Skip to content

Yeşil Ayak İzinin Gölgesinde Türkiye’nin Sessiz Çığlığı…

İlk Söz: Medeniyet ne güzel şey !…Başka bir Ülkenin ekolojik dengesini

yok ederken kendi ekolojik dengeni koruyorsun…

Böylece medeni kalıyorsun…

Medeniler bundan yeterince

yararlandıktan sonra,

Türkiye toparlanıp başkasını

çöplük yapmak istediğinde,

medeniyetin gereği olarak tüm dünyada

iklim kanunu ile bunu yasaklıyorsun…

Türkiye, çöplük kalır…

Neo Libaral Ekonomik Sistemin Çıkmazı …Havuz problemi…

Tarih boyunca ekolojiye zarar verenlerin hala bedel ödemek istememesi ve bu faturayı üstlenmekten kaçınması, çözülmesi gereken önemli bir adaletsizlik sorunudur. Bu durumun üstesinden gelmek için güçlü yasal düzenlemeler, etkin uygulama mekanizmaları, artan toplumsal farkındalık, uluslararası işbirliği ve sorumluluk bilincinin yaygınlaşması gerekmektedir… Havuz Problemi ve Yeşil Badana (Greenwashing) çözüme kavuşturulmadan bu sorunu çözmek olanaksız…

Shyam Sunder: “Karbon Dengelemeleri: Gerçek mi, Hayali mi?”

Paul Williams : “Neoliberal Teknoloji Olarak Muhasebe”

Zabihollah Rezaee: “Finansal Ekonomik Sürdürülebilirlik

Performansında Sahtekarlık”

Güler Aras: “Karbon Dengeleme Programında Şüphe

Tohumları”

Neoliberal Ekonomik Yapıda Ülkelerin

İklim Değişikliğine Karşı Hedeflere

Ulaşması Mümkün mu?

Neoliberalizmin Havuz Problemi ..

ABD, Rusya #iklimkanun gibi güçlü ülkeler kademe kademe bu yasadan çekiliyor onlar karbon salınımına devam edecek…

Gelişmekte olan ve geri kalmış ülkelere yaptırımlar getiriyorlar…

250 yıllık sanayileşme sürecinde, özellikle erken dönemlerde, ABD ve gelişmiş Batı ülkeleri, bugünkü küresel karbon salınımının önemli bir bölümünden sorumlu olmuştur. Bu dönemde, ekonomik büyüme büyük ölçüde kömür ve petrol gibi fosil yakıtlara dayanmış ve atmosfere büyük miktarda sera gazı salınmış….

Bu görüşü destekleyen bazı kritik argümanlar birlikte okuyalım:

  • Tarihsel Emisyonlar: Birçok araştırma, sanayi devriminden bu yana kümülatif karbon emisyonlarında ABD ve Avrupa ülkelerinin en büyük paya sahip olduğunu göstermektedir. Sanayileşmenin ilk dönemlerinde, bu ülkeler ekonomik kalkınmalarını büyük ölçüde fosil yakıtlar üzerine inşa etmişler….
  • Kişi Başına Emisyonlar: Günümüzde bazı gelişmekte olan ülkelerin toplam emisyonları daha yüksek olsa da, ABD ve birçok gelişmiş Batı ülkesinin kişi başına düşen karbon emisyonları hala dünya ortalamasının üzerindedir. Bu, geçmişteki yoğun sanayileşme ve enerji tüketimi alışkanlıklarının bir sonucu….
  • Teknolojik Gelişmelerin İlk Kaynağı: Sanayileşmeyi mümkün kılan ve fosil yakıt kullanımını yaygınlaştıran birçok teknolojik gelişme bu bölgelerde ortaya çıkmıştır. Bu da dolaylı olarak yüksek emisyonlara katkıda bulunmuş….

Bu görüşe ek kritik nüansları da aşağıda ki şekilde özetlemek mümkün:

  • Günümüzdeki Durum: Günümüzde, Çin gibi bazı gelişmekte olan ülkelerin yıllık karbon emisyonları ABD ve gelişmiş Batı ülkelerini aşmıştır. Bu durum, küresel emisyonların sorumluluğunun zaman içinde değiştiğini göstermekte…
  • Sorumluluğun Paylaşımı: İklim değişikliği küresel bir sorun olduğundan, çözüm için tüm ülkelerin işbirliği yapması gerekmektedir. Geçmişteki sorumluluklar göz ardı edilmemekle birlikte, gelecekteki emisyon azaltımları konusunda tüm ülkelerin adil bir pay alması…
  • Tüketim Bazlı Emisyonlar: Bazı araştırmalar, gelişmiş ülkelerin tüketim alışkanlıklarının, üretimlerinin bir kısmının gelişmekte olan ülkelere kaydırılması yoluyla emisyonlarını dolaylı olarak artırdığını öne sürmektedir.

250 yıllık sanayileşme sürecinde ABD ve gelişmiş Batı’nın karbon salınımının esas sorumlularından olduğu söylenebilir. Ancak, günümüzdeki emisyon dağılımı ve iklim değişikliğiyle mücadelede küresel işbirliğinin önemi de göz ardı edilmemeli….

Neoliberal ekonomik yapıda ülkelerin iklim değişikliğine karşı hedeflere ulaşması karmaşık ve tartışmalı bir konudur. Neoliberalizmin temel prensipleri ile iklim değişikliğiyle mücadelede gerekenler arasında potansiyel çatışmalar bulunmaktadır.

Neoliberalizmin Temel Unsurları ve İklim Değişikliğiyle Çelişkileri:

  • Serbest Piyasa ve Deregülasyon: Neoliberalizm, piyasaların kendi kendine en iyi şekilde işleyeceğine ve devlet müdahalesinin minimumda olması gerektiğine inanır. Ancak iklim değişikliği, piyasa aksaklıklarının (negatif dışsallıklar gibi) önemli rol oynadığı bir sorundur. Karbon emisyonlarının maliyetinin piyasa fiyatlarına yansımaması, aşırı tüketime ve kirliliğe yol açar. Etkili iklim politikaları genellikle devlet müdahalesi, düzenlemeler ve karbon fiyatlandırma mekanizmaları gerektirir.
  • Özelleştirme: Neoliberalizm, kamu hizmetlerinin ve kaynaklarının özel sektöre devredilmesini savunur. Ancak iklim değişikliğiyle mücadele, uzun vadeli yatırımlar, Ar-Ge ve ulusal düzeyde koordinasyon gerektirebilir. Özel sektörün kısa vadeli kar odaklılığı, bu tür yatırımları ve koordinasyonu zorlaştırabilir.
  • Küreselleşme ve Serbest Ticaret: Neoliberalizm, uluslararası ticaretin serbestleştirilmesini ve ekonomik sınırların kaldırılmasını destekler. Bu durum, üretim süreçlerinin çevresel düzenlemelerin daha gevşek olduğu ülkelere kaymasına (karbon kaçağı) ve dolayısıyla küresel emisyonların artmasına neden olabilir.
  • Büyüme Önceliği: Neoliberal politikalar genellikle ekonomik büyümeyi temel hedef olarak görür. Sürdürülebilir olmayan büyüme modelleri, doğal kaynakların aşırı kullanımına ve çevresel bozulmaya yol açarak iklim değişikliğini hızlandırabilir.

“Havuz Problemi” ve İklim Değişikliği:

“Havuz Problemi” (Tragedy of the Commons), ortak kullanılan bir kaynağın (örneğin atmosfer) bireysel çıkarlar doğrultusunda aşırı kullanılması sonucu kaynağın tükenmesi veya zarar görmesi durumunu ifade eder. İklim değişikliği, küresel atmosferin ortak bir kaynak olması nedeniyle tipik bir “havuz problemi” örneğidir. Neoliberalizmin bireysel özgürlük ve sınırlı devlet müdahalesi vurgusu, bu ortak kaynağın korunması için gerekli olan kolektif eylemi ve düzenlemeleri zorlaştırabilir.Şirketlerin iklim kriziyle mücadele amacıyla yayınladıkları “Makyajlanmış Entegre/Sürdürülebilirlik Raporları”nın gerçeği ne kadar yansıttığı ve bu raporların umut kategorik bir yanılsama olarak kağıt üzerinde mi kalacağı karmaşık bir konudur. Bu raporların potansiyelini ve sınırlamalarını değerlendirmek önemlidir.

Raporların Potansiyeli:

  • Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik: İyi hazırlanmış sürdürülebilirlik raporları, şirketlerin çevresel ve sosyal etkilerini şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşmasına olanak tanır. Bu, hesap verebilirliği artırabilir ve paydaşların şirketin performansı hakkında bilgi sahibi olmasını sağlar.
  • Hedef Belirleme ve İzleme: Raporlar, şirketlerin sürdürülebilirlik hedefleri belirlemesine ve bu hedeflere ulaşma yolundaki ilerlemeyi izlemesine yardımcı olabilir. Bu, somut adımlar atılmasına ve performansın iyileştirilmesine katkıda bulunabilir.
  • Risk Yönetimi: Sürdürülebilirlik raporlaması, şirketlerin çevresel ve sosyal riskleri (iklim değişikliğinin etkileri, kaynak kıtlığı, sosyal eşitsizlikler vb.) tanımlamasına ve yönetmesine yardımcı olabilir. Bu, uzun vadeli dayanıklılığı artırabilir.
  • Paydaş Katılımı: Raporlar, yatırımcılar, müşteriler, çalışanlar ve sivil toplum kuruluşları gibi çeşitli paydaşlarla iletişimi ve etkileşimi kolaylaştırabilir. Bu, şirketin sürdürülebilirlik çabalarına destek bulmasına yardımcı olabilir.
  • İnovasyon ve Verimlilik: Sürdürülebilirlik odaklı raporlama, şirketleri operasyonel verimliliği artırmaya, yeni sürdürülebilir ürün ve hizmetler geliştirmeye ve inovasyonu teşvik etmeye yönlendirebilir.
  • Marka İtibarı ve Rekabet Avantajı: Şeffaf ve kapsamlı sürdürülebilirlik raporları, şirketin itibarını artırabilir ve sürdürülebilirliğe önem veren tüketiciler ve yatırımcılar nezdinde rekabet avantajı sağlayabilir.

Raporların Sınırlamaları ve “Yeşil Badana” (Greenwashing) Riski:

  • Standart Eksikliği ve Tutarsızlık: Farklı raporlama çerçevelerinin ve standartlarının olması, şirketlerin sunduğu bilgilerin karşılaştırılabilirliğini ve tutarlılığını zorlaştırabilir. Bu durum, “yeşil badana” riskini artırır.
  • Seçici Bilgi Sunumu: Şirketler, raporlarında sadece olumlu yönlerini vurgulayıp olumsuz etkilerini göz ardı edebilirler. Bu da raporların gerçek durumu tam olarak yansıtmamasına neden olabilir.
  • Yetersiz Veri ve Kanıt: Bazı raporlar, iddialarını destekleyecek yeterli veri ve kanıt sunmayabilir. Bu da raporların güvenilirliğini azaltır.
  • Uygulama ve Bağlayıcılık Eksikliği: Birçok sürdürülebilirlik raporu gönüllülük esasına dayanır ve yasal bir bağlayıcılığı yoktur. Bu da şirketlerin raporlarında belirttikleri taahhütleri yerine getirme konusunda isteksiz davranmalarına yol açabilir.
  • “Umut Kategoriği Yanılsama” Riski: Şirketler, gelecekteki sürdürülebilirlik hedefleri ve vaatleriyle mevcut olumsuz etkilerini örtbas etmeye çalışabilirler. Bu durum, gerçek ve somut adımlar yerine sadece “umut” içeren bir yanılsama yaratabilir.
  • Üçüncü Taraf Denetimi Eksikliği: Raporların bağımsız bir üçüncü tarafça denetlenmemesi, bilgilerin doğruluğu ve güvenilirliği konusunda şüpheler yaratabilir.

“Makyajlanmış Entegre/Sürdürülebilirlik Raporları”nın iklim krizine yanıt verme potansiyeli olsa da, “yeşil badana” riski ve yukarıda belirtilen sınırlamalar nedeniyle her zaman gerçeği tam olarak yansıtmayabilirler. Bu raporların gerçek bir etki yaratabilmesi için:

  • Daha Güçlü ve Standartlaştırılmış Raporlama Çerçeveleri: Uluslararası kabul görmüş, karşılaştırılabilir ve denetlenebilir standartların geliştirilmesi gereklidir.
  • Zorunlu Raporlama: Sürdürülebilirlik raporlamasının gönüllülükten çıkarılıp belirli büyüklükteki şirketler için zorunlu hale getirilmesi, şeffaflığı artırabilir.
  • Bağımsız Denetim ve Doğrulama: Raporlardaki bilgilerin bağımsız üçüncü taraflarca denetlenmesi ve doğrulanması, güvenilirliği artırır.
  • Net ve Somut Hedefler: Şirketlerin, ulaşılabilir, ölçülebilir, zamana bağlı ve şeffaf (SMART) hedefler belirlemesi ve bu hedeflere ulaşma yolundaki ilerlemeyi detaylı olarak raporlaması önemlidir.
  • Yaptırımlar ve Hesap Verebilirlik Mekanizmaları: Yanıltıcı veya eksik bilgi sunan şirketlere yönelik yaptırımlar ve hesap verebilirlik mekanizmalarının oluşturulması gereklidir.

Aksi takdirde, bu raporlar iyi niyetli çabaların bir göstergesi olmaktan ziyade, kamuoyunu yanıltmaya ve gerçek eylemi ertelemeye yönelik bir “umut kategoriği yanılsama” olarak kağıt üzerinde kalma riski taşırlar. Bu nedenle, paydaşların bu raporları eleştirel bir gözle değerlendirmesi, detaylı bilgi talep etmesi ve şirketlerin söylemleriyle eylemleri arasındaki tutarlılığı sorgulaması büyük önem taşımaktadır.Türkiye’nin akciğerleri olarak nitelendirilen ormanlık alanlar, küresel ve yerel şirketlerin kıyasıya rekabeti ve kar hırsı uğruna acımasızca tahrip ediliyor. Bu tahribatın boyutları her geçen gün artarken, aynı şirketlerin “Sürdürülebilirlik Raporları” yayınlayacağını duyurması ise ironik bir tablo çiziyor. Peki, bu “sürdürülebilirlik” söylemi, ormanların yok oluşunun ve doğanın dengesinin bozulmasının üzerini örten bir yeşil badana mı? Yoksa gerçekten bir dönüşümün işareti mi? Asıl bu sorular cevaplandırılmalı…

Yeşil Ayak İzi: Doğayla Uyumun Sembolü mü, Pazarlama Stratejisi mi?

Yeşil ayak izi, bir ürünün, hizmetin veya faaliyetin çevre üzerindeki olumlu etkilerini ifade eden bir kavramdır. Sürdürülebilir uygulamalar, yenilenebilir enerji kullanımı, atık azaltımı ve doğal kaynakların korunması gibi unsurlar yeşil ayak izini oluşturan temel bileşenlerdir. Şirketlerin sürdürülebilirlik raporlarında yeşil ayak izine vurgu yapması, çevresel sorumluluklarını yerine getirme ve doğayla uyumlu bir üretim anlayışı benimseme çabası olarak algılanabilir. Ancak, ormanların tahribatının bu denli yoğun olduğu bir ortamda, bu raporların ne kadar inandırıcı olduğu sorgulanmalıdır…

Orman Tahribatının Yeşil Ayak İzine Etkisi

Ormanlar, ekolojik dengenin korunmasında hayati bir rol oynar. Karbon emisyonunu emerek iklim değişikliğiyle mücadeleye katkıda bulunur, su kaynaklarını korur, biyoçeşitliliği destekler ve erozyonu önler. Ormanların yok edilmesi, bu hayati fonksiyonların kaybedilmesi anlamına gelir. Bu durum, şirketlerin iddia ettiği yeşil ayak izinin tam tersi bir etki yaratır. Orman tahribatı, karbon ayak izinin artmasına, su kıtlığına, biyoçeşitlilik kaybına ve doğal afetlerin şiddetlenmesine neden olur. Dolayısıyla, ormanları yok eden şirketlerin yeşil ayak izinden bahsetmesi, büyük bir çelişki ve yanıltıcı bir pazarlama stratejisi olarak değerlendirilebilir.

Sürdürülebilirlik Raporları: Gerçekleri mi Yansıtıyor, Yoksa Yeşil Badana mı?

Sürdürülebilirlik raporları, şirketlerin çevresel, sosyal ve ekonomik performanslarını şeffaf bir şekilde paylaştıkları belgelerdir. Bu raporlar, şirketlerin sürdürülebilirlik hedeflerini, bu hedeflere ulaşmak için uyguladıkları politikaları ve elde ettikleri sonuçları içerir. Ancak, bazı durumlarda bu raporlar, şirketlerin çevresel etkilerini olduğundan daha iyi göstermek amacıyla “yeşil badana” uygulamalarına dönüşebilir. Orman tahribatı gibi ciddi çevresel sorunlara neden olan şirketlerin sürdürülebilirlik raporlarında yeşil ayak izine odaklanması, bu tür bir yeşil badana örneği olabilir. Bu durumda, raporlar gerçekleri yansıtmak yerine, şirketin imajını düzeltmeye ve kamuoyunu yanıltmaya yönelik bir araç haline gelir.

Türkiye’ de küresel sermaye ve yerli sermayenin ekolojik katliamın mevcut görünümü:

Türkiye’nin bir iklim kanunu kabul etmemesi, başta AB’nin Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması (SKDM) olmak üzere uluslararası ticarette rekabet dezavantajına, yeşil finansmana erişimde zorluklara, uluslararası itibarda düşüşe ve çeşitli sektörlerde uzun vadeli ekonomik risklere yol açabilir… Ancak bu kanun geçmeden de proaktif ve stratejik yaklaşımlarla, sürdürülebilirlik odaklı politikalar ve uygulamalar hayata geçirilerek, Türkiye’nin uluslararası ticarette rekabet avantajı elde etmesi mümkün.Bu yollar, genel olarak sürdürülebilirlik ve yeşil dönüşüm odaklı stratejileri içermektedir:

Yeşil Üretim ve İhracat:

  • Enerji Verimliliği: Üretim süreçlerinde enerji verimliliğini artırarak maliyetleri düşürmek ve çevresel etkiyi azaltmak. Bu, uluslararası pazarlarda “yeşil ürün” imajı oluşturabilir.
  • Yenilenebilir Enerji Kaynaklarına Yatırım: Üretimde güneş, rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanarak karbon ayak izini azaltmak ve bu alandaki teknoloji ve ürünlerde uzmanlaşmak.
  • Sürdürülebilir Hammadde Kullanımı: Üretimde geri dönüştürülmüş, biyolojik bazlı veya sürdürülebilir kaynaklardan elde edilmiş hammaddeler kullanarak çevresel duyarlılığı artırmak.
  • Döngüsel Ekonomi Modelleri: Ürün ömrünü uzatan, yeniden kullanıma ve geri dönüşüme olanak tanıyan tasarımlar ve iş modelleri geliştirmek. Atık yönetimi ve kaynak verimliliğini optimize etmek.
  • Yeşil Sertifikasyonlar: Ürün ve üretim süreçleri için uluslararası geçerliliği olan yeşil sertifikalar alarak çevresel performansı kanıtlamak ve pazarlama avantajı elde etmek.

Karbon Ayak İzinin Yönetimi:

  • Kurumsal Karbon Ayak İzi Hesaplama ve Raporlama: Şirketlerin kendi operasyonları ve değer zincirleri boyunca oluşan sera gazı emisyonlarını şeffaf bir şekilde hesaplaması ve raporlaması.
  • Karbon Azaltım Hedefleri Belirleme: Bilimsel temelli hedefler (Science Based Targets) gibi uluslararası kabul görmüş yöntemlerle karbon emisyonlarını azaltma taahhüdünde bulunmak.
  • Karbon Dengeleme (Offsetting): Kaçınılmaz emisyonları, sertifikalı karbon dengeleme projeleri aracılığıyla telafi etmek. Ancak bu, emisyon azaltımının yerine geçmemeli, tamamlayıcı bir araç olarak kullanılmalıdır.

Sektörel Yeşil Dönüşüm Stratejileri:

  • Sanayide Yeşil Dönüşüm: Temiz teknolojilere yatırım yaparak, enerji ve kaynak verimliliğini artırarak sanayinin karbon yoğunluğunu azaltmak.
  • Ulaşımda Sürdürülebilirlik: Elektrikli araçlar, toplu taşıma, demiryolu taşımacılığı gibi düşük karbonlu ulaşım modlarına geçişi teşvik etmek.
  • Tarımda Sürdürülebilir Uygulamalar: Organik tarım, hassas tarım teknikleri, su tasarrufu gibi yöntemlerle tarımın çevresel etkisini azaltmak ve “yeşil gıda” ihracatını desteklemek.
  • Turizmde Sürdürülebilirlik: Eko-turizm, sürdürülebilir turizm uygulamaları geliştirerek çevresel ve sosyal etkiyi minimize etmek ve bu alanda rekabet avantajı yaratmak.

Uluslararası İşbirlikleri ve Finansman:

  • Uluslararası İklim Anlaşmalarına Uyum: Paris Anlaşması gibi uluslararası iklim anlaşmalarının hedeflerine yönelik politikalar geliştirmek ve uygulamak.
  • Yeşil Finansmana Erişim: Uluslararası finans kuruluşlarının ve yatırım fonlarının sürdürülebilir projelere yönelik sağladığı finansman imkanlarından yararlanmak.
  • Teknoloji Transferi ve İşbirliği: Gelişmiş ülkelerle yeşil teknolojiler konusunda işbirliği yapmak ve teknoloji transferini sağlamak.

Kamu Politikaları ve Teşvikler:

Eğitim ve Bilinçlendirme: Sürdürülebilirlik konusunda farkındalığı artırmak için eğitim programları ve kampanyalar düzenlemek.

Yeşil Kamu Alımları: Kamu kurumlarının sürdürülebilir ürün ve hizmetleri tercih ederek yeşil pazarı teşvik edilebilir…

Yeşil Teşvikler ve Sübvansiyonlar: Yeşil yatırımları, Ar-Ge faaliyetlerini ve sürdürülebilir uygulamaları destekleyici mali teşvikler sağlanabilir….

Türkiye’de hem küresel hem de yerli sermayenin çeşitli projeler ve faaliyetler aracılığıyla ekolojik katliama yol açmış ve açmaya devam etmekte. Ülkemizin “Avrupa’nın çöplüğü” olarak anılması ve atık ithalatının devam etmesi, iklim hedeflerine ulaşma konusunda ciddi handikaplar yaratacağınıda unutmamak gerekir. İklim Kanunu’nun etkin bir şekilde uygulanması, atık yönetimi politikalarının yeniden gözden geçirilmesi, denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi ve tüm paydaşların katılımıyla daha kapsamlı ve adil bir çevre politikasının oluşturulması gerekmektedir. Aksi takdirde, İklim Kanunu’nun potansiyel faydaları sınırlı kalabilir ve Türkiye çevre sorunlarıyla mücadelede önemli zorluklarla karşılaşmaya devam edebilir.Bu durum, farklı sektörlerde kendini göstermektedir:

Maden Ocakları: Özellikle kırsal bölgelerde ve ormanlık alanlarda açılan maden ocakları, geniş çaplı orman kesimlerine, su kaynaklarının kirlenmesine, biyoçeşitliliğin azalmasına ve yaşam alanlarının yok olmasına neden olmaktadır. Hem yerli hem de yabancı sermayeli şirketlerin bu alandaki faaliyetleri sıklıkla eleştirilmektedir. Örneğin, Kazdağları’ndaki maden projeleri ve İkizköy’deki orman katliamı bu duruma örnek olarak gösterilebilir.

Enerji Projeleri: Hidroelektrik santralleri (HES’ler), termik santraller ve rüzgar enerjisi santralleri gibi enerji projeleri de ekolojik tahribata yol açabilmektedir. HES projeleri, nehirlerin doğal akışını bozarak sucul yaşamı olumsuz etkileyebilirken, termik santraller hava ve su kirliliğine neden olabilmektedir. Rüzgar enerjisi santralleri ise kuşların ve diğer yaban hayvanlarının yaşam alanlarına zarar verebilmektedir. Bu alanda da hem yerli hem de uluslararası yatırımcıların projeleri bulunmaktadır.

İnşaat Sektörü: Özellikle büyük şehirlerdeki kentsel dönüşüm projeleri, altyapı projeleri (yollar, köprüler, havalimanları vb.) ve turizm tesisleri için yapılan inşaatlar, doğal alanların tahrip edilmesine, yeşil alanların azalmasına ve betonlaşmanın artmasına neden olmaktadır. Bu sektörde de yerli ve yabancı sermayenin ortaklıkları ve yatırımları söz konusudur.

Sanayi Tesisleri: Sanayi tesislerinden kaynaklanan atıklar ve emisyonlar, hava, su ve toprak kirliliğine yol açarak ekosistemlere zarar verebilmektedir. Özellikle denetimsiz veya yetersiz denetlenen sanayi kuruluşlarının çevresel etkileri büyük olabilmektedir. Bu alanda da hem yerli hem de uluslararası sermayeye ait işletmeler bulunmaktadır.

Tarım Politikaları: Yanlış tarım uygulamaları, aşırı gübre ve ilaç kullanımı, monokültür tarım ve sulama projeleri de toprak verimliliğinin azalmasına, su kaynaklarının aşırı kullanımına ve biyoçeşitliliğin kaybına neden olabilmektedir. Tarım sektöründeki büyük ölçekli işletmelerin ve tarım politikalarının bu konudaki etkileri tartışılmaktadır.

Küresel Sermayenin Rolü: Küresel sermaye, Türkiye’deki doğal kaynaklara ve yatırım fırsatlarına olan ilgisi nedeniyle dolaylı veya doğrudan ekolojik tahribata katkıda bulunabilmektedir. Uluslararası finans kuruluşları ve şirketler aracılığıyla yapılan yatırımlar, çevresel etkileri yeterince değerlendirilmediği veya denetlenmediği takdirde olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir.

Yerli Sermayenin Rolü: Yerli sermaye de benzer şekilde, kar maksimizasyonu odaklı projeleri ve faaliyetleri aracılığıyla ekolojik tahribata neden olabilmektedir. Çevre mevzuatına uyumsuzluk, kısa vadeli ekonomik çıkarların ön planda tutulması ve yetersiz denetim mekanizmaları bu durumu tetikleyebilmektedir.

Türkiye’de küresel ve yerli sermayenin ekolojik katliama etkisi karmaşık ve çok boyutludur. Ekonomik büyüme ve kalkınma hedefleri ile çevrenin korunması arasındaki denge zaman zaman ekonomik çıkarlar lehine bozulabilmektedir. Bu durum, su kıtlığı, orman yangınları, biyoçeşitlilik kaybı, toprak ve hava kirliliği gibi çeşitli çevresel sorunlara yol açmaktadır. Ekolojik tahribatın önlenmesi için daha sıkı çevre düzenlemeleri, etkin denetim mekanizmaları, sürdürülebilir kalkınma ilkelerinin benimsenmesi ve kamuoyunun çevre konusunda bilinçlendirilmesi büyük önem taşımaktadır.

TBMM’ye sunulan Türkiye’nin ilk “İklim Kanunu” teklifinde ; ekonominin, şehirlerin, tarım ve gıda başta olmak üzere kritik sektörlerin güya iklim krizinden etkilenmemesi için yapılacak düzenlemeler sıralanıyor.

Tümüyle küresel elitlerin denetimine sokulacak olan hedef ülkelere, bala bulanmış bir zehir daha sunuluyor! Yasayla eğitimden sağlığa Türkiye’ye bir küresel denetim kelepçesi daha geçirilecek.  

Türkiye “Yeşil Taksonomisi” kurulacak, “Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması” devreye alınacak. Okullarda “yeşil teknoloji” müfredata girecek. 

Yasayla sadece sanayi sektörleri değil; şehirler, tarım, hayvancılık doğrudan elitlerin çıkarları doğrultusunda şekillenecek! Dünyayı çöpe ve zehire boğan uluslararası şirketler işlerine devam ederken Türkiye’ye sıfır karbon politikasını dayatacaklar ve enerji kaynaklarımıza, tarımımıza, hayvancılığımıza nokta koyacaklar!

Bu yasa zaten yeterince kırılgan hale getirilmiş tarım ve hayvancılığımızın tümüyle  küresel gıda tekellerine devredilmesi demektir. Bu uluslararası tekellerin izni olmadan tek bir keçi, koyun, inek besleyemeyeceğiz. Maydanoz yetiştirirken bile izin almak zorunda kalacağız demektir!

Küresel elitin et olmayan yapay et, yapay protein gibi ürünlerine pazar olacağız demektir. Zaten olmayan gıda güvenliğimizin tamamen yok olması demektir!

Benzinin kotalanması ve elektrikli araç dayatmasıyla vatandaşların tümünün hareket kabiliyetinin sınırlandırılması kaosa sürüklenmesi demektir!

Ayrıca karbon ayak izi uydurmasıyla digital sistemin dayatılması da ekonomide ayrı bir kaosa yolaçacaktır!…

Bu konuda farklı ses çıkaranlara da baskı uygulanacak ve hak ve özgürlüklerimiz bir kez daha ihlal edilecek!…

Halkımızın büyük çoğunluğu ne olduğunu anlamadan kendi eliyle kendi ayağına sıkmış olacaktır….

Sonuç ve son söz

Yeşil ayak izi, Sadece Türkiye’nin değil tüm ülkelerin doğayla uyumlu bir yaşam ve üretim anlayışının sembolü ve aynı zamanda birlikteliğ olmalıdır. yoksa bu “Havuz Problemi” (Tragedy of the Commons) çözmek mümkün değil… “Yeşil ayak izi” ormanların, çevrenin acımasızca tahrip edildiği bir dünyada, bu kavramın içi boşaltılarak, şirketlerin pazarlama stratejilerinin bir parçası haline gelmiştir.

Sürdürülebilirlik raporları, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerine dayanmayan şirketlerin çevresel etkilerini dürüst bir şekilde yansıtmayan “makyajlanmış”, “yeşile boyanmış” raporları ile sürdürülebilir yönetimi olanaksız . Çünkü şirketlerin “sürdürülebilirlik” söylemleri, ekolojik yapının sessiz çığlığını bastıran bir aldatmacadan öteye gidemeyecektir.

Türkiye’nin ekolojik genetik yapısının geleceği, şirketlerin kâr hırsıyla doğa sevgisi arasındaki ince çizgide şekillenecektir…

Bu minvalde İklim kanunu Türk milletinin kafasına geçirilecek bir çuval olmamalıdır!

Loading

Sonraki
Önceki
Back To Top