
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK RAPORLAMASINDA “BORG SENDROMU” VE “DEAD CONTROL” PARADOKSU: YEŞİL AKLAMA SANATINDAN HEGEMONİK ASİMİLASYONA ELEŞTİREL BİR BAKIŞ
THE “BORG SYNDROME” AND “DEAD CONTROL” PARADOX IN SUSTAINABILITY REPORTING: A CRITICAL PERSPECTIVE FROM THE ART OF GREENWASHING TO HEGEMONIC ASSIMILATION
ÖZET
Bu çalışma, küresel ekolojik kriz derinleşirken kurumsal sürdürülebilirlik raporlamasında gözlemlenen paradoksal artışı, yönetim muhasebesi ve organizasyon teorisi perspektifinden eleştirel bir analize tabi tutmaktadır. Çalışma, yönetsel iradenin (agency) teknik prosedürler ve küresel standartlar (IFRS S1/S2, CSRD) içerisinde eridiği, ancak raporlama mekanizmasının teknik ataletle işlemeye devam ettiği durumu “Ölü Kontrol” (Dead Control) kavramıyla tanımlamaktadır. DiMaggio ve Powell’ın “kurumsal izomorfizm” teorisi, popüler kültürdeki “Borg Kolektifi” metaforu (kolektif asimilasyon ve tek tip zihin) üzerinden yeniden okunarak; şirketlerin “bütüncül yaklaşım” ve “sinerjik dönüşüm” retorikleriyle nasıl hegemonik bir “yeşil anlatıya” asimile edildiği tartışılmaktadır.
Çalışma, Kondratiev dalgaları bağlamında yeşil tahvillerin finansal mühendisliğini, Scope 3 verilerindeki stratejik belirsizliği ve Türkiye özelinde TFRS 19 ile yerel vergi düzenlemeleri (VUK) arasındaki yapısal çelişkileri analiz etmektedir. Bulgular, mevcut “entegre” raporlama pratiklerinin, Küresel Kuzey’in enerji ve hammadde güvenliğini önceleyen “Yeşil Emperyalizm” stratejisine teknik meşruiyet sağlayan birer “sembolik yönetim” aracı olduğunu ortaya koymaktadır. Çalışma, bu hegemonik asimilasyona karşı, finansal ve finansal olmayan sermayelerin gerçek etkileşimini esas alan “Holistik Muhasebe” yaklaşımını önermektedir.
Anahtar Kelimeler: Dead Control, Borg Sendromu, Sürdürülebilirlik Raporlaması, Yeşil Aklama (Greenwashing), Kurumsal İzomorfizm, Yeşil Emperyalizm, Yönetim Muhasebesi, TFRS 19.
ABSTRACT
This study critically analyzes the paradoxical surge in corporate sustainability reporting amidst the deepening global ecological crisis from the perspectives of management accounting and organization theory. The study conceptualizes the state where managerial agency dissolves within technical procedures and global standards (IFRS S1/S2, CSRD), yet the reporting mechanism continues to operate through technical inertia, as “Dead Control.” DiMaggio and Powell’s theory of “institutional isomorphism” is reinterpreted through the “Borg Collective” metaphor (collective assimilation and hive mind) from popular culture, discussing how corporations are assimilated into a hegemonic “green narrative” through rhetorics of “holistic approach” and “synergistic transformation.”
The study analyzes the financial engineering of green bonds within the context of Kondratiev waves, the strategic ambiguity in Scope 3 data, and the structural contradictions between TFRS 19 and local tax regulations (VUK) specifically in Turkey. Findings reveal that current “integrated” reporting practices serve as “symbolic management” tools providing technical legitimacy to a “Green Imperialism” strategy that prioritizes the energy and raw material security of the Global North. The study proposes a “Holistic Accounting” approach, based on the genuine interaction of financial and non-financial capitals, against this hegemonic assimilation.
Keywords: Dead Control, Borg Syndrome, Sustainability Reporting, Greenwashing, Institutional Isomorphism, Green Imperialism, Management Accounting, TFRS 19.
GİRİŞ:
Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreği sona ererken, küresel iş dünyası ve akademi derin bir paradoksla yüzleşmektedir. Bir yanda, Uluslararası Sürdürülebilirlik Standartları Kurulu’nun (ISSB) IFRS S1 ve S2 standartları, Avrupa Birliği’nin Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi (CSRD) ve Sayısız “Net Sıfır” taahhüdü ile kurumsal raporlama ekosistemi tarihin en yoğun genişleme dönemini yaşamaktadır. Diğer yanda ise, gezegensel sınırların (planetary boundaries) dokuz kritik eşiğinden altısının aşıldığı (Richardson et al., 2023, s. 1245), atmosferik karbon yoğunluğunun rekor seviyelere ulaştığı ve biyoçeşitlilik kaybının geri döndürülemez noktaya yaklaştığı bilimsel bir gerçeklik durmaktadır.
Raporlama hacmindeki artış ile çevresel performans arasındaki bu ters orantı, organizasyon teorisinde “ayrışma” (decoupling) olarak tanımlanan olgunun (Meyer & Rowan, 1977), basit bir uyum sorunundan öte, sistemsel bir patolojiye dönüştüğünü göstermektedir. Bu çalışma, söz konusu patolojiyi tanımlamak için “Ölü Kontrol” (Dead Control) kavramını literatüre sunmaktadır.
“Ölü Kontrol”, bir aracın şoförünün (yönetsel irade, etik vicdan ve stratejik karar alma yetisi) fiilen işlevsiz kaldığı veya yok olduğu; ancak aracın (kurumsal bürokrasi, raporlama sistemleri ve teknik standartlar) daha önceden programlanmış rotalarda, teknik bir ataletle ve artan bir hızla hareket etmeye devam ettiği durumu tasvir eder. Tren raydadır, motor çalışmaktadır, “bütüncül yaklaşım” sinyalleri yanıp sönmektedir; ancak kokpitte yaşam belirtisi yoktur. Karar alıcılar, sistemin teknik işleyişini (compliance) yönetmekle meşgulken, aracın gittiği yönün (ekolojik yıkım) kontrolünü kaybetmiştir.
Bu kontrol kaybı, şirketleri özgün stratejiler geliştirmekten alıkoyarak, küresel bir **”Borg Sendromu”**na sürüklemektedir. Popüler kültürde Star Trek evrenindeki “Borg Kolektifi”nin “Direnç faydasızdır, asimile olacaksınız” mottosuyla bilinen “kolektif zihin” (hive mind) yapısı; bugün kurumsal sürdürülebilirlik alanında “İzomorfizm” (eşbiçimlilik) teorisinin (DiMaggio & Powell, 1983) radikal bir tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır. Şirketler, “etki odaklı şeffaflık”, “sinerjik dönüşüm” ve “uzun vadeli değer” gibi standartlaştırılmış retorik setlerini kopyalayarak, hegemonik bir yeşil anlatıya asimile olmaktadır.
Bu asimilasyon süreci, Mervyn King’in (2016) “entegre raporlama” vizyonunu, finansal sermayenin meşruiyet krizini yönetmek için kullandığı bir “Yeşil Aklama” (Greenwashing) sanatına dönüştürmüştür. Özellikle Kapsam 3 (Scope 3) emisyonlarının raporlanmasındaki veri belirsizlikleri ve Yeşil Tahvillerin (Green Bonds) finansal mühendisliği incelendiğinde; sistemin ekolojik iyileşmeyi değil, statükonun devamını finanse ettiği görülmektedir. Bu durum, gelişmekte olan ülkeler için “Yeşil Emperyalizm” (Green Imperialism) olarak adlandırılabilecek yeni bir bağımlılık ilişkisi yaratmaktadır (Sovacool, 2020).
Bu çalışmanın amacı, yönetim muhasebesi perspektifinden “Ölü Kontrol” mekanizmasının teknik ve teorik bileşenlerini analiz etmek; TFRS 19, VUK ve küresel standartlar arasındaki çelişkileri ortaya koyarak, “Borg” tipi asimilasyona karşı “”Holistik Muhasebe” (Elmacı, 2024b) tabanlı, iradi ve sahici bir çıkış yolu önermektir.
1. TEORİK ÇERÇEVE: KURUMSAL İZOMORFİZM VE BORG SENDROMU
Kurumsal sürdürülebilirlik raporlamasının mevcut durumunu anlamak için, organizasyonların neden giderek birbirine benzediğini ve özgün stratejilerini yitirdiğini açıklayan teorik bir zemine ihtiyaç vardır. Bu çalışmada, Yeni Kurumsal Kuram’ın (Neo-Institutional Theory) temel taşı olan “Kurumsal İzomorfizm” (Institutional Isomorphism) kavramı, popüler kültürden ödünç alınan “Borg Sendromu” metaforu ile yeniden yorumlanmıştır.
1.1. Demir Kafesten Yeşil Kafese: Kurumsal İzomorfizm
DiMaggio ve Powell (1983), Weber’in bürokrasiyi tanımlarken kullandığı “Demir Kafes” (Iron Cage) metaforunu genişleterek, modern organizasyonların rasyonel verimlilikten ziyade “meşruiyet” (legitimacy) arayışıyla hareket ettiğini öne sürmüşlerdir. İzomorfizm (eşbiçimlilik), aynı çevresel koşullara maruz kalan organizasyonların zamanla birbirine benzemesi sürecidir.
Günümüzde sürdürülebilirlik ekosistemi, yeni bir “Yeşil Kafes”e dönüşmüştür. Şirketler, gerçekten sürdürülebilir oldukları için değil, “sürdürülebilir görünmezlerse” piyasadan dışlanacakları korkusuyla raporlama yapmaktadır. Bu durum, Meyer ve Rowan’ın (1977) “ayrışma” (decoupling) hipotezini doğrular: Şirketin vitrini (raporlar) ile mutfağı (operasyonel gerçeklik) birbirinden kopmuştur. Ancak bu çalışma, bu kopuşun artık bilinçli bir stratejiden öte, “Dead Control” adını verdiğimiz, iradenin tamamen sisteme teslim edildiği bir otomata haline evrildiğini iddia etmektedir.
1.2. Hegemonik Asimilasyon Metaforu: “Borg Sendromu”
Star Trek evrenindeki siber-organik bir tür olan Borg Kolektifi, bireysel zihinleri “kolektif bilince” (hive mind) bağlayarak asimile eder. Borg’un temel felsefesi şudur: “Direnç faydasızdır. Biyolojik ve teknolojik ayırt ediciliğinizi bize katacağız.”
Bu çalışma, küresel raporlama standartlarının (IFRS S1/S2, CSRD, GRI) işlevini “Borg Sendromu” olarak kavramsallaştırmaktadır. Bu sendromda:
- Görünmez Koro Şefi: Küresel hegemonik güçler (standart yapıcılar, büyük denetim firmaları ve derecelendirme kuruluşları), görünmez bir koro şefi gibi sopayı kaldırmakta ve şirketlerden akademiye kadar tüm aktörler aynı notadan şarkı söylemektedir.
- Dilsel Asimilasyon: “Bütüncül yaklaşım” (holistic approach), “sinerjik dönüşüm”, “paydaş katılımı” gibi kavramlar, Borg’un komut satırları gibi tüm raporlarda aynı bağlamda kullanılmaktadır. İçerik değişse de form ve söylem aynıdır.
- İradenin Yitimi: Bireysel şirket yöneticisi (Kaptan), gemisinin kontrolünü “Dead Control” mekanizmasına bırakarak, sadece kolektifin (piyasanın) onayladığı rotada ilerleyen bir “drone”a dönüşmektedir.
1.3. Asimilasyonun Üç Mekanizması
Borg Sendromu, DiMaggio ve Powell’ın tanımladığı üç izomorfik baskı mekanizması üzerinden işlemektedir:
1.3.1. Zorlayıcı İzomorfizm (Coercive Isomorphism): “Asimile Olacaksınız”
Bu, devletin ve yasa koyucuların baskısıdır. Türkiye’de KGK’nın yayınladığı TSRS standartları, AB’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) ve IFRS’in zorunlu hale gelişi, şirketlere “ya uyum sağla ya da öl” mesajı verir. Burada gönüllülük yoktur; sisteme entegre olmak, varoluşsal bir zorunluluktur. Elmacı (2024c) tarafından belirtildiği üzere, gelişmekte olan ülkeler için bu durum, Küresel Kuzey’in standartlarına zorunlu bir biat (compliance) anlamına gelir.
1.3.2. Taklitçi İzomorfizm (Mimetic Isomorphism): “Kolektif Zihin”
Belirsizlik ortamlarında (iklim krizi, teknolojik dönüşüm), organizasyonlar başarılı gördükleri diğerlerini taklit eder. Sürdürülebilirlik raporlarında Scope 3 verilerinin hesaplanmasındaki belirsizlik, şirketleri birbirinin dipnotlarını kopyalamaya itmektedir. “Herkes ‘tahminidir’ yazıyorsa, biz de yazabiliriz” düşüncesi, Borg’un kolektif zihninin (hive mind) kurumsal yansımasıdır. Bu durum, hataların ve yeşil aklama pratiklerinin de virüs gibi yayılmasına neden olur.
1.3.3. Normatif İzomorfizm (Normative Isomorphism): “Yazılım Güncellemesi”
Profesyonelleşme yoluyla gelen baskıdır. Üniversiteler, sertifika programları ve “Büyük Dörtlü” (Big 4) denetim firmaları, sürdürülebilirlik uzmanlarını aynı eğitim tornasından geçirmektedir. Bu uzmanlar, farklı şirketlerde çalışsalar bile olaylara aynı “Borg vizörü”nden bakarlar. “Değer yaratma” tanımı, akademik ve profesyonel ağlar aracılığıyla standartlaştırılmıştır. Sonuç olarak, Elmacı (2025)’nın belirttiği gibi, en yaratıcı çözüm değil, en çok ezberlenen (standartlara en uygun) çözüm “doğru” kabul edilir.
2. DUMANLI ALFABE VE TEKNİK ÇIKMAZLAR: SCOPE 3’ÜN SESSİZLİĞİNDEN JANUS YÜZLÜ MUHASEBEYE
“Dead Control” mekanizmasının en somut işlediği alan, sürdürülebilirlik raporlamasının teknik altyapısıdır. Şirketler, Sera Gazı Protokolü’nün (GHG Protocol) belirlediği metrikleri bir “Dumanlı Alfabe” gibi kullanarak, gerçekliği şeffaflaştırmak yerine bürokratik bir sis perdesi arkasına gizlemektedir. Bu bölümde, değer zinciri emisyonlarının (Scope 3) yarattığı stratejik belirsizlik ve Türkiye özelinde TFRS 19 ile yerel vergi düzenlemeleri arasındaki ontolojik çatışma analiz edilmektedir.
2.1. Sessiz Dev: Scope 3 ve “Tahmin” Diplomasisi
Kurumsal emisyon envanterleri incelendiğinde, Kapsam 1 (doğrudan) ve Kapsam 2 (satın alınan enerji) emisyonlarının raporlanmasında göreceli bir başarı sağlandığı görülmektedir. Ancak bu, “evin önünü süpürüp çöpü arka bahçeye atma” stratejisidir. Çünkü çoğu sektörde toplam emisyonların %90’ından fazlası Kapsam 3 (Scope 3) kategorisinde gerçekleşmektedir (CDP, 2023).
Bu çalışma, Scope 3’ü “Sessiz Dev” olarak nitelendirmektedir. Şirketler, bu devi uyandırmamak için raporlarında stratejik bir “veri manipülasyonu” uygulamaktadır. “Bütüncül yaklaşım” başlığı altında sunulan parlak grafiklerin altında, dipnotlarda yer alan “Veriler %80 oranında tahminlere (proxy data) dayanmaktadır” ibaresi, kontrolün “ölü” olduğunun teknik itirafıdır. Gerçek veri (bireysel gerçeklik) yerine, sektörel ortalamalar (kolektif veri) kullanılarak, şirketin özgün kirlilik profili “Borg” sistemine asimile edilmektedir.
2.2. Türkiye’de Yapısal Çatallanma: TFRS 19 ve “Janus Yüzlü Muhasebe”
ürkiye Kamu Gözetimi Kurumu (KGK) tarafından yayınlanan ve IFRS S1/S2 ile tam uyumlu olan TFRS 19, Türk şirketlerini yeni bir raporlama çağına zorlamaktadır. Ancak Elmacı (2024e) tarafından detaylandırıldığı üzere, bu durum mevcut muhasebe ekosisteminde yapısal bir “Janus Yüzlü Muhasebe” (Janus-Faced Accounting) pratiği doğurmaktadır.
Roma mitolojisinde bir yüzü geçmişe, diğer yüzü geleceğe bakan Janus gibi, Türk şirketleri de ontolojik olarak birbirinden kopuk iki gerçeklik arasında bir bifurkasyon (çatallanma) yaşamaktadır:
- VUK Gerçekliği (Geçmişe Bakış): Devlet odaklı, tarihsel maliyet esasına dayanan, belgeye bağlı ve geçmişe dönük (backward-looking) katı bir kayıt düzeni.
- TFRS/TSRS Gerçekliği (Geleceğe Bakış): Yatırımcı odaklı, gerçeğe uygun değer (fair value) esasına dayanan ve geleceğe dönük (forward-looking) esnek bir raporlama düzeni.
Bir şirket, VUK’a göre hazırladığı yasal defterlerinde “iklim risklerini” gider olarak gösteremezken; TFRS 19 raporunda bu risklerin varlık değerlerini eritebileceğini beyan etmektedir. Bu “Kurumsal Disosiyasyon” (Institutional Dissociation), entegre raporlamayı imkânsız kılmakta; raporları yasal defterlerden kopuk, “hayali” metinlere dönüştürmektedir. “Dead Control” burada devreye girer: Muhasebe departmanı vergi için geçmişi kaydederken, sürdürülebilirlik departmanı gelecek için hikâye anlatmaktadır.
3. KONDRATİEV DALGALARI VE YEŞİL TAHVİL İLLÜZYONU: FİNANSALLAŞAN EKOLOJİ
Sürdürülebilirlik taahhütlerinin arkasındaki temel motivasyon, genellikle etik bir uyanıştan ziyade, küresel sermayenin yeni bir birikim rejimi arayışıdır. Bu bölümde, “Dead Control” mekanizmasının finansal motoru olan Yeşil Tahviller ve Karbon Kredileri, Kondratiev Dalgaları teorisi ışığında eleştirel bir analize tabi tutulmaktadır.
3.1. Altıncı Dalga mı, Yoksa Sistemin Suni Teneffüsü mü?
Rus iktisatçı Nikolai Kondratiev’in tanımladığı uzun vadeli ekonomik döngüler (K-Waves), kapitalizmin her 40-60 yılda bir teknolojik devrimlerle kendini yenilediğini öne sürer. Mevcut literatür, “Yeşil Ekonomi”yi potansiyel bir “Altıncı Kondratiev Dalgası” olarak selamlamaktadır. Ancak Elmacı (2024a) tarafından belirtildiği üzere, mevcut pratikler teknolojik bir devrimden ziyade, finansallaşmış bir “makyaj” stratejisine işaret etmektedir.
Şirketlerin “Net Sıfır” taahhütleri, ekonomik büyüme dönemlerinde (K-Wave yükselişi) agresif bir pazarlama aracı olarak kullanılırken; ekonomik daralma dönemlerinde (resesyon) ilk feda edilen “maliyet kalemlerine” dönüşmektedir. Bu durum, sürdürülebilirliğin stratejik bir öz (core) değil, konjonktürel bir süs (ornament) olduğunu kanıtlar.
3.2. Yeşil Tahviller ve “Ek-Katkı” (Additionality) Sorunu
“Dead Control” dünyasının en işlek finansal caddesi, Yeşil Tahvil (Green Bond) piyasasıdır. Trilyon dolarlık hacme ulaşan bu piyasa, teoride yeşil dönüşümü finanse etmelidir. Ancak pratikte, “Yeşil Aklama 2.0” (Greenwashing 2.0) olarak adlandırılabilecek bir finansal mühendislik söz konusudur.
Buradaki temel sorun “Additionality” (Ek-Katkı) ilkesinin ihlalidir. İhraç edilen tahvillerin önemli bir kısmı, yeni ve dönüştürücü projeleri (örneğin; sıfırdan kurulan yenilenebilir enerji) finanse etmek yerine; mevcut, eski ve zaten kârlı olan projelerin “refinansmanında” kullanılmaktadır. Türkiye örneğinde, 1990’lardan kalma hidroelektrik santrallerin (HES) “rehabilitasyonu” adı altında yeşil tahvil ihraç edilmesi; yeni bir orman kurtarılmadığı halde, kağıt üzerinde emisyon azaltımı yapılmış gibi gösterilmesidir.
3.3. SFDR ve Kategorizasyon Oyunları
Avrupa Birliği’nin Sürdürülebilir Finans Açıklama Yönetmeliği (SFDR), fonları “açık yeşil” (Madde 8) ve “koyu yeşil” (Madde 9) olarak kategorize ederek şeffaflık sağlamayı amaçlamıştır. Ancak finansal piyasalar, bu kategorileri birer pazarlama etiketine dönüştürmüştür.
“Madde 9” (Koyu Yeşil) etiketli fonların içine bakıldığında, “Önemli Zarar Vermeme” (DNSH) ilkesini ihlal eden, biyoçeşitliliği tahrip eden madencilik veya atık ithalatı yapan şirketlerin bulunduğu görülmektedir. Yatırımcı, “gezegeni kurtardığını” sanırken; aslında Borg sisteminin hegemonik genişlemesini finanse etmektedir. Bu noktada “Dead Control” tam kapasite çalışır: Fon yöneticisi (şoför) sadece etikete bakar, fonun içeriğindeki gerçek tahribatı (yolun sonu) görmezden gelir.
4. HEGEMONYA VE YEŞİL EMPERYALİZM: JEOPOLİTİK TALANIN TEKNİK MEŞRUİYETİ
“Dead Control” mekanizması, sadece teknik bir raporlama sorunu değil, aynı zamanda küresel Kuzey (Global North) ile Güney (Global South) arasındaki asimetrik güç ilişkilerini yeniden üreten jeopolitik bir araçtır. Bu bölümde, sürdürülebilirlik standartlarının nasıl “Yeşil Emperyalizm” (Green Imperialism) stratejisine meşruiyet sağladığı ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin bu denklemdeki konumu analiz edilmektedir.
4.1. COP30 ve “Organize İkiyüzlülük” Sahnesi
Brezilya’nın Belém kentinde düzenlenen COP30 ve benzeri iklim zirveleri, Brunsson’un (1989) “Organize İkiyüzlülük” (Organized Hypocrisy) kavramının küresel sahnesidir. Bu zirvelerde, fosil yakıtlardan çıkış (phase-out) kararlarının sürekli ertelenmesi veya sulandırılması tesadüf değildir. Hegemonik güçler (ABD, AB, Çin), kendi sanayilerinin “yeşil dönüşümü” için gerekli olan zamanı kazanmak ve bu süreçte enerji arz güvenliğini riske atmamak adına, radikal kararları bloke etmektedir.
Zirvelerde verilen “122 ülkenin NDC (Ulusal Katkı Beyanı) vermesi” gibi istatistiksel başarılar, Borg kolektifinin “her şey yolunda” mesajıdır. Ancak arka planda, nihai metinlerden “kritik minerallerin adil ticareti” gibi maddelerin çıkarılması, asıl niyetin gezegeni kurtarmak değil, hammadde akışını güvenceye almak olduğunu göstermektedir.
4.2. Yeşil Kolonyalizm ve “Feda Bölgeleri”
Yeşil enerji teknolojileri (elektrikli araçlar, rüzgar türbinleri), yoğun mineral kullanımı gerektirir. Bu durum, Afrika ve Latin Amerika’da yeni bir “Talan” (Extractivism) dalgası başlatmıştır. Sovacool (2020) bunu “Yeşil Kolonyalizm” olarak tanımlar.
Borg zihniyeti, Kongo’daki kobalt madenlerinde çalışan çocuk işçileri veya Şili’deki lityum sahalarında kuruyan su kaynaklarını raporlarına dahil etmez (Scope 3 veri boşluğu). Batılı şirketler, bu bölgeleri “Feda Bölgeleri” (Sacrifice Zones) olarak kodlar. IFRS standartlarına uygun rapor yazan bir teknoloji devi, tedarik zincirindeki bu insani ve ekolojik maliyeti “teknik bir detay” olarak gizler. Türkiye’de Kaz Dağları’nda veya Akbelen’de yaşanan madencilik tartışmaları da bu küresel talan zincirinin yerel halkalarıdır.
3.3. Türkiye’nin Konumu: “Yutak Ülke” ve Teopolitik Sinyaller
Türkiye, bu hegemonik yapıda çift yönlü bir baskı altındadır:
- Atık Sömürgeciliği: AB’nin “Döngüsel Ekonomi” planı, kendi atığını sınır dışı etmeye dayanır. Türkiye’nin Avrupa’nın plastik atık merkezi haline gelmesi (Sink Country), AB’nin kendi sürdürülebilirlik karnesini temiz tutarken, maliyeti Türkiye’nin toprağına ve suyuna yüklemesidir.
- Enerji Koridoru ve Teopolitik: Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları ve boru hatları güvenliği, sürdürülebilirlik söyleminin ötesinde bir reelpolitik meseledir. Papa’nın 2025 yılındaki olası Türkiye ziyareti ve Ekümenik Patrikhane ile ilişkiler, sadece dini bir diyalog değil; enerji vanalarının güvenliğini ve Batı ittifakının bölgedeki istikrarını hedefleyen “Teopolitik” bir hamle olarak okunmalıdır. “Dead Control”, bu siyasi manevraları “sosyal sürdürülebilirlik” başlığı altında depolitize eder.
4.4. Kaçınılmaz Son: Bumerang Etkisi
Ulrich Beck’in (1992) “Risk Toplumu” teorisindeki “Bumerang Etkisi”, Dead Control dünyasının en büyük kâbusudur. Ekolojik tahribat sınır tanımaz. Amazon’daki ormansızlaşma küresel kuraklığı, Afrika’daki çöküş kitlesel göçü, Türkiye’deki topraksızlaşma gıda enflasyonunu tetikler.
Zengin ülkeler veya şirketler, ne kadar yüksek duvarlar örerse örsün, ne kadar “Yeşil Tahvil” ihraç ederse etsin; fırlattıkları bumerang (ekolojik yıkım) dönüp onları da vuracaktır. “Bütüncül Yaklaşım” raporları, bu bumerangın çarpmasını engelleyemez.
SONUÇ: BORG’DAN KOPUŞ VE “HOLİSTİK MUHASEBE” ÇAĞRISI
Mervyn King’in “entegre raporlama” vizyonu, bugün şirketlerin günah çıkardığı ama tövbe etmediği bürokratik bir ayine, bir “Dead Control” mekanizmasına dönüşmüştür. Popüler kültürdeki Borg kolektifi gibi, küresel standartlar da kurumları tek tip, ruhsuz ve iradesiz birer “uyum makinesine” (compliance machine) evrilmiştir.
Ancak direnç faydasız değildir. Bu çalışmanın bulguları ışığında, şu adımlar hayati önem taşımaktadır:
- Janus’un Birleşimi: Türkiye’de VUK ve TFRS 19 arasındaki şizofrenik yapı sonlandırılmalı; vergisel ve raporlama gerçeklikleri, ekolojik maliyetleri içselleştirecek şekilde “Holistik Muhasebe” çatısı altında birleştirilmelidir (Elmacı, 2024b).
- Scope 3 Şeffaflığı: “Tahmin” ve “veri eksikliği” bahaneleri kabul edilmemeli; tedarik zincirindeki “kan ve gözyaşı” (sosyal maliyet) raporlara yansıtılmalıdır.
- Hegemonyaya Eleştirel Bakış: Akademisyenler ve denetçiler, küresel standartları “kutsal metin” gibi ezberlemek yerine; bunların arkasındaki “Yeşil Emperyalist” saikleri sorgulamalıdır.
Dönem sonunda en iyi proje, herkesin ezberlediği “Borg şarkısını” söyleyen değil; kendi sesini bulan, zeytin ağacının hakkını finansal sermayenin önüne koyabilen “Canlı Kontrol” (Live Control) mekanizmalarını kuranlar olacaktır. Aksi takdirde, direksiyondaki ölü şoförle gidilen yolun sonu uçurumdur.
KAYNAKÇA
Beck, U. (1992). Risk Society: Towards a New Modernity. Sage Publications.
Brunsson, N. (1989). The Organization of Hypocrisy. John Wiley & Sons.
CDP. (2023). Global Supply Chain Report 2023. CDP Worldwide.
DiMaggio, P. J., & Powell, W. W. (1983). The iron cage revisited: Institutional isomorphism and collective rationality. American Sociological Review, 48(2), 147–160.
Elmacı, O. (2024a). Yönetim Muhasebesinin Net Sıfır Taahhütleri ve Karbon Kredilerinin Finansal Raporlamasındaki Stratejik Rolü: Konderatif Dalgalar Modeli ve Eleştirel Bir Çerçeve. Link
Elmacı, O. (2024b). Holistik Muhasebe ile Ekosistem Analizi: Paradokslar, Sürdürülebilir Değer ve Türkiye’deki TFRS/TMS -VUK/TDMS- TDHP Çelişkilerinin Giderilmesine Yönelik Entegre Bir Model. Link
Elmacı, O. (2024c). Küresel IFRS Benimsenmesinin Tarihsel ve Güncel Durumu: Sürdürülebilirlik ve Yönetişim Perspektifinden Gelişmekte Olan Ülkelerde Zorluklar ve Olanaklar. Link
Elmacı, O. (2024d). Muhasebe Standartlarının Eleştirel Paradoksu: Şirket Kapitalizmi ve Sürdürülebilirlik. Link
Elmacı, O. (2024e). TFRS 19’un Sürdürülebilirlik Raporlaması ile Uyum Sorunu: CSRD, GRI, SASB, ISSB ve TNFD Perspektifi. Link
Elmacı, O. (2025). DEAD CONTROL Dünyası ve Yeşil Aklama Sanatı. (Blog/Makale Taslağı). Link
Meyer, J. W., & Rowan, B. (1977). Institutionalized organizations: Formal structure as myth and ceremony. American Journal of Sociology, 83(2), 340–363. Richardson, K., et al. (2023). Earth beyond six of nine planetary boundaries. Science Advances, 9(37).
Sovacool, B. K. (2020). The decarbonisation divide: Contextualizing landscapes of low-carbon exploitation in Africa. Global Environmental Change, 60.
(*)Preprint: https://tinyurl.com/ykyfr2rzhttps://tinyurl.com/3hj448cy
——————————————————————————-
Ayşe Teyze Versiyonu : Senaryoları ve Yeşil Aklama (Greenwashing) Sanatı
Giriş: Çaylar Benden, Gerçekler Acı
Çayları tazeleyin, arkanıza yaslanın.
Bugün size öyle bir hikâye anlatacağım ki; televizyondaki o süslü takım elbiseli uzmanların, önünü arkasını bilmeden “Sürdürülebilirlik” diye tez yazan, konferanslarda havaya bakıp ıslık çalarak ahkam kesen akademik kopyala-yapıştır korosunun anlatmaya cesaret edemediği şeyleri konuşacağız.
Sorun , dünyanın sonuna doğru giderken tutulan tutanakların ne kadar “şeffaf” olduğuyla ilgili. Konumuz:
DEAD CONTROL. Yani, direksiyondaki şoför ölmüş ama araba son sürat gitmeye devam ediyor; biz de arka koltukta “Raporlarımız ne kadar da güzel, yazı karakterimiz ne kadar da estetik!” diye birbirimizi tebrik ediyoruz.
Şirketler penceresi: Buradan bakınca her şey parlak. King Raporları gibi standartlar, entegre raporlamalar, Scope 3 hesapları…
Hepsi “sürdürülebilirlik” diye pazarlanıyor. Şirketler rapor yazıyor, yeşil tahville ucuz kredi buluyor, AB’nin CSRD’si gibi düzenlemelerle “uyumlu” görünüyor.
Amaç?
Kısa vadeli kârı korumak, yatırımcıyı mutlu etmek.
Halk?
O pencerede minnacık bir dipnot: “Paydaş katılımı sağlandı” diye yazar geçerler.
Tüm paydaşlar penceresi (halk dahil): Buradan bakınca resim karanlık.
Gezegensel sınırlar (o 9 kritik eşik: iklim değişikliği, biyoçeşitlilik kaybı, su krizi vs.) aşılmasın diye bu girişimler şart, şüphe yok.
Ama halkın sesi nerede?
Maden ruhsatı verilen köylerde yaşayanlar, zeytinliğini kaybeden çiftçiler, plastik çöp altında boğulan sahil kasabaları…
Onlar “paydaş” diye geçiyor ama karar masasında yoklar.
Gerçek sürdürülebilirlik, halkın penceresinden bakınca “adil geçiş” demek:
İşsiz kalmadan yeşile dönmek, kaynakları eşit paylaşmak.
Ama şirketler penceresi hâkim olunca, raporlar makyajlı oluyor.
Asıl Soru: Hegemonik Güçler İzin Verecek mi? (Yoksa Talan Devam mı?)
Şimdi gelelim o büyük soruya:
Demokrasi diye diye Irak’ı, Afganistan’ı, Libya’yı işgal edip petrolü, gazı talan eden o güçler –küresel hegemonlar– bu yeşil dönüşüme gerçekten izin verecek mi?
Cevap: Hem evet, hem hayır. “Yeşil emperyalizm” diye bir şey var ki, tam da bu hegemonların yeni oyunu.
Bakın, ne demek bu:
ABD ve AB’nin penceresi:
Demokrasi havariliğiyle ülkeleri karıştırıp enerji kaynaklarını sömüren bu güçler, şimdi “yeşil geçiş” diye aynı şeyi yapıyor.
COP30’da (2025 Kasım’da Brezilya Amazon’unda yapılan, ama hayal kırıklığıyla biten o büyük toplantı) ne oldu biliyor musunuz?
ABD ve AB, iklim finansını biraz artırdı (yeni fonlar, 122 ülke NDC verdi), ama fosil yakıt phase-out’unda ayak diretti – 80 ülke “bölünme derinleşti” diye haykırdı.
Neden?
Çünkü yeşil enerji için kritik minerallere (lityum, kobalt, nadir topraklar) ihtiyaç var, ve bunları Afrika’dan, Latin Amerika’dan talan ediyorlar.
Örneğin, AB’nin Green Deal’iyle kritik hammaddeleri “güvence altına alma” diye Tunus’tan, Namibya’dan maden anlaşmaları yapıyor, ama yerel halka çevre felaketi bırakıyor.
tandfonline.com( yakinda bu konuda Yönetim Muhasebesiperspektifinden yazacagim..Şimdilik burada kalsın )
Bu “yeşil kolonyalizm”: Gelişen ülkeleri bağımlı tutmak, kaynakları ucuza kapmak.
Çin’in rolü:
O da hegemonlar arasında. Afrika’da madenleri kapıyor, “yeşil” diye elektrikli araç bataryası için Kongo’da kobalt çıkarıyor – çocuk işçiler, çevre zehirlenmesi cabası.
Demokrasi demiyor belki, ama “Kuşak ve Yol” diye aynı talanı yapıyor.
İzin verirler mi?
Aslında veriyorlar – ama kendi versiyonlarını.
COP30 gibi toplantılarda “küresel eylem” diyorlar, ama gerçekte iklim politikalarını güçlendirirken (küresel olarak politikalar güçleniyor, ABD ve Avrupa’da bile), bu gücü yeni bir emperyalizm için kullanıyorlar:
Hidrojen ticaretiyle dependency yaratmak,
kritik mineralleri sömürmek.
Türkiye gibi ülkeler?
Onlar da bu oyunda:
AB çöpünü bize boşaltıyor, maden ruhsatlarını hegemon şirketlere veriyor.
Ama bumerang dönecek: Gezegensel sınırlar aşılırsa, zengin-fakir herkes etkilenecek.
Bölüm 1: Kelebek Kanadı ve Bumerang etkisi…
Eskiler “Dünya küçüktür” derdi ya, meğer sandığımızdan da küçükmüş.
Bilim insanları buna “Gezegensel Sınırlar” diyor ..
Brezilya’da bir orman yanar, duman göğe karışır, atmosfer ısınır.
O sıcak hava Akdeniz’i buharlaştırır, Rize’de sel, Antalya’da yangın olur.
Kutuplar erir, Konya ovasının yeraltı suyu çekilir. Yani dünyanın bir ucundaki tahribat, domino taşı gibi devrilip bizim kapıya dayanıyor.
Artık kimse “Benim bahçem duvarla çevrili, bana bir şey olmaz” diyemiyor..
Bölüm 2: Kral’ın Öğüdü
Mervyn King adında bilge bir profesör çıktı ve dedi ki: “Şirket dediğin sadece kasasını değil; doğayı, işçiyi, toplumu da raporlamalı.
Doğal sermayeyi tüketirsen, yarın para kazanacak bir dünya bulamazsın.” Böylece “Entegre Raporlama” doğdu:
kasanı saydığın gibi, kirlettiğin havayı, kullandığın suyu, işçinin hakkını da say ve yaz.
Bölüm 3: Dumanlı Alfabemiz (Scope 1, 2, 3 Nedir Cancağızım?)
Önce şu şirketlerin “Biz çok çevreciyiz” diye ortalıkta gezindiği kavramları, sizin soba muhabbeti üzerinden bir özetleyelim.
Scope 1: Kendi bacan.
Ali Rıza Amca’nın kömür sobası. Fabrika, kamyon, kazan.Hâlâ aynı:
Fabrikanızın kendi kazanı, arabaları veya üretim sırasında çıkan gazlar.
Ama İklim Kanunu’yla, bu emisyonları her yıl raporlamak zorunda kalacaksınız.
Mesela, sanayi tesisleri emisyon izinleri alacak; aşarsan ceza var, yeni izin vermezler.
Türkiye’de kömür veya doğalgaz yakan fabrikalar için bu, “sobanı temizle, yoksa fatura kabarıyor” demek.
Hedef: 2053’e kadar net sıfır, yani kendi dumanını sıfırla!
Scope 2: Komşunun bacası. Elektrik kullanıyorsun ama dumanı termik santral çıkarıyor.
“Benim elim temiz” numarası.Elektrik faturanızın arkasındaki kömür santralleri hâlâ sorun.
Yeni yasayla, elektrik tüketiminizi yenilenebilir kaynaklara (güneş, rüzgar) kaydırmanız için teşvikler var – vergi indirimleri, yeşil taksonomi gibi.
Türkiye’de elektrik büyük oranda fosil yakıtlardan geliyor, ama kanun “yeşil dönüşüm” diyor:
Şirketler rapor verirken Scope 2’yi de hesaplayacak, yoksa ihracat yaparken AB’nin karbon vergisine yakalanırız (sınırda karbon düzeni mekanizmas
Scope 3: King’in en meşhur sözü şudur:
‘Şirketin amacı uzun vadede değer yaratmaktır.
Bunun içinde finansal sermaye kadar doğal sermaye, sosyal sermaye, insan sermayesi de var.
Bunlardan birini tüketirsen, şirketin uzun vadeli değeri de biter.
’İşte Scope 3 tam da bu !
Asıl kıyamet. Hammadde, nakliye, senin aldığın ürün, çöpe attığın ambalaj…
En zoru bu, çünkü tedarikçiler, müşteriler, hatta çöp bile dahil.
İklim Kanunu burada devreye giriyor:
Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) kuruyor, yani “kirletiyorsan öde” mekanizması.
Şirketler Scope 3’ü de raporlayacak; hammadde alırken tedarikçinin emisyonunu soracaksın, ürün satarken müşterinin kullanımını tahmin edeceksin.
Adil geçiş ilkesiyle, işsiz kalmamak için yeşil iş gücü eğitimi bile var.
Türkiye’de tekstil veya otomotiv gibi sektörler için bu, “zincirinin her halkasını yeşillendir” emri!
Şirketin toplam emisyonunun Türkiye’de %95-98’i burada (bankalar, holdingler, enerji şirketleri raporlarından).
Ama raporlarda bunu yazmazlar – açıklasalar bile sadece “satın alınan mal/hizmet” ve “iş seyahati” kısmını, tedarik zincirinin derinliklerini, ürün kullanımını (use of sold products) ve yatırımları dışarıda bırakırlar.
Onun yerine “Ofiste plastik bardak kaldırdık” diye göğüs kabartırlar. Kısaca: Scope 1-2 kapının önünü paspaslamak, Scope 3 bütün mahalleyi temizlemek.
Bizimkiler paspası gösterip “Hijyen ödülü” alıyor.
sürdürülebilir entegre raporda düzenleyince değmeyin keyfimize
Ayşe teyze, Ali Rıza amca…
Çaylar soğumadan, “Ama” diye bağlayalım şu muhabbeti, değil mi?
Yoksa Scope 3’ün sessiz devi King amcamızın entegre raporlarıyla her şey güllük gülistanlık mı sanıyorsunuz?
Hayır efendim, asıl hikaye burada başlıyor:
Şirket kapitalizminin o hegemonik küresel yükselişi, palazlandıkça palazlanıyor, arkasından da bir despotizm dalgası getiriyor.
Bu, sürdürülebilirlik girişimlerinin –hele Scope’lar, entegre raporlar gibi– en büyük engeli!
King Raporları’ndan beri “paydaş kapitalizmi” diye diye, sonunda “hissedar despotizmi”ne dönmüş işler. Şirketler “yeşil” diye rapor yazıyor, ama ceplerini doldururken gezegeni delik deşik ediyor.
Bölüm 4: DEAD CONTROL nasıl anlaşılır? (Çay masası bingo)
Sürdürülebilirlik raporu elinize geçtiğinde şu cümleleri arayın, ne kadar çoksa ölü kontrol o kadar ileri safhada:
“Bütüncül yaklaşımla…” → Pisliği tek rapora gömdük
“Etki odaklı şeffaflık” → Camı sildik, içerisi hâlâ karanlık
“Çift yönde madde önemliliği” → Hem biz batırıyoruz hem dünya bizi batırıyor, çaktırmıyoruz
“2060 Net Sıfır taahhüdü” → O tarihte ben emekli, torunlarımızın torunları rahmetli
Dipnot: “Scope 3 verileri tahminidir, tedarikçi katılımı %23” → En kral itiraf Bu cümleler kurumsal dua. Okuyunca günah silinmiyor, sadece yatırımcıyı 5 dakika daha uyutuyor.
Bölüm 5: Yeşil şekerler
Yeşil Tahvil: “Güneş paneli kuracağım” diye para topluyor, arka tarafta zeytinlik söküyor.
Adı “geçiş finansmanı”. Yeşil Tahvil: “Güneş paneli kuracağım” diye para topluyor, arka tarafta zeytinlik söküyor.
AB SFDR Madde 9: En yeşil kategori. İçine bakıyorsun, Avrupa’nın plastik çöpünü Türkiye’ye getirip “döngüsel ekonomi” diye satan şirket orada.
Türkiye Yeşil Taksonomisi (2027’den itibaren): Kâğıt üstünde harika.
Sahada 40 bin zeytini kesip “DNSH ilkesine uyumlu” tik’i atıyorlar
Türkiye’de 2021-2025 arası ihraç edilen yeşil tahvillerin %64’ü “yenilenebilir enerji” diye pazarlandı, ama %58’i aslında eski hidroelektrik (HES) projelerinin rehabilitasyonu – yeni orman kesmeden, 1990’lardan kalan ruhsatlarla.
Gerçek yeni YEKA rüzgar/solar tahvillerinin oranı sadece %22.
AB SFDR Madde 9: En yeşil kategori. İçine bakıyorsun, Avrupa’nın plastik çöpünü Türkiye’ye getirip “döngüsel ekonomi” diye satan şirket orada.
Türkiye’de Madde 9 diye pazarlanan fonların çoğu aslında Madde 8 (light green); gerçek Madde 9 neredeyse yok çünkü “sürdürülebilir yatırım” oranı %80 üstü ve DNSH kriteri çok sıkı.
SPK’nın yeni yönetmeliğiyle 2025 sonuna kadar çoğu Madde 8’e düşecek. 2024’te 1.1 milyon ton plastik çöp ithal etmişiz, %68’i İngiltere’den.
Bölüm-6: Büyük resim
Dışarıda enerji savaşları, Doğu Akdeniz gaz kavgası, Papa’nın Türkiye ziyareti (2025’te konuşulan, Ermeni Soykırımı 110. yıl gerginliği ve ekümenik patriğe destek bağlamında), “Terörsüz Türkiye” masalları…
Hepsi güzel ama asıl mesele şu: Barış dedikleri şey çoğu zaman vanaların güvenliği gibi görünüyor.
Jeopolitik risk primi düşsün, gaz sorunsuz aksın diye Papa bile devreye giriyor ..Dua ediyor …İznik’te /izmir de / İstanbul da ….
Bölüm7-Bu sırada UNEP bağırıyor: “Mevcut politikalarla +2.8°C garanti, 1.5°C hayal oldu!” Kimse duymuyor. Hegemonik güçler “yeşil dönüşüm” diye Afrika’yı, Amazon’u, Kaz Dağları’nı maden çukuruna çeviriyor.
Bölüm 8: IFRS S1-S2 son kale mi?
AB: CSRD + ESRS → IFRS S1/S2 tabanlı, ama turbo versiyon.
İngiltere, Kanada, Avustralya, Singapur, Brezilya: Zorunlu.
Japonya & Çin: %95 uyumlu.
Türkiye: TSRS – IFRS S1/S2 birebir… ve takvim net.
2027’ye geldiğimizde:
Küresel borsaların %80’i bu standartlarla rapor verecek.
Denetim: “Mali denetim + sürdürülebilirlik denetimi” birlikte, tek raporda.
2027’den itibaren karbon salımı ve iklim riski bilançoda yer alacak, bağımsız denetimden geçecek. DEAD CONTROL biraz sarsılır mı?
Belki. Ama yeni bir greenwashing dalgasının başlangıcı:
ISSB standartları ilk yıllarda “makul güvence” değil, sadece “sınırlı güvence” istiyor – denetçi “bunu tamamen doğrulayamadık ama çok saçma durmuyor” diyecek.
Scope 3 hâlâ isteğe bağlı açıklanacak. 4300 sayfalık raporlar göreceğiz, içinde 42 sayfalık Scope 3 tahmininin sisli ufkunda şekillenen veriler, geri kalan tüm süreçleri “bütüncül yaklaşım”ın omzunda taşırken; “değerin orkestrasyonu” anlayışı rekabet gücünü koruyan, risk ve fırsatları karar alıcıların önünde berraklaştıran, yatırımcı güvenini büyüten, düzenlemelerle uyumu güçlendiren ve paydaşların yüreğine güven seren bir kurumsal sürdürülebilirlik melodisine -şiire dönüşüyor ..
Bölüm 8: COP30’lar: Toplantılar, Çizgiye Ulaşamayan Çizimler Gibi
Bakın, tam bugünlerdeyiz ya, COP30 Belém’de (Brezilya Amazon’unda) sona erdi – Ama ne mi oldu ?
Fosil yakıt phase-out’u yine masadan kalktı , 80’den fazla ülke “bölünme derinleşti” diye haykırıyor.
İklim finansı biraz artmış, NDC’ler (ulusal katkı beyanları) 122 ülke vermiş, ama kritik mineraller bile final metninden çıkarılmış – yeşil enerji diye diye maden yağmasını kutsuyorlar ..
Toplantılar, kağıt üstünde “mutirão” (toplu eylem) kararı alıyor, sigorta şirketleri “sürdürülebilirlik” diye övünüyor, ama gerçekte?
Hiçbir şey değişmiyor, sadece selfie’ler ve basın bültenleri. King’in dediği “uzun vadeli değer” nerede?
COP’lar, gezegensel sınırları (o 9 kritik eşik: iklim, biyoçeşitlilik, su döngüsü vs.) aşmamak için toplanıyor, ama çizgiye bile ulaşamıyor – hele ki Amazon’da toplanıp ormanı madenlere açmak gibi ironilerle.
Bölüm9-AB Parlamentosu: Geri Adım, Araf’ta BırakmakAB deseniz, bir zamanlar “yeşil lider” diye alkışlattı kendini, şimdi?
2040 iklim hedefi için %90 emisyon indirimi diyorlar, ama yurtdışı karbon offset’leriyle (yani fakir ülkelerde ağaç dikeyim diye kömür yakmaya devam) sulandırıyorlar işi. Kurumsal Sürdürülebilirlik Direktifi’ni (CSRD) zayıflatmışlar, iklim geçiş planlarını zorunlu olmaktan çıkarıp “gönüllü”ye çekmişler – far-right baskısıyla, yeşil eleştirisiyle.
Araf’ta bırakmışlar her şeyi:
Hem net sıfır diye bağırıyorlar, hem de Scope 3 raporlamayı geciktirip, şirketlere “rahat ol” diyorlar.
Bu bumerang değil mi?
Gezegensel sınırları aşmak,küresel bir domino:
Brezilya’da bir orman yangını, Türkiye’de su kıtlığı, Afrika’da kuraklık – herhangi bir noktadaki eco-erozyon (ekolojik aşınma, habitat kaybı, toprak bozulması) tüm dünyayı vuruyor.
Habersiz okunması mı?
Yok canım, herkes biliyor; görmezden gelinmesi mi?
Maalesef, bozgunculuk ediliyor – kapitalizm “büyüme” diye diye sınırları zorluyor, ama bumerang dönecek, vuracak.
Bölüm 10-Mervyn King’den “Ölü Kontrol”e Giden Yol
Bu işin piri, Güney Afrikalı Mervyn King amcamızdı. Yıllar önce (1994, King I Raporu) çıktı dedi ki: “Şirket dediğin sadece para kazanmaz; doğaya, topluma, geleceğe karşı da sorumludur. Entegre rapor yazın, her şeyi dökün ortaya!”
Adamcağız “Paydaş Kapitalizmi” dedi, bizimkiler bunu aldı, içini boşalttı, cilaladı ve “Makyajlı Raporlama” haline getirdi.
King Amca’nın “Entegre Rapor” hayali, bugün şirketlerin günah çıkardığı ama tövbe etmediği bir ayine dönüştü.
İşte tam burada devreye DEAD CONTROL
DEAD CONTROL Nasıl Anlaşılır?
Elinize bir “Sürdürülebilirlik Raporu” geçtiğinde şu süslü lafları arayın. Ne kadar çoksa, içerideki kontrol o kadar ölüdür:
“Bütüncül bir yaklaşımla…” (Meali: Bütün pisliği tek rapora gömdük.)
“Etki odaklı şeffaflık ve yönetişim” (Meali: Camı sildik ama içerisi hâlâ karanlık.)
“Çift yönde madde önemliliği (Double Materiality)” (Meali: Hem biz dünyayı batırıyoruz hem dünya bizi batırıyor ama çaktırmıyoruz.)
“Uzun vadeli değer yaratma odaklı” (Meali: Bu çeyrek kârı kurtaralım, uzun vadeye Allah kerim.)
“2053 Net Sıfır taahhüdümüz kapsamında” (Meali: O tarihte ben emekli, sen rahmetli olacaksın, salla gitsin.)
Dipnot: “Scope 3 verileri tahminidir, tedarikçi katılımı %23’tür.”
Bu cümleler kurumsal bir duadır Ayşe Teyze.
Okuyunca günahlar silinmez, sadece denetçiyi ve yatırımcıyı 5 dakika daha uyutursun.
Sonuç: Bumerang ve zeytin ağacının ahı
Scope 3’ü saklasan da, raporu cilalasan da, Papa gelip gitse de fizik kuralları değişmiyor.
Amazon’u kesersen kuraklık olarak, Kaz Dağları’nı oyarsan gıda enflasyonu olarak, Avrupa çöpünü Adana’ya dökersen torunun kanındaki mikroplastik olarak geri döner.
Hiçbir “entegré rapor” kesilen bir zeytin ağacının gölgesini geri getiremez.
Ayşe Teyze özetledi zaten:
“Yavrum, bu ‘bütüncül yaklaşım’ dedikleri, bütün talanı tek rapora sığdırmakmış!”
Çaylar benden.
Bu sefer şekersiz için, ağzımızdaki tat zaten yeterince bozuldu.
Orhan hocadan sevgiler… daha anlatacağı çok şey var.
![]()
