Darbelerin Toplumsal Maliyeti
İlksöz:
Tüm darbeler ve darbe girişimleri bir yıkımdır ve o yıkımla çoğu insan ruhunu, benliğini, yaşama sevincini-isteğini ve özellikle insanca yaşama şansının yok olmasında bir kilometre taşıdır. Tüm bu süreçlerde birileri kurban olmuş, birileri kurban edilmiş, birileri de kurban etmiştir. En çok bu topraklar ağlamıştır sessizce, sessizlik hüküm sürmüştür dillerde.Bu toprakların genetik yapısına işlemiş bir vahamet ve en çok bu topraklar üstüne çöreklenmiş bir dalalet olmuştur …
Türkiye ‘de ki on yılda bir demokrasiden kopmalar, küresel oyun kurucular “(Yüce Pir)” tarafından kurgulanıp,sahneye konan toplumsal bir mühendislik projesi, toplumsal transformasyon projesi olmuş. Gerçi bu projeler, bu güçler tarafından dünyanın her tarafında kurgulanıp istediklerinde uygulamaya konan projeler [(Küresel oyun kurucuların, yerel toplum mühendislerin (asker, bürokrat, akademisyen, gazeteci, sanatçı, din adamı vb.) aracılığı ile ] küresel sermayenin ve onun uzantılarının çıkarlarını garanti altına almak, bu çıkarları maksimize etme arzularına dayalı ekonomik modeli zorla kurma, zorla modeli revize etme girişimi!..)… Demokrasiden kopartılarak revize edilen bu ekonomik model; doğal olarak, zamanla üst yapıyı kendi arzu ettiği formata, forma sokmuş, işin en acı yanı . Bu süreç içinde bulunduğumuz, yaşadığımız, yaşamak zorunda kaldığımız, yoz, afazi, kadim değerlerden yoksun bir toplum yapısı ortaya kondu.
Küresel Oyun Kurucuların her 10 yılda yapılan askeri darbelerde,15 Temmuz işgal girişimi de dahil, Küresel oyun kurucular tarafından, çok önceden planlanmış ve yerli işbirlikçileri ile sahneye konmuştur. 1980 öncesinde toplumu kutuplara bölerek ayrıştırılmış ve ayrıştırılan toplum tek bir merkezden idare edilmiş ve birbirine kırdırılmaya çalışılmış. Toplumu dejenere edilmiş, gençliği pasifize edilmiş, toplum afazi hale getirilmiş. Toplumda ki bu dönüşüm; gençlik kesiminde yabancılaşma ve kimlik bunalımını beraberinde getirmiş. Dolayısıyla tüm darbe ve kalkışmalar toplumsal transformasyon projesi, ‘5Y formülü’ (yoksulluk, yolsuzluk, yozlaşma, yabancılaşma, yasaklar) ile ifade edilebilecek bir dönüştürme projesi olmuş. Toplumun paraya, statüye ve güce tapınması için geliştirilmiş bir toplumsal mühendislik projesi. Dış ve yerli işbirlikçileri ile planlanan ve uygulamaya konan askeri darbelere ve kalkışmalar Ülkemizin dünyayı ıskalaması için girişilen oyunun bir parçası.
10 Ocak 1980 tarihinde Türkiye ile ABD arasında yeni bir askeri işbirliği anlaşması imzalanmış, ardından 24 Ocak ekonomik kararları, 12 Eylül askeri darbesiyle ABD’nin BOP (GOP) ile öngörülen ekonomik ve siyasal düzenin oluşması gerçekleştirilmiştir. 12 Eylül rejimi, iktisat alanında 24 Ocak kararlarını devraldı. Bu kararlar, 1977 sonrasının ekonomik tıkanmasını IMF’nin ve burjuvazinin reçete ve talepleri doğrultusunda yönetmeyi hedeflemekteydi.
12 Eylül 1980 sadece bir askeri darbenin tarihi değil. Bir başka deyişle, söz konusu askeri darbe sadece siyasi amaçla gerçekleştirilmiş değil. 12 Eylül’ün perde arkasında kalan gerçek 24 Ocak 1980 ekonomik dönüşüm kararlarının (veya ekonomik darbesinin) uygulanabilmesini sağlamaktı.
Bu bağlamda “darbalerin toplumsal maliyetini” ya da darbelerin ekonomik etkilerini aşağıda ki şekilde ortaya koymak mümkün.
Yönetim Değişikliğine Sebep olan Darbe Yılı ve Sonraki Dönem
TÜRKİYE | 1960-1965 | 1971-1976 | 1980-1985 | 1997-2002 |
GSYH(MİLYAR $) | 13.99-11.95 | 16.25-51.28 | 68.8-67.23 | 189.83-232.5 |
KİŞİ BAŞIMİLLİ GELİR($) | 508-385 | 456-1279 | 1567-1367 | 3143-3570 |
Kaynak:TCMB
- 1960-1980 darbe girişiminden sonraki bu dönemde milli gelirde önemli ölçüde azalış.
- 1971-199 Askeri vesayet altında sivil hükümet döneminde ekonomik büyüme
- 1960 ve1980 darbe döneminden sonraki 7 yıl içinde ekonomi toparlanma
- Darbe ve darbe teşebbüslerinin ekonominin en önemli performans göstergesi olan GSMH’yi yaklaşık %26 düzeyinde olumsuz etkilediğini ve ekonominin darbe dönemlerinde ¼ oranında küçüldüğünü göstermektedir.
15 Temmuz sonrası ekonomik göstergelere özet olarak birlikte göz atalım:
i-Türkiye’nin risk primini gösteren Kredi İflas Takası (Credit Default Swap, CDS) endeksinde 14 Temmuz ile 5 Ağustos arasında 47 baz puan artış (223-270), borsada ise ilk hafta % 10’a yaklaşan sert düşüş sonrasında bir toparlanma söz konusu . Bunun iki nedeni var birincisi uluslararası konjonktür (Özellikle Fed’in faiz artırmaması ve AB ‘nin ve diğer ülkelerin 2008’de n beri süren Küresel krizin yarattığı negatif faiz uygulaması varlığının yarattığı olumsuz ekonomik durum) ikincisi ekonomi yönetiminin kuvvetli politika tepkisi.( Ani döviz çıkışı ve bankalarda likidite sıkışıklığı riskine karşı karşı ekonomi yönetimi kuvvetli bir politika tepkisi ).(*)
Ancak burada temel mesele, ülke ekonomisinin sermaye akımlarına duyarlılık seviyesinin çok yüksek olmasıdır. Kredi değerlendirme kuruluşlarının aldığı kararlar eleştirilebilir. Zira bu kuruluşların verdiği hatalı kararlar, 2008 krizinin patlak vermesinde etkin olan finansal mimarinin önemli bir parçasını oluşturuyordu. Ancak neden kredi derecelendirme kuruluşlarının kararlarına bu kadar hassas bir ekonomik yapımız var diye sormadan, sadece bu kuruluşların aldığı kararları eleştirmek yetersiz kalıyor. Zira Türkiye ekonomisinin sorunları 15 Temmuzla daha erken tetiklenniş oldu.
Ekonomide istikrar, iktisat politikası araçları denilen mali araçlar, parasal araçlar, kontrol araçları ve kurumsal araçlardan daha çok iktisadi analizlerde dışsal değişken olarak kabul edilen siyaset, yargı ve askeri kurumların kararlarından etkilendiği yadsınamaz bir gerçektir. Bu kurumlardan bir ya da bir kaçının yanlış kararları ekonomiyi hem makro hemde mikro boyutta negatif yönde etkilemektedir. Ekonomide dengeler o kadar kırılgan hale gelebilmektedir ki ekonomistler bunu tarif etmek için “ekonomide bıçak sırtı bir denge” olarak adlandırmaktalar. Siyasi ya da hukuki bir karar ekonomiyi etkilediği gibi askeri kurumların ülke yönetimine ilişkin karar ya da bildirileri de bir ülke ekonomisini temelden sarsmaktadır. Bozulan dengeleri yeniden sağlamak için iktisat politikaları yetersiz kalabilmektedir. Sonuç olarak ekonomik istikrar siyaset kurumundan, yargısal kararlardan ve askeri birimlerin davranış ve bildirilerinden bağımsız değildir.
Tüm bu süreçlerde Cumhuriyetin niteliklerini ve demokrasiyi içselleştirmiş olan Türk Milleti demokrasiyi yaşatmayı başarmıştır. Türk Milleti’nin, demokrasinin bir kez daha alınmasına tahammülü yok.. Hem TBMM’nin şerefli tarihini, hem de içimizdeki hainlerin ihanetini asla unutmayın. Unutursanız acınacak hale geliriz.”
Türkiye’nin istikbal ve istiklali için demokrasiden öte bir yol yok…..
Türkiye dün bir kez daha askeri kalkışmayla karşı karşıya kaldı.
Askeri kalkışmalarla ve darbelerle sık sık kesintiye uğramış olsa da
Türk Milleti demokrasiyi yaşatmayı başarmıştır.
Cumhuriyetin niteliklerini ve demokrasiyi içselleştirmiş olan
Türk Milleti’nin,demokrasinin bir kez daha alınmasına tahammülü yok..
kalkışmada bulunanların bir an önce kışlalarına dönmesi
Türk Milleti ve devleti için tek doğru adım olacaktır.Silahlı kuvvetler
Türkiye Büyük Millet meclisinin emrindedir.Ve her zaman öyle kalmalıdır.
Türkiye’nin yolu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği
çağdaş medeniyet yoludur. Bu yolda ilerlemek ise ancak demokratik,
laik cumhuriyetle mümkün…
Demokrasinin askıya alındığı 12 eylül de de olduğu gibi bugünde
demokrasinin yanındayız ve bundan sonrada demokrasinin
yanında olmaya devam edeceğiz.
Son söz:
Ulusal egemenliğin hiçe sayıldığı günler…Toplumu dönüştürme, toplumu dizayn etme,
toplumu afazileştirme girişimleri!….Türkiye’ye bu geceyi yaşatanları affetmek mümkün değil……
Yazık çok yazık..
Milli İrade’yi, Milli Egemenlik’i örseleyen ‘vesayet’ zincirleri ile Türk Milleti’ni prangalara mahkum etmek isteyen hain oluşumlara ve girişimleri önlemek için başta eğitim kurumlarımız olmak üzere tüm Devlet kurumlarımızda belirli sosyal grup ve sınıfların çekip çevirme anlamında ayrıcalıklı bir konumda bulunmalarına izin verilmemesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Bekasına hizmet eden nesiller yetiştirmesini temennisi ile…
Aziz Şehitlerimizin Ruhları Şad Olsun ! …
Nurlarda Yatsınlar Cennet Ehli onlar..
Saygılarımla.
Sağlıcakla kalın!
Günleriniz hep aydınlık olsun!
Yüreğinizde sevgi daim olsun!
Yüreği “Berkehan ve Bilgehan Deniz” kadar temiz olan tüm insanların!
————————–
Referans: (*)TCMB
(**) ilki 17 Temmuz “Finansal piyasaların etkin işleyişinin sürdürülmesi amacıyla, bankaların gereksinim duyacağı likiditenin sınırsız olarak sağlanacağının duyurulmasıydı ikincisi de 22 Temmuz’da, BGC Partners, Credit Suisse, Goldman Sachs, HSBC ve JP Morgan ın da katıldığı bilgilendirme toplantıları. İle devam etti..üçüncü olarak Sermaye Piyasası Kurulu (SPK)’nın firmalara herhangi bir limit söz konusu olmaksızın borsada kendi paylarının geri alımını gerçekleştirme hakkı ile borsadaki olası ani düşüşlerin önün kesilmesi. Dördüncüsü, yabancı yatırımları çekebilmek için “piyasa dostu” olarak gerekli yapısal reformların yapılacağının deklare edilmesi. Beşincisi gerekli girişimler sonucu Türkiye’nin Yatırım notunun Kredi derecelendirme Kuruluşları (Moody’s ,Fitch ve S&P’tarafından ertelenmesi..Altıncısı IMF’in alınan bu önlemleri desteklemesi…https://bit.ly/3h0ssh1
http://aa.com.tr/tr/egitim/yok-sanayi-bursu-verecek/722293
15 Temmuz hain darbe girişimi ve sonrasında, YÖK ve üniversitelerimizin yurt içi ve yurt dışında yapmış olduğu faaliyetlerin anlatıldığı “15 Temmuz ve Türk Yükseköğretimi” adlı bir kitap .http://yok.gov.tr/web/guest/15-temmuz-ve-turk-yuksekogretimi …
Türkiye’nin Bitmeyen Yedi Düvel Savaşı!
5,0
12.11.2012 10:00:32
A+ A-
Arka bahçesi‘ olarak kabul ettiği Latin Amerika’dan askerleri ülkesinde
eğiterek sonra onlar eliyle darbeler düzenlettiği bilinir ABD’nin…
Guatemala’da (1954), Paraguay’da (1954), Brezilya’da (1964),
Şili’de (1973), Uruguay’da (1973), Arjantin’de (1976),
Nikaragua’da (1979-1984) hepsi de ABD destekli darbeler yaşandı.
Ortadoğu’da ise, Suriye’de Cumhurbaşkanı Şükrü Kuvvetli‘yi albay
Hüsnü Zaim darbesiyle devirtmiş (1949), Mısır’da (1952)
Genç Subaylar darbesine destek çıkmış, İran’da (1953)
Başbakan Muhammed Musaddık‘ı sokak hareketleriyle yerinden etmiş,
sonra da Irak’ı (1958) kanlı bir darbeyle karıştırmıştı ABD.
Bu bölgedeki askeri müdahalelerin hepsinde ABD’nin parmağı var..
Vardır da, karanlık olaylardaki rolünün bilgimiz dahiline girmesi,
darbeleri perde gerisinde planlayıp hayata geçiren Amerikan devletinin
örgütleri tarafından büyük bir gayretle saklanmasına rağmen,
gazetecilerin titiz sorgulamalarının sonucu araştırma eserleri
sayesinde gerçekleşmiş.
Arada darbelerin planlandığı CIA’de bu işlerle görevlendirilen kişilerin
(Ortadoğu’da Kim Roosevelt, Miles Copeland;
Latin Amerika’da Philip Agee) tanıklıkları da söz konusu..
Türkiye’nin darbeler tarihinde yer alan askeri müdahalelerde de
ABD’nin parmağı olduğunu sağır sultan bile biliyor.
12 Eylül 1980 darbesinin zamanın ABD başkanı Jimmy Carter‘a
“Bizim çocuklar yaptı” tarzında aktarıldığı kitaplara geçmiştir.
15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan son uğursuz darbe girişimi sırasında,
İstanbul ve Ankara sokaklarında kan dökülürken, sonradan
Donald Trump‘a ulusal güvenlik danışmanı olacak Michael Flynn‘in
konferansını yarıda kesip, “Biraz önce beni aradılar,
Türkiye’de ABD yanlısı askerler gerici iktidarı yerinden ediyor”
dediği ise görüntülü bir kanıt olarak arşive geçmiş.
Washington, eldeki verilere, tanıklıklara, kitaplara geçen
belgelere rağmen, ne zaman bu konu gündeme taşınsa,
başka ülkelerin içişlerine müdahale ithamlarını hep yalanlama yolunu seçmiştir.
İtiraf gerektiğinde de, konu, ‘CIA’nin ayıbı’ olarak tanıtılmıştır.
Şimdiye kadar durum böyleydi.
Artık değişti o durum. ABD başka ülkelere doğrudan
ve herkesin -dünyanın- gözü önünde müdahale ediyor,
rejim değişikliği için ortamı bulandırdığını yetkili
ağızların açıklamalarıyla duyuruyor.
Ülkeleri dize getirmek, istemediği yöneticileri yerlerinden
etmek için her türlü yönteme alenen başvuruyor.
Venezuela’da iç-savaşa yol açabilecek bir tahriki başkan
düzeyinde başlattı ABD; Beyaz Saray’da ‘ulusal güvenlik danışmanı’
sıfatını taşıyan John Bolton saat be saat devrede,
medya da kullanılarak güpegündüz bir darbe hayata geçirilmiş bulunuyor.
John Bolton bunu yapıyor ve yaptığı ile ortaya çıkan tabloya ‘darbe’
denilemeyeceğini de yine kendisinden işitiyoruz.
ABD yalnız Venezuela’da hükümet darbesi için faaliyete geçmekle kalmıyor,
eş-zamanlı olarak ve Venezuela’ya verdiği desteği bahane ederek
Küba’yı da kıskaca alma yoluna başvuruyor.
Venezuela’daki Maduro rejiminin dünyadaki neredeyse tek destekçisi olan
Küba da ABD için bir yan hedef durumunda. [Sıkı destekçi olarak bir de Türkiye var.]
Küba’yı da sıkıştırıyor ve orada da rejim değişikliği için ciddi bir faaliyet gösteriyor ABD.
Bu kadar mı?
Hayır. Farklı bir yöntemle İran’ı da dize getirmek için
ciddi gayretler yine ABD’den geliyor.
Nedense bizim gazeteler bu gelişmelerle
-özellikle bu boyutuyla- fazla ilgili görünmüyor.
İlgisizlik had boyutta. Oysa dünya medyası -bazısı taraf tutsa da- gelişmeleri
yakından takibe almış durumda.
Aşağıdaki haber IMF tarafından resmen açıklanan bilgiye dayandığı
için pek çok yabancı yayın organında yer aldı.
Birlikte okuyalım:
“IMF’ye göre, Trump yönetiminin uyguladığı yaptırımlar sayesinde İran ekonomisi çökmek üzere. IMF, İran ekonomisinde kesif bir durgunluk yaşandığını ve enflasyonun 1980’den bu yana en yüksek oran olan yüzde 40’a ulaştığını da açıkladı. Cumhurbaşkanı Hassan Rouhani’ yanlıları ve ABD’yle her türlü diplomatik temasa karşı çıkanlar arasındaki uçurumun giderek büyüdüğünü Financial Times gazetesi yazdı.”
Haberlerde, ABD yönetiminin petrol ambargosunda istisna uyguladığı
Japonya, Güney Kore, Hindistan, Çin ve Türkiye’nin de artık
ambargoya uymak zorunda kalacakları, bunun da
İran ekonomisine yeni ve büyük bir darbe teşkil edeceği bilgisi de yer alıyor.
12 eylül, diğer demokrasiden kopmalar gibi, küresel oyun kurucular (Yüce Pir)
tarafından kurgulanıp, sahneye konan toplumsal bir mühendislik,
toplumsal transformasyon projesidir.
Küresel oyun kurucuların, yerel toplum mühendislerin
(asker, bürokrat, akademisyen, gazeteci, sanatçı, din adamı vb.) aracılığı ile,
küresel sermayenin ve onun uzantılarının çıkarlarını garanti altına almak,
bu çıkarları en yükseğe çıkarma arzularına dayalı ekonomik modeli zorla kurma,
zorla modeli revize etme girişimi!..
Demokrasiden koparak revize edilen bu ekonomik model; doğal olarak,
zamanla üst yapıyı kendi arzu ettiği formata, şekle sokmuş, işin en acı yanı ;
bu sürecin sivil iktidarlarca da devam ettirilmiş olması!?
Ve içinde bulunduğumuz, yaşadığımız, yaşamak zorunda kaldığımız,
yoz, afazi, kadim değerlerden yoksun bir toplum yapısı ortaya
çıkmasına neden olmuştur.
Küresel sermayenin çıkarlarını, garanti altına almak amacıyla,
tasarlanıp uygulamaya konan bu ekonomik modeli;
zorla halka kabul ettirmek için, başta gençlik olmak üzere,
halkın her kesimi pasifize edilmiş ve ülkenin yönetiminden dışlanmıştır.
Bugün ülkemizde yaşananlar gibi;12 Eylül öncesi dökülen/döktürülen kan,
Küresel oyun kurucular tarafından, çok önceden planlanmış
ve yerli işbirlikçileri ile sahneye konmuştur.
Bu zaman sürecinde bugünde olduğu gibi; toplum İki kutuba ayrıştırılmış
ve ayrıştırılan toplum tek bir merkezden idare edilmiş ve birbirine kırdırılmıştır.
Gençlik sürekli karalanmış ,suçlanmış ve bir günah keçisi durumuna sokulmuştur.
YÖK aracılığıyla üniversite gençliğinin ülke sorunları ile olan ilişkisi, duyarlılığı kesilmiş,
disiplin adı altında gençlik ve halk demirden bir cendereye sokulmak istenmiştir.
Ülke yasaklar ülkesine dönmüş, neredeyse nefes almanın bile suç sayılabileceği
bir ortam inşa edilmiştir. “İdeolojiler bitti” sloganı bu döneme ait olup
insanların tüm değer sistemini Küresel oyun kurucunun değerlerine
teslim edelerek; bir uyuşturma, bir aldatma
ve siyasî mücadelenin dışına itme amaçlanmıştır.
Her türlü direnme noktaları kontrol altına alınmak suretiyle kırılmış;
yağmalanmış, yolsuzluk sıradanlaşmış, sermayedarlar
aşırı zenginleşirken halk fakirleşmiştir.
Türkiye’nin gelişimi engellendi adeta. Kim engelledi?
Darbeciler ve onların ortakları.
Darbeler doğal olarak alt yapı da
(üretim, istihdam, ticaret, teknoloji, finansal piyasalar vb.)
doğal ve zincirleme bir süreç olarak da üst yapılarda
(din, kültür, hukuk, sosyal, politik, ahlak vb.)
negatif seleksiyona yol açmıştır.
Eğer Türkiye’de 1950’den sonra demokrasi darbelerle kesintiye uğramasaydı,
2000 yılında Türkiye’de kişi başına düşen gelirin
144 bin dolar olması gerekiyordu
ama sadece 3 bin dolarda kaldı. İşte darbelerin
Türkiye’ye maliyeti bu kadar yüksek.
Darbeler
Toplum zenginliği görmediği için fakirliğe mahkum oldu
ve itiraz edemedi. Sistemden geçinmenin yolunu aradı
Toplumu dejenere edildi, gençliği pasifize edilerek, toplum afazi hale getirildi.
Toplumu afazileştirme faaliyeti, gençlik kesiminde yabancılaşmayı
ve kimlik bunalımını beraberinde getirdi.
Dolayısıyla 12 Eylül toplumsal transformasyon projesi,
‘5Y formülü’ (yoksulluk, yolsuzluk, yozlaşma, yabancılaşma, yasaklar)
ile ifade edilebilecek bir dönüştürme projesi.
Toplumun paraya, statüye ve güce tapınması için geliştirilmiş
bir toplumsal mühendislik projesi.
5Y formülünün uygulanması ile halkta oluşan tepki, oluşturduğu yüksek enerji
ve daha önce; Küresel baş aktör tarafından başlatılan,
Sovyetleri güneyden kuşatmaya dönük olan Yeşil Kuşak Projesi,
12 Eylül darbesinin İslam‘a karşı daha yumuşak bir tavır takınmasını zorunlu kılmıştır.
Devrimin estirdiği heyecanın azalması,
Sovyetlerin paramparça olması, NATO konseptinin değişmesi ile
Türkiye‘de İslam, düşman statüsüne sokulmak istenmiştir.
28 Şubat Postmodern darbesi; bu darbenin bir uzantısıdır.
12 Eylül’ün başaramadığı yabancılaştırma, dejenere etme hareketi,
bu darbe ile başarılmak istenmiştir. Çünkü yabancılaşmaya,
yozlaşmaya, Batı türü yaşam biçimine toplum muhalefet etmiştir,
28 Şubat Postmodern Darbesi,12 Eylül’ün 5Y formülüne, jurnalciliği eklemiştir.
Bizzat sivil ve askeri bürokrasinin öncülüğünde muhbirlik,
yeni bir meslek olarak ortaya çıkmıştır. Ancak bu mesleği ihdas edenler,
bunun toplumun tüm dayanışma noktalarını yıkarak devlete,
sisteme ve insanların birbirine olan güvenlerini de
kaybedeceklerini düşünmemişler, düşünmek istememişlerdir.
Ülkemizin bugün karşılaştığı sorunların çoğu, geçmişin
çözümlerinden kaynaklanmıştır. Küresel oyun kurucular,
geçmişte olduğu gibi, önceden hazırladıkları oyunda
Türkiye’yi pivot santrafor olarak oyunda görmek istiyorlar!
Geleceğimiz üzerine kanlı bir “oyun” oynuyorlar.
Dün olduğu gibi, bugün de birbirimize düşerek bu oyunu oynattırmak istiyorlar.
O nedenle ; ülkemizin yedi düvele savaşı hala bitmedi!..
Dün yedi düvel, bugün küresel oyun kurucular!..
Bunu asla unutmayın. Hem TBMM’nin şerefli tarihini,
hem de içimizdeki hainlerin ihanetini unutmayın.
Unutursanız acınacak hale gelirsiniz.”
Saygılarımla.
Sağlıcakla kalın!
Günleriniz hep aydınlık olsun!
Yüreğinizde sevgi daim olsun!
Yüreği “Berkehan ve Bilgehan Deniz” kadar temiz olanların!
Orhan ELMACI
12 Eylül 2012
——————————
(*)Mana Neyestani’nin bu karikatürü çok paylaşılan ve her paylaşan ona kendince anlamlar yüklediği bir karikatür.
Bizce; sanki ülkesine yönelen kültürel, ekonomik,sosyal,siyasal hatta silahlı tehditleri görmezden gelen, hatta halka onu şirin göstermeye çalışan,”Bahar”yanlısı ,küresel oyun kurucuların sözcülüğüne soyunmuş, batı özentili , sözüm ona bilim adamları!.. Tatlısu entellerini, görsel, işitsel ve yazılı medyayı anımsattı…
(**)Yakın geçmişimizden bir kesit: Türkiye’nin 1970’li Yılları… İletişim Yayınları’nın 2020 tarihli bir derlemesinden söz edeceğim. 48 yazarın makalelerinden oluşuyor. Hazırlayan Mete Kaan Kaynar; ekler hariç 1046 sayfa… (Kitaba Derleme olarak referans vereceğim.)
yazar, sistematik bir sınıflamaya kalkışmamış; ama, bu on yılık zaman aralığının “iki darbe arasına sıkışmış yılları” kapsadığını baştan hatırlatıyor. Siyasal çalkantılar öne çıkıyor; ama, iktisattan spora, dış siyasetten edebiyata; fikir akımlarından gündelik hayata uzanan bir çeşitlilik içinde…
Sonuç, yakın geçmişimizle ilgilenen herkese hitap eden bir başvuru kitabıdır. Başlayıp bitirilen kitaplardan değil; bölümler arasında gezinerek tadı çıkarılacak bir derleme…
Ben de Derleme’nin ekonomik ağırlıklı kesimleri ile başladım. Düşündüklerimi okurlarımla paylaşmak istedim.
Özetle bu derlemede ; Türkiye’nin 1970’li yıllardaki gelişiminin, ülkemize özgü olmasdığına vurgu yapıldıktan sonra, Kapitalist sistemin merkezi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Refah Devleti dönüşümünü yaşayadağı anlatılıyor. Bu modelin, 1970’li yıllar sonunda bölüşüm, sermaye birikimi ve finansallaşma süreçleri arasındaki çelişkileri aşamadığı; tıkandığı tesbittinde bulunuyor..
Refah devletinin çevre ekonomilerinde ve Türkiye’deki karşılığı Kalkınmacı Devlet’tir. Türkiye’de 1960’ı izleyen yirmi yıla, planlamacı ve korumacı (“ithal ikameci”) politikalar damgasını vuracaktır. 1970’li yıllardaki gelişimi, iki beş yıllık plandan izliyor.
1968-1972 ve 1973-1977 plan dönemlerinde Türkiye, yüksek (yüzde 7 ve 6,5’lik) tempolarda büyüdü. Nihai amaç olan dış bağımlılığı hafifleten bir sanayileşmeye geçiş ise başarılamadı. Dayanıklı tüketim mallarında ithal ikamesi ileri aşamalara taşınamadı; sanayinin ithalata bağımlılığı zaman içinde yoğunlaşıyor.
1970’li yılların sonuna yaklaşıldığında Türkiye’nin ihracatında hâlâ tarım ürünleri öne çıkmakta; ham petrol fiyatlarındaki artış, dış açığı sıçratmakta olduğunun altı çiziliyor.
Döneme özgü korumacı politikalar, ithal kotaları, döviz tahsisleri gibi yöntemlerle uygulanıyor.. Ve “dış ticaret kısıtlamalarının yarattığı rantların politik süreçler yoluyla… gelenekselci ve cemaatçi oluşumlara [dağıtılıyor” (s.222) ]
Planlı dönemde ithal kotaları, döviz, kredi tahsislerinden kaynaklanan rantlar, özerk, ayrıcalıklı, güçlü bir ekonomi bürokrasisi tarafından denetlendi Bu bürokrasi, yönetmelikler ve kurumsal geleneklerle, rantların planlama önceliklerinin belirlediği sektörlere tahsisini sağladı; şirketlere aktarımında nesnel ölçütleri itinayla gözetildi.
Bu ekonomi bürokrasisini etkisizleştirme, dönemin hükümeti tarafından o döneminde öncelik kazandı. Dış ticaret serbestleştirildi; “koruma rantları” yok oldu. “Alaturka neoliberalizm” yepyeni rant alanları oluşturdu: Özelleştirme, kamu ihaleleri, KÖO yatırımları, imar planları… Astronomik boyutlara ulaşan bu rantlarla cemaatçi sermayenin bütünleşmesi, 1970’li yıllarda değil, daha sonraki hükümetler döneminde gerçekleşti.
“1970’li yılların sonunda, dünya yeni neoliberal düzene hazırdı… Ülkemizde de 1970’ler neoliberal İslam’ın temellerinin atıldığı bir dönem[dir]” (s.219). Ama, “şiddetin [bu] toplumsal mühendislik projesinin önemli bir parçası” olduğunu da eklemek gerekiyor (s.227).
Böylece, kapitalizmin egemen sınıfları, neoliberal toplumsal mühendislik projesini dünya çapında “uygulamaya” başlayacaklardır. “Yumuşak bir geçiş” değil, “sert bir kopuş” söz konusudur. Türkiye’yi de içeren Güney coğrafyasında şiddet de içeren kopuşlar. Kopuşun Türkiye boyutu“Türkiye’de Plancılığın İkinci Onyılı: Yetmişli Yıllarda Devlet Planlama Teşkilatı” (ss.229-243).başlıyor.Bu çevreler dış bağlantıları da olan sistematik bir saldırı ve “tüm iktidar sermayeye” anlamına gelen bir kampanya sonunda zamanın hükümetini iktidardan uzaklaştırdı; 24 Ocak ve 12 Eylül’e açılan sert, şiddet içeren bir dönüşüm tetiklendi. Bu ittifak, “bir küçük burjuva radikalizmi içeren cumhuriyetçi orta sınıf hareketi ile işçi sınıfının ilk kez Haziran 1970’te bir bütün olarak sahneye çıkan sınıfsal” gücü arasında oluşmuş; “1980’de bir darbe ile kesilmişti”. İttifakın “cumhuriyetçi orta sınıf” ayağını temsil eden o dönemin hükümeti uluslararası ve yerli sermayenin müdahalesi ile 1979 sonunda; işçi-emekçi kanadı ise 12 Eylül 1980 darbesi ile çökertildi…
This Post Has 0 Comments