bir gurur madalyasıdır.

Proje Baronu Mürenler – Grantus Parayutius Bu müren, okyanusun fonlarını yutmak için doğmuştur. Her projeye başvurur, her hibeyi kapar, ama sonuç? Birkaç süslü rapor ve bolca yurtdışı gezisi. Bilimsel çıktıdan çok, bütçe yönetme sanatında ustadır. Fonların bilimsel üretimden çok prestij ve ağ oluşturma için kullanıldığı projeler. TÜBİTAK ya da Horizon Europe gibi fon mekanizmalarında görülen “proje bolluğu, çıktı kıtlığı” durumu. “Bilim mi? O bir sonraki bütçede! Şimdilik konferans selfiesi çekelim.” Proje raporları, yosun kaplı kürsülerde tozlanırken, o yeni bir hibe peşinde süzülür.

Sanal Akademisyen Mürenler– Zoomus Görünüşis Pandemiyle birlikte ortaya çıkan bu tür, fiziksel olarak akademide bulunmaz, ama Zoom toplantılarında hep ön plandadır. Dersleri otomatik oynatır, araştırmayı asistanlara yaptırır, ama sanal ortamda “etkin katılım” ustasıdır. Uzaktan eğitimle birlikte artan “görünüşte akademisyenlik”. Derslere girmeyen, ama ekran başında karizmatik pozlar veren hocalar.“Kamera açık, bilim kapalı. Arka planımda kütüphane göründü mü, yeter!” Toplantılarda “bağlantım koptu” bahanesiyle kaçar, ama LinkedIn’de “akademik üretkenlik” paylaşımı yapar..

Statü Avcısı Mürenler– Unvanus Takıntius Bu müren, unvanların peşinde bir ömür geçirir. Doçentlik, profesörlük, dekanlık, rektörlük… Her kademe bir mercan tahtıdır. Bilimsel katkı? O, unvanın gölgesinde kaybolur. CV’sinde unvanlar bold, yayınlar italik.Sistemik Karşılığı: Akademide unvan fetişizmi. YÖK’ün doçentlik kriterlerinde puan toplamak için yapılan “asalak yayınlar” ya da jüri manipülasyonları.Bir unvan, bin makaleden kıymetlidir. Profesör oldum mu, gerisi yosun!” Her unvan töreninde papyonunu parlatır, ama kürsüde söylediği tek şey: “Teşekkürler, çok onur duydum.”

Öğrenci Sömürücü Mürenler– Tezus Yükletius Bu müren, öğrencilerin emeğini bir mercan madeni gibi sömürür. Tezler, makaleler, projeler… Hepsi öğrencilerin elinden çıkar, ama onun adıyla yayımlanır. Öğrenciler göç yollarında kaybolurken, o kürsüde parlar.Akademide asistanların ve öğrencilerin emeğinin hocalar tarafından sahiplenilmesi. “İlk yazar” kavgaları ya da tez danışmanlarının öğrenci çalışmalarını kendi CV’sine eklemesi.“Öğrenci, benim görünmez yüzgecimdir. Onlar yüzer, ben parlarım!” Öğrencinin tez savunmasında uyuklar, ama makale yayımlanınca ilk tebrikleri o toplar.

Tüm bu türler, Müren Balıkları Akademisi’nin karanlık resiflerinde dolaşır. Her biri, sistemik bir sorunun alegorik yansımasıdır.

Schrödinger’in kedisi -kabus

Mürenlerin başı Keramos, kendini “Bilginin Yüce Efendisi” ilan etmişti—ama bu efendilik, yalnızca yankı odalarının yankısında geçerliydi. Gerçekte, o bir bilgi simülakrıydı: içeriksiz ama süslü, derinliksiz ama derinmiş gibi yapan bir akademik hologram.
Yosun kaplı kürsüsünde dişlerini göstererek böbürlenirdi. Kürsü, bir zamanlar düşüncenin yükseldiği yerdi; şimdi ise yalnızca statü gösterisinin yosun tutmuş dekoru. Keramos’un nutukları, okyanusun en berrak akıntıları gibi olduğunu iddia ederdi—ama bu berraklık, dedikodu tortularıyla bulanmış; dalkavuklukla süslenmiş; boş lafla köpürtülmüş bir akademik sabun köpüğüydü. Parlak görünür, ama ilk sorguda patlardı.
Ülkenin gidişatına dair tek kelime etmezdi. Çünkü derinlere dalmak, düşünmekti; düşünmekse tehlikeliydi. O, yüzeyde kalmayı seçmişti—çünkü yüzeyde görünürlük vardı, derinlikte ise yalnızlık. Onun bilgeliği, yankı odalarının duvarlarında yankılanır, sonra sessizce boğulurdu. Bilgi değil, yankıydı; düşünce değil, tekrar.

Keramos’un kürsüsü, Schrödinger’in kutusuna benzerdi: İçinde bilgi mi vardı, boş laf mı? Kimse emin olamazdı. Kutunun kapağını açan herkes, bir kabusla karşılaşırdı:

Ne var ki bu berraklık, dedikodu tortularıyla bulanmış; dalkavuklukla süslenmiş; boş lafla köpürtülmüş bir akademik sabun köpüğünden ibaretti. Ülkenin gidişatına dair tek kelime etmezdi—çünkü derinlere dalmak, düşünmekti; düşünmekse tehlikeliydi. Onun bilgeliği, yankı odalarının duvarlarında yankılanır, sonra sessizce boğulurdu.
Keramos’un kürsüsü, Schrödinger’in kutusuna benzerdi: İçinde bilgi mi vardı, boş laf mı? Kimse emin olamazdı. Ama kutunun kapağını açan herkes, bir kabusla karşılaşırdı: “Boş ama doluymuş gibi yapan nutuklar.”Bu nutuklar, akademik illüzyonun temel yapıtaşlarıydı:

Bilimsiz bilimsel tavır.
Keramos’un kürsüsü, bir tür epistemik sahne dekoru haline gelmişti. Orada konuşulanlar, bilgi değil; bilgiymiş gibi yapılan performanslardı. Her cümle, bir başka mürene gönderme; her övgü, bir başka kürsüye davet; her hakemlik, bir başka aidiyetin teyidi.

İçeriksiz içerik,

Eleştirisiz eleştiri,

Sorgusuz sorgulama,

Derinliksiz derinlik,

Keramos’un kürsüsü, bir tür epistemik sahne dekoru haline gelmişti. Orada konuşulanlar, bilgi değil; bilgiymiş gibi yapılan performanslardı. Her cümle, bir başka mürene gönderme; her övgü, bir başka kürsüye davet; her hakemlik, bir başka aidiyetin teyidi.
Ve en trajik olanı: Bu köpükten nutuklar, zamanla gerçek bilgiyle yer değiştirdi. Artık akademik ekosistemde, düşünce değil görünürlük; sorgulama değil uyum; cesaret değil konformizm makbul hale geldi.

Lio’nun İsyanı: Derinliklere Dalanların Manifestosu
Bir gün, akademinin yüzeyinde yankılanan aynı seslerin arasına yeni bir frekans karıştı: Turuncu-mavi pullarıyla parlayan bir mandalina balığı, Lio. Mercanlar arasında bir mücevher gibi süzüldü, gözleriyle kürsüleri taradı, yankı odalarının duvarlarını dinledi. Ve sordu:

“Neden hep aynı mürenler konuşuyor?
Neden farklı seslere kulak verilmiyor?
Neden okyanusun sırları için derinlere dalmıyorsunuz?”

Bu sorular, yankı odasında bir çatlak açtı. Keramos’un pulları titredi. Kibirle, ezberlenmiş bir retorikle yanıtladı:

“Sevgili Lio, bilgi derinlerde aranmaz, zaten bendedir!
Mağaram düşüncenin tapınağıdır!
Farklı olanlar risktir.
Biz ‘birlikte uçanlar’ olarak güçlüyüz.”

Ama Lio’nun gözleri, Keramos’un mağarasını değil, okyanusun kalbini arıyordu. Homofilinin zincirlerini kırdı. Yanına Zipo (vatoz), Sima (mürekkep balığı) ve Tiko (yengeç) gibi sessiz ama dirençli türleri aldı. Ve birlikte derinlere dalmaya karar verdiler.

Derinliklerin Sessiz Kahramanları

Kırık Pullu Bilge Vatoz – Aras

Bir fırtınada kuyruğu parçalanmıştı, ama bilgeliğiyle derinlerin haritasını çizmişti. Sessizce gözlem yapar, konuştuğunda kelimeleri yosun gibi yavaş ama derindir:

“Cesaret, parlak pullarda değil, yara izlerinde saklıdır.”

Mürekkep Balığı – Sima

Eskiden tehlikede mürekkep salıp kaçardı. Şimdi o mürekkep, direnişin mürekkebine dönüştü. Manifestolar, şiirler, bildiriler yazıyor:

“Karanlıkla savaşmak için bazen kendi karanlığını kullanırsın.”

Yengeç – Tiko

Yan yan yürür, ama hep ileri gider. Şaşkınlığıyla tanınır, ama en sağlam kavrayış ondadır. Akademinin duvarlarına ilk grafitiyi o kazır:

Bilgi, zincirlenemez.”

Derinlerdeki Hazine: Bilginin Biyolüminesansı

Derinlikler, yüzeyin susturduğu melodileri fısıldıyordu:

  • Biyolüminesan planktonlar yıldızlar gibi dans ediyor,
  • Daha önce hiç görülmemiş türler, duyulmamış melodiler söylüyor,
  • Akıntılar, okyanusun kalbinin ritmini taşıyordu.

Lio ve arkadaşları her dalışta yeni bir bilgi parçası keşfetti. Farklı türlerin deneyimlerini paylaştılar, cesaretleriyle korkularını aştılar. Çünkü gerçek bilgi, dedikoduyla, dalkavuklukla, papyonlu gösterişle ya da yalnızca maaş gününü bekleyerek elde edilemezdi.

Bilim, tıpkı okyanus gibi, sadece akademinin kapalı odalarında değil, herkesin içinde yaşamalıydı. Popüler bilim yazıları, bloglar, kolektif gözlemler sayesinde bilgi, sessiz derinliklerden yüzeye çıkar; tüm canlıların ortak malı hâline gelirdi.

Cesaretle dalanlar, birlikte öğrenenler, işte bilgiyi paylaşanlar gerçek hazinenin sahipleriydi.

Derinliklerin Yeni Katmanları

Susturulmuş Resifler
Bir zamanlar özgürce düşünen balıkların yaşadığı bu resifler, fikirleri “uygun bulunmadığı” için sessizliğe gömülmüştü. Lio, onların hikâyelerini dinledi ve yeniden anlattı, susturulmuş sesleri yankı odalarından kurtardı.

Kayıp Kütüphane Mağarası
Eski balıkların yazdığı, ama hiç okunmamış metinlerle dolu bir mağara. Sima burada mürekkebiyle yeni bir alfabe geliştirdi: duygularla yazılan, yankı odalarına sığmayan bir dil. Lio, bu metinlerde unutulmuş değerleri buldu: merak, şüphe, cesaret ve ortaklık.

Akıntıların Kavşağı
Farklı türlerin yollarının kesiştiği bir yer. Burada Lio, bir köpekbalığı filozofla tanıştı. Filozof ona şunu söyledi:
— “Farklılıklar yüzmek için değil, birlikte dalmak içindir.”

Bu kavşakta türler arası işbirliği doğdu. Bilgi, artık tek bir türün tekelinde değil, çok sesli bir akıntının içinde akıyordu.

Schrödinger’in kedisi- Rüya

Akademide Dönüşüm Hayali

Ancak bir gün, derinlerden gelen bir akıntı bu düzeni sarsmaya başladı. Bu akıntıyla birlikte, farklı türlerden balıklar Akademi’ye doğru yüzmeye başladı:

  • Bir mürekkep balığı, tentakülleriyle eski metinleri yeniden yorumluyor,
  • Bir vatoz, taban akıntılarını okuyarak strateji geliştiriyor,
  • Bir denizatı, şiirle bilim arasında köprüler kuruyordu.

Bu yeni dalgalar, mürenlerin hayasliyankı odalarını çatlatıyor, yosunlara sarılmış sütunların arasına yeni sorular bırakıyordu.

Lio ve arkadaşları hazinelerle döndüğünde, Akademi büyülendi. Yeni türlerin keşfi, akıntıların haritası, okyanusun kalbinin ritmi… Hepsi akademiyi aydınlatıyordu.

Keramos, mağarasının gölgelerinde mırıldandı: “Bunlar zaten biliniyordu…”

Ama sesi titriyordu. Kimse onu ciddiye almıyordu. Aristokrat mürenler papyonlarını düzeltti, İngilizce kelimelerle süslemeye çalıştı, ama derinlikten gelen hakikat karşısında sözleri köpük olup dağıldı. Üç maymun mürenleri mağaralarına saklandı, dalkavuklar yeni rektörü beklemeye koyuldu.

Zamanla Akademi değişti. Mürenler hâlâ oradaydı; dedikodu yapıyor, papyonlarını düzeltiyor, maaş gününü bekliyordu. Ama artık sesleri daha az yankılanıyordu. Yeni kürsüler mercanlardan değil, cesaretle örülmüş kelimelerden ve birlikte yazılmış manifestolardan yapılıyordu.Yeni dersler açıldı:

  • Derinlik Etiği
  • Yankı Odası Eleştirisi
  • Cesaretin Ekolojisi
  • Çok Türlü Bilgelik
  • Yalnız Uçmanın Felsefesi

Yeni öğrenciler geldi: sadece mürenler değil, vatozlar, deniz kestaneleri, hatta bir zamanlar dışlanmış denizanaları bile. Akademi, bir yankı odası olmaktan çıkıp bir akıntı ağına dönüştü.

Epilog: Yalnız Uçanlar, Birlikte Dalanlar

Lio ve arkadaşları artık “yalnız uçanlar” değildi. Onlar “derinlik yolcuları”ydı. Her biri farklı türden, farklı geçmişten, farklı seslerden… Ama birlikte dalan. Kimi mürekkep balığıydı, fikirlerini mürekkep gibi yayarak karanlığı anlamlandırıyordu. Kimi vatozdu, taban akıntılarını okuyarak strateji geliştiriyordu. Kimi denizatıydı, şiirle bilim arasında köprüler kuruyordu. Ve Lio, bir zamanlar yalnız uçan bir martıydı belki—ama artık dalgaların altında, birlikte nefes alıyordu.

Bazı mürenler, ilk kez kendi korkularıyla yüzleşmeye başladılar. Derinlere dalmak, sadece fiziksel bir eylem değil; epistemik bir cesaret gerektiriyordu. Kendi türünün dışında yüzmek, farklı düşüncelerle karşılaşmak, eleştirilmek, dönüşmek… Bunlar artık kaçınılması gereken şeyler değil, Akademi’nin yeni değerleri haline geliyordu.

Ve böylece, Müren Balığı Akademisi yavaş yavaş dönüşmeye başladı. Artık sadece bilgi değil, cesaret de öğretiliyordu. Karanlık mağaralardan çıkan mürenler, birlikte dalmayı öğreniyor, derinliklerdeki bilinmeyenleri keşfetmek için farklı türlerle yan yana yüzüyordu.

Okyanus bir sırrı öğrenmişti:Okyanus bir sırrı öğrenmişti:

Bilgi, sadece cesaretle değil, birlikte cesaretle bulunur.
Derinlik, yalnızca dalmakla değil, birlikte dalmakla keşfedilir.
Yalnız uçmak, sürüden kopmak değil; sürüye yeni bir yön vermektir.
Çünkü bazen en büyük devrim, bir martının dalmaya karar vermesiyle başlar

Ve Sonunda: Rüyanın Kırılması

Artık yankı odaları sessizdi.
Mercan kürsülerde yeni sesler yankılanıyordu.
Yosunlara sarılmış sütunlar, farklı türlerin izleriyle yeniden şekilleniyordu.
Akademi, görünürlerin sahnesi olmaktan çıkıyor; derinliklerin çağrısına kulak veriyordu.

Ve Lio’nun son notu, yosunlara yazılmıştı:

“Birlikte dalanlar, birlikte öğrenir.
Cesaret bulaşıcıdır.
Bilgi, yalnızca paylaşılınca parlar.”

Tam o anda Lio gözlerini açtı.
Bir akıntı değil, bir rüya…
Bir devrim değil, bir olasılık…
Schrödinger’in kedisi hâlâ kutudaydı.

Ve Akademi?Henüz dönüşmemişti.
Ama artık dönüşebileceğini hayal ediyordu…

Yeniden yeşildi fındık dalları. Zaten hep yeşildi fındık dalları..

Hayaldi Yanii hayal….

Öyle Yani!…

————————-

Blog Yazarının Notu:

Bazen dayanamayıp cevap veriyorum.
Soruyorlar: “Bunu niye yapıyorsun?”
Belki de cevabım şu: İçimde hâlâ merak var.
İçimde hâlâ bireysel doğruları savunma isteği var.
Ve evet, hâlâ yanıt vermek için yanan bir enerji var.

Ama görüyorum ki, akademi artık bitik bir akımın sahnesi.
Fotoğraflarda toplanan kerametin, vitrinlerde sergilenen sözde kudretin hüküm sürdüğü bir çağdayız.
“Ben yaptım, oldu” diyenler, poz verirken kendi kendini alkışlıyor.
Ve biz, dışarıdan bakarken, bu fotoğraf albümünde gerçeğin kaybolduğunu seziyoruz.

Ben ise keramet biriktirmiyorum.
Poz vermek yerine, sorular biriktiriyorum.
Her soruyla bir yarayı, her cevapla bir şüpheyi büyütüyorum.
Biliyorum ki sahicilik, vitrinlerde değil;
çelişkilerin, öz eleştirilerin, yanıt verilemeyen soruların derinliğinde gizleniyor.

Bu yüzden kendimi, Müren Balığı Akademisi’nin derinliklerinde buluyorum.
Orada, her şey masalsı bir sualtı alegorisine dönüşüyor:
Müren balıkları, dar kayalık aralıklarında pusuya yatmış,
kendine benzeyene yaklaşanları kabul ediyor,
ama farklı yüzgeçle geleni hızla dışlıyor.
Bu, akademik homofilinin dipteki yansıması değil mi?

Balık sürüleri gibi hareket edenler, güvenliği sanal bir birliktelikte arıyor,
ama bireysel cesareti olanlar, tek başına yüzmenin bedelini ödüyor.
Sahicilik işte o bedelde saklı:
Sürüye katılmadan, pusuya düşmeden,
akıntının nereye götürdüğünü bilmeden yüzebilmek.

O yüzden bu manifesto, bir kutlama değil.
Bir sahicilik arayışı.
Bir yolculuk, kendi içimdeki eleştiriye karşı bile dürüst kalma çabası.
Ego değil, hakikat için konuşma isteği.
Ve evet: Sadece susanların çoğaldığı bir dünyada,
hâlâ konuşma cesareti…

—————————–                                                                                                                                       Stuart Ritchie’nin Science Fictions kitabı, bilimsel süreçlerin içsel zaaflarını—sahtekârlık, önyargı, ihmal ve abartı—eleştirel bir gözle inceleyen nadir çalışmalardan biri.Altı çizelesi cümlelerin en kritik olanları:

  • Sayfa 3: “Science… has become home to a dizzying array of incompetence, delusion, lies and self-deception.” (Bilim… yeteneksizlik, sanrı, yalanlar ve kendi kendini kandırmanın baş döndürücü bir yelpazesine ev sahipliği yapıyor.)
  • Sayfa 45-46: “It’s entirely possible that we’ll never find [some fraudsters].” (Bazı sahtekârları asla bulamayabiliriz.)
  • Sayfa 22: “The contradiction – between competition… and sceptical appraisal of science…” (Hibe rekabeti ile bilime şüpheci değerlendirme arasındaki çelişki…)
  • Sayfa 112: “The irony… Singer’s main research interest is human empathy.” (İroni… Singer’ın ana araştırma konusu insan empatisiydi.)
  • Sayfa 189: “Millions… informed by a Nobel Laureate that they had ‘no choice’ but to believe…” (Milyonlarca insan, bir Nobel ödüllü tarafından ‘başka seçenekleri olmadığı’ söylenerek…)

Loading

Önceki
Back To Top