Bilim Etiği Sorunu : Yanılsama ve Yanıltmaca [ İntihal (Plagiarism) ] ve CTRL+C / CTL+V Üniversitesi
İlk Söz: Kolay yoldan başarı veya servet elde etmeye çalışanlar onlara fırsat yaratıyor. Bu durumu en güzel “Sahtekâr ile tamahkâr iyi anlaşırlar” deyişi özetliyor.
Bilimsel araştırmaların doğasında süreklilik ve daha önce yapılan araştırmalardan haberdar olunması gereği vardır. Her bilimsel araştırma daha önce yapılmış araştırmalar üzerine geliştirilir. Yapılan çalışmaların yayın içinde aktarımında bazı kurallara uyulması, yararlanılan kaynakların yine belirli kurallara göre belirtilmesi esastır. Bilimsel araştırma yapma ve araştırma sonuçlarını yayma aşamasında bilerek veya bilmeden yapılan hatalar araştırmanın güvenilirliğini zedelediği gibi ilgili bilim dalına da zarar vermektedir. Bilimsel iletişim sürecinde genelde “etik dışı” olarak tanımlanan bu davranışlar içine “sahtecilik”, “intihal/aşırmacılık”, “uydurmacılık” ve “yinelenen yayın yapma” gibi istenmeyen uygulamalar girmektedir. Bu kavramlar içinde sıkca karşılaştığımız intihal (plagiarism) sadece akademik çevrelerin değil, sanat ve edebiyat dünyasının da karşı karşıya kaldığı bir sorundur.
Türkiye Bilimler Akademisi Bilim Etiği Komisyonu’na göre intihal; aşırma, çalma, yağmalama anlamına gelir (2002, s. 39). TDK’nın tanımına göre aşırma, “Başkalarının yazılarından bölümler, dizeler alıp kendisininmiş gibi gösterme veya başkalarının konularını benimseyip değişik bir biçimde anlatma, intihal.” anlamına gelmektedir. Diğer bir tanım ise: “Daha önce yayınlanmış bir eserin (kitap, makale, sanatsal uygulama) tümünü ya da bir kısmını atıfta bulunmadan, kaynak göstermeden alarak kendi yayını gibi yayınlamak, kendisi adına sunmaktır.” (İnci, 2009, s.73)https://bit.ly/3jq6B5b . TÜBA tarafından intihal veya aşırma şöyle tanımlanmıştır:
Bir başkasına ait olan bir fikrin, buluşun, araştırma sonuçlarının veya araştırma ürünlerinin bir bölümünün ya da tümünün, hatta kitapların tümünün ya da bir bölümünün kaynak gösterilmeksizin istemli olarak kopya ya da tercüme edilip yazarın kendi üretimi gibi gösterilmesine aşırma denir. Dolayısıyla İntihal/Aşırma, Bilimsel ya da sanatsal çalışmalarda, bir başkasının ürününün, görüşünün tümünü ya da bir bölümünü kaynak göstermeden kullanma; bilim ve sanat alanında hırsızlık olarak tanımlanmaktadır (TÜBA, 2009).
Bilimsel araştırmalar bilinmezi bilinir kılmak, sorunlara çözüm üretmek, sosyal ve kültürel unsurları tanımlayıp açıklamak için yapılır. Sonuçlarının toplum yararına kullanımı ve çalışmaların devamlılığı esastır. Bu nedenle araştırma sonuçlarının duyurulması gerekir. İletişim, bilimin temel unsurlarından birisidir. İlk bilimsel derginin yayımlandığı 1665 yılından bu yana, bilimsel iletişim artan bilim dalları ve bilgi kaynakları; gelişen bilgi teknolojisi ve araştırma olanaklarıyla büyük ölçüde değişime uğramıştır. Bu süre içinde değişmeyen en önemli unsur ise bilimsel yayınların güvenilirliğinin önemidir. Bilimsel iletişim süreci içinde yer alan yazar, hakem, editör, yayıncı, kütüphaneci ve okuyucunun bu sürece ve denetime katkısı vardır. Bilimsel etik ve intihal / Scientific ethics and plagiarism 189 Bilimsel bir yayının etik açıdan iyi sayılabilmesi için yazım aşamasında kurallara uyulması ve bilimsel değerlere bağlı kalınması gerekmektedir. Bu sürecin yazar, editör, hakem ve okuyucu boyutunuda unutmamak gerekir. Yazarın araştırma ve sunum açısından sorumlulukları, editörün bu süreç içinde iletişimin uygun, zamanında, açık, güvenilir ve tarafsız olarak sürdürülmesindeki rolü çok önemlidir . Hakem sorumluluğunda tarafsızlık, eldeki metnin yetkin hale getirilmesi; okuyucu boyutununda ise okuyucunun ilgi alanına giren konulardaki yazıları izlemek, incelemek ve yanlışları bilimsel yayın ortamında ortaya koymak, yani tepki vermek sorumluluğundadır (*).Bu notumuz şimdilik burada kalsın.
Bilim etiği’ne önce tarihsel bir perspektiften bakalım (*). “Napolyon’u mat eden Türk”. Bu anlatıyı birlikte okuyalım:
1809 yılında bir Türk satrançta Napolyon Bonaparte’ı mat ederek meşhur olmuştu. Aslında o bir Osmanlı vatandaşı hatta bir insan bile değildi. O devirde benzeri görülmemiş bir robot olduğu iddia edildi. Büyük bir tezgah üzerine yerleştirilmiş bir kuklaydı. Tezgahın kapakları açıldığında hareket etmekte olan çeşitli mekanik parçalar görülüyordu. Görünmeyen ise içine saklanmış olan bir satranç ustasıydı.
Wolfgang von Kampelen isimli bir mühendis 1770 yılında Avusturya İmparatoriçesi Maria Theresa’yı eğlendirmek için satranç oynayan Türk kuklasını (Shachtürke, The Mechanical Turk) icat etmişti. Osmanlı kıyafeti içinde sert hareketleri ile rakiplerini ürküten bu heybetli oyuncunun ellerini, tezgahın altındaki satranç ustası kontrol ediyordu. Onun karşısında şaşkınlık yaşayanlar hatalı hamleler yapıyor ve sonunda yeniliyordu.
Ben Robot Türk’ün mat ettiği Napolyon’un yüzünü görebilmeyi çok isterdim. Mucidi de o tarihte yaşıyor olsaydı herhalde çok eğlenirdi. Bu kukla el değiştirerek ülke ülke dolaştı. Philadelphia şehrinde sergilendiği bir müzede (The Chinese Museum) yangın çıkınca kullanılamaz hale geldi. Kopyaları yapılan ve filmlerde oynatılan bu kuklanın hikayesi hâlâ keyifle anılıyor. Amazon, yazılımlarından birine onun adını verdi.
Yukarıdaki ilginç hikaye sirklerdeki gösterilerde kullanılan hilelere örnek gösterilebilir. Ama bilim ve teknoloji dünyasında yapılan hileler çoğu zaman ciddi sorunlar yaratan sahtekârlıklara dönüşmüştür. Bir kısmı asırlardır tekrar edilirken, bir kısmında yepyeni teknikler kullanılıyor. Bu yazıda bilim tarihinden günümüze gelen bazı sahtekârlık olaylarını anlatmak istiyorum. Sonra da Türkiye’den bahsedeceğim.
Tarihten günümüze bilimsel sahtekârlıklar ve CTRL+C / CTL+V Üniversitesi.
Tarih boyunca görülen bilimsel sahtekârlıklar kısa bir makalede anlatılamayacak kadar çoktur. Bu yazı için ilginç bazı örnekler seçtim. Karanlık çağlardan beri hayranlık uyandıran simyacılar ile başlayalım.
İlk çağlardan itibaren alışverişlerde buğday, arpa ve tuz gibi ürünler değer ölçütleri olarak kullanıldı. Altın, gümüş ve diğer metallerden yapılan paralar yaygınlaştıktan sonra onlara değersiz metaller karıştırılmaya başlandı.
Simyacılar başlangıçta çeşitli metal karışımlarını (alaşım) yapan zanaatkarlardı. Gümüş gibi bazı metallerin işlemden geçirilerek altına dönüşeceğine inanan ve akla gelebilecek her yöntemi deneyen simyacıların olduğunu biliyoruz. Aslında onlar bu çalışmaları ile malzeme bilimi ve kimyanın temellerini atmışlardı. Tarih boyunca altın ve gümüşe değersiz metallerin karıştırılmasında simyacılar rol aldı.
Eski Yunan’da kralın tacındaki altının saf olup olmadığına karar vermek görevi Arşimed’e verilmişti. Hamamda yıkanırken tacın özgül ağırlığını ölçerek saflığının belirlenebileceğini keşfedip “Buldum.” (Eureka) diyerek sokağa fırlamıştı. Bu aslında çok hassas bir yöntem değildi. Zaman içinde bu amaçla mihenk taşları ve analitik teknikler geliştirildi.
Osmanlılar paranın içeriği ve ağırlığı ile oynanmasına “tağşiş” derlerdi. Böyle paralar “bozuk para” olarak da isimlendirilirdi. Geniş Osmanlı topraklarında Avrupa ülkelerinin paraları (duka ve real) da kullanılıyordu. Bu şartlar yerli ve yabancı simyacılar ve sahtekârlar için büyük bir fırsat alanı yaratıyordu.
Günümüzde de simyacılar boş durmuyor ve gelişmiş teknolojiler kullanıyorlar. Son dönemde piyasaya sürülen sahte altın takıların deneyimli kuyumcuları bile aldattığını duyuyoruz. Sorunun çok ciddi olduğu anlaşılıyor.
İlginç bir simyacı da yakın zamanda Amerika’da ortaya çıktı. 2004 yılında Elizabeth Holmes tarafından kurulan Theranos isimli şirketin geliştirmekte olduğu tıbbi tanı ürünleriyle ilgili abartılı iddialar yatırımcıların ilgisini çekti. Patentler alan ve sözleşmeler yapan şirket hızla yükselerek 2015 yılında 9 milyar dolar değere ulaştı. Holmes bu başarı hikayesi ile Forbes dergisinin kapağını süsledi. Çok geçmeden yatırımcılara yanıltıcı bilgiler verdiği ortaya çıktı. Şimdi Holmes’ın herkesi nasıl kandırdığı filmlere ve davalara konu oluyor.
Devridaim makinesi bir kere dönmeye başlayınca bir daha hiç durmayacak olan bir aleti tanımlar. Çok eski tarihlerde bu amaçla makineler yapıldığını biliyoruz. Müzelerde çeşitli örnekleri sergileniyor. Bir kısmında gizlice müdahale ile çalışmaya devam etmesini sağlayacak düzenekler var. Belli ki onlarla izleyiciler kandırılmış.
Leonardo da Vinci’nin bir devridaim makinesi tasarım üzerinde çalıştığını ama bunun mümkün olmadığını ifade ettiğini biliyoruz. Benzer bir görüşü, İslam bilim tarihi uzmanı Prof. Dr. Fuat Sezgin ortaya çıkarmıştı. Osmanlı bilim insanı Takiyyeddin böyle bir makinenin imkansız olduğunu 1553’te yazmış. Aslında bu tip makinelerin temel fizik (Termodinamik) yasalarına aykırı olduğunun 19. yüzyılda ispat edildiğini düşünürsek, Leonardo ve Takiyyeddin takdiri hak ediyorlar.
Dünyada her devirde devridaim makinelerine inanmaya hazır birileri bulunuyor. Yakın zamanda ülkemizde ortaya çıkan bu tür bir projeye bir arkadaşım yatırım yapmaya karar vermişti. Bu projenin imkansız olduğu ile ilgili uyarılarımı dinlemeyerek ne yazık ki parasını kaybetmişti.
“Fizyonomi” yüz hatlarına bakarak bireyler hakkında görüş oluşturmak iddiası ile ortaya çıkmıştı. Eski Yunan’dan itibaren bu alana bilimsellik atfedilmeye çalışılmıştı. Farklı ırklardan insanlar, engelliler ve yaşlılar hakkında mesnetsiz şüphe oluşturmak için kullanılmıştı.
Franz Joseph Gall tarafından geliştirilen “frenoloji” ile insanların kafalarına bakarak çeşitli hükümler verilmişti. Kafatasının şeklinin, içerdiği beynin işlevlerini yansıttığı iddia ediliyordu. Oysa bu konunun bilimsel hiç bir dayanağı yoktu. Ne yazık ki insanlar hakkında ırkçı görüşlerin öne sürülmesine neden olmuştu.
Frenoloji ve fizyonomi gibi kılıflar kullanılarak Avrupa ve Amerika’da üstün ırk kavramı yaygınlaştı. Bu şekilde gelişen ırkçılık ve ırk temizleme (Sosyal Darwinizm ve öjenizm) hareketleri Naziler tarafından kullanıldı.
Günümüzde birçok ülkede suç işlemeye eğilimli olanları yüzünden tanıyacağı iddia edilen yapay zeka programları üzerinde çalışılı
İngiliz amatör arkeolog Charles Dawson tarafından Piltdown’da bulunduğu iddia edilen kafatasları 1912’de bilim dünyasına bomba gibi düşmüştü. Bu kafatasları ile orangutandan insana evrimsel bir basamak olduğu ispat edilmeye çalışılıyordu. Avrupalı insanı ima eden Latince bir isim (Eoanthropus dawsoni) uydurulmuştu. İnsanların dünyaya Afrika’dan değil de Avrupa’dan yayılmış oldukları fikri pek çok Avrupalının hoşuna gitmişti.
yor. Bu çalışmalara endişe ile yaklaşan çok sayıda bilim insanı, özellikle de ırk temelinde ayrımcılık ihtimalini gündeme getiriyor. 20. yüzyılda sahte bilimler kullanılarak milyonlarca insanın ölümünden ve mağdur edilmesinden yeterince ders çıkarmadığımız anlaşılıyor.
Aslında bilim dünyasında bu olaya şüphe ile bakanlar da vardı. Ancak insan kafatasına orangutan çenesi öyle ustaca yerleştirilmişti ki aksini iddia etmek mümkün değildi. Onların sahte olduğunu anlamak için yeni teknolojilerin geliştirilmesi gerekiyordu. Nihayet 1953’te kafanın ve çenenin farklı yaşlardaki kemiklerden oluştuğu ispat edilebildi. İbret olsun diye bu sahtekârlık hikayesi ile ilgili belgeler Londra’da (Natural History Museum) saklanıyor.
Arjantin’in başkanı Eva Peron, hikayesini anlatan “Evita” isimli oyun ve film ile meşhur olmuştu. Ondan önce devlet başkanlığı yapan eşi Juan Domingo Peron çok hırslı bir politikacıydı. Alman asıllı Avusturyalı nükleer fizikçi Ronald Richter’in soğuk füzyon teknolojisi ile ucuz enerji üretebileceğini duyunca kolayca inanmıştı. Richter’in çılgın bir bilim insanı tipini sergilediği söylenir. Muhtemelen görüntüsü de onun işlerini kolaylaştırmıştı.
Richter 1949’dan 1951’ye kadar bu iddialı proje üzerinde çalıştıktan sonra başarıya ulaştığını duyurdu. Richter’e madalya ve ödüller verildi. Peron projenin başarılı olduğunu dünyaya ilan etti. Ancak, 1952’de bilim insanlarından oluşan bir komisyon bu projenin tamamen aldatmaca olduğunu ortaya çıkardı. Sahtekâr Richter tamahkâr Peron’u kolayca kandırmıştı. Bu ilginç skandal “Richter” isimli bir opera eserine de esin kaynağı oldu.
Würzburg Üniversitesi Tıp Fakültesi dekanı Prof. Johann B. A. Beringer 1725 yılında Almanya’da yaptığı kazılar sırasında önemli fosiller keşfetmeye başlamıştı. Abartılı heyecanıyla olsa gerek, bulduğu her şeyin gerçek olduğuna inandı. Keşifleri hakkında yazdığı kitap da çok beğenildi.
Aslında birileri kazı bölgesinde bulunan fosiller arasına elleriyle yaptıkları parçaları yerleştirmişti. Bir gün üzerinde isminin yazdığı bir parça ile karşılaştığında aldatıldığını anladı. Ona bu tuzağı kuran meslektaşları belirlendi ve mahkeme tarafından suçlu bulundu.
Prof. Beringer yazdığı kitabı piyasadan toplamaya çalıştı ama başarılı olamadı. Bu süreçte aranan bir esere dönüşen kitabı ölümünden sonra bile basılmaya devam etti. Sahte fosiller (Lügensteine) de bilim tarihinde yerini aldı.
Günümüzde üniversite öğrencilerinin ödevlerini ve tezlerini yazmak için şirketler kuruluyor. Kolay yoldan diploma sahibi olmak isteyenler bu şirketlere sayfa başına yüksek ücretler ödüyor. Ne yazık ki bu sorun kolay çözülecek gibi görünmüyor.
Akademik kariyerde yükselmek için bütün dünyada yayın yapılması beklenir. Ancak son yıllarda bilimsel dergi ve kongrelerin kalitesi ile ilgili tartışmalar başladı. Bazı dergilerin sadece yayın ücreti almak için kalitesiz makaleleri yayınladığı biliniyor. İyi dergilerde yayın yapamayanlar onlara yöneliyor.
Chicago Üniversitesi’nde Prof. Dr. Ufuk Akçiğit tarafından üniversitelerimiz hakkında yapılan çalışma, sorunlarımızı ortaya koyuyor. Türkiye’de makale sayıları artarken yayınların kalitesinin düşmekte olduğu görülüyor. Akademik kriterleri yükseltelim derken kalitesiz dergilere fırsat verdiğimiz ortaya çıkıyor. Aslında seçkin dergilerde az sayıda yayın yapılmasını tercih etmek daha doğru olacak. (ART Notları – Blog – Akademik Yayınlar)
Dünyanın en iyi üniversiteleri arasında bulunan Göttingen Üniversitesi’ne geçenlerde Prof. Dr. Metin Tolan oy birliği ile rektör seçildi. Biz ise Boğaziçi Üniversitesi’ne dışarıdan atanan rektörü öğretim üyelerinin kabul etmek istemediğini görüyoruz. Türkiye’nin en iyi üniversitesinin kapısındaki kelepçeyi ve öğrencilere polisin sert müdahalesini konuşuyoruz. Oysa bu dönemde Prof. Akçiğit’in ve diğer önemli akademisyenlerin üniversitelerimizi geleceğe hazırlamak için yaptıkları önerileri tartışıyor olmamız gerekiyordu.
Etik kelimesi aslında çok kapsamlı bir sahaya işaret eder. Toplum içerisindeki davranışlarımızı olduğu kadar düşüncelerimizi ve etkinliklerimizi sorgulayan bir dizi kural vardır. Bu kuralların bir kısmı yasalar tarafından belirlenir. Oldukça büyük bir kısım ise yasalar tarafından suç sayılmamakla beraber toplum tarafından hoş görülmeyen davranışlar, düşünceler ve etkinlikleri ilgilendirir.
Bu ikinci kısım prensipleri inceleyen bilim dalına etik denir.
Etik kuralları sahadan sahaya farklı noktalarda yoğunlaşırlar. Bilim dünyasındaki etik kavramı ve sorunları “Bilim Etiği” bağlamında toplanabilir. Bilim Akademisinin üç ilkesi olan liyakat, özgürlük ve dürüstlük bilim etiğinin temellerini oluşturur. Biz bilimin bu üç ilke çerçevesinde yürütülmesine inanıyoruz ve bu konuda gerek öğrencileri gerekse de araştırmacıları bilgilendirmek ve yönlendirmek istiyoruz. Bilim Akademisi’nin web sitesinde ve sarkac.org platformunda Bilim Etiği sekmeleri altında hem ulusal ve uluslararası kaynakları topluyoruz hem de değişik bilim etiği sorunları üzerinde düşüncelerimizi paylaşıyoruz.
Sunduğumuz kaynaklardan biri bizim de üyesi olduğumuz ve kısa adı ALLEA olan “All European Academies” tarafından hazırlanan “The European code of conduct for research integrity” isimli doküman. Türkçeye “Araştırmalarda dürüstlük konusunda Avrupa davranış kodu” ismiyle çevrildi . Bu belgede de görülebileceği gibi bilim etiği kavramının önemli bir kısmını araştırmalarda dürüstlük ilkeleri oluşturuyor.
Bu ilkelerin ilki güvenilirlik. Araştırmalarda kullanılan tasarımların, tekniklerin ve analizlerin değişik yöntemlerle doğruluklarının sınanması gerekir. Topluma veya bilim dünyasına açıklanacak bilgilerin güvenilir olması çok önemlidir çünkü bunların üzerine başka araştırmalar yapılacaktır. FAIR girişiminin IR kısmı “Interoperable, reusable” araştırma sonuçlarının her yerde çalışılabilir ve tekrar kullanılabilir olması gerektiğini vurguluyor. Güvenilir olmayan bilginin çok zararları olabilir ve araştırmacılar kendilerini sorumlu hissetmeliler. Güvenilirlik konusunda karşımıza son yıllarda çok çıkan bir kavram ise özensiz araştırma yani “sloppy research”. Bu konuyu başka bir bir yazıda ayrıca tartışacağız.
İkinci ilke dürüstlük. Araştırmanın gelişiminde ve iletişiminde dürüstlük en başta olması gereken prensip olmakla beraber en fazla ihlalini gördüğümüz nokta diyebiliriz. Bu ihlallerin çok çeşitli sınıfları var, Bilim Etiği sekmesinde bir kısmı üzerine görüşler yazıldı ve diğerlerini de yazı dizimizde detaylı tartışmak istiyoruz. Genellikle basında da en fazla ilgi gören bilim etiği konuları bu ihlaller üzerine, özellikle bilinen bir isim işin içerisindeyse. Maalesef dürüst olmayan davranışlara gittikçe daha çok rastlanıyor ama bunları yakalama ve ifşa etme çabaları da benzer bir şekilde artıyor.
Pek çok ahlaki kavram gibi bilimde dürüstlükten sapma bazen bilgisizlik nedeniyle olabilir. Bu konuda toplumun bilinçlendirilmesi konusu Bilim Akademisi’nin görevlerinden birisidir.
Bir diğer ilke ise çalışanlar, toplum, kültürel miras ve çevre arasındaki saygıyı korumak. Bu konuda pek çok değişik sorun ortaya çıkabilir.
Günümüzde en çok rastlanan ve haberi en çok yapılan sorunlardan birisi akademik yöneticilerin astlarına karşı tutumları. “Akademik zorbalık önlenebilir mi?” başlıklı yazımızda anlatıldığı gibi akademik zorbalık olarak tanımlanan bu davranışlar artık ciddi bir bilim etiği sorunu olarak görülüyor. Dünyada çok sayıda akademisyenin bu nedenle yöneticilik görevlerine son verildiği, proje desteklerinin iptal edildiği ve hatta işten el çektirildiğini duyuyoruz. Umarım ülkemizde de bu soruna el atılacağı günler gelecek. Bunlara ek olarak karşı cinsten olan astlara karşı hoş olmayan yaklaşımlar nedeniyle özellikle ABD’de pek çok akademisyen işten uzaklaştırılıyor.
Başkasının fikrini veya işini kullanırken doğru şekilde belirtmek/izin almak, yaptığımız araştırmanın çevreye/insanlığa/canlılar dünyasına/kültürel mirasa etkisi üzerine kafa yormak gibi konular da bu başlık altında yer alır.
ALLEA’nın son ilkesi hesap verebilirlik olarak tanımlanmış. Bu kavramın ülkemize son yıllarda girmiş olduğunu düşünüyorum ve henüz yeterince de üzerinde durulmuyor.
Basit birkaç örnek vermek gerekirse, üniversitelerimizin çoğunda araştırma nedeniyle çok pahalı cihazların alındığını ama bunların büyük bir kısmının değişik nedenlerle kullanılmadığı bilinir. Bu alımları yapan araştırmacıların sorgulanması ve ödeneklerin şeffaf olarak harcanması son derece önemli ve gerek
Başka bir grup örneğe bilimsel makalelerdeki etik ihlallerinin soruşturmalarında rastlanıyor. Araştırmanın yöneticisi olan kişi, kabahati çalışmayı yapan öğrencilerine ve astlarına yıkabiliyor. Hesap verebilme ilkesi araştırmada ismi bulunan herkesin sorumluluğudur, sadece deneyi yapan kişi ile sınırlanamaz.
Bu ilkelerden sapmaların en çok görüldüğü ve duyulduğu olaylar bilimsel makalelerde beliriyor. Bilhassa dürüstlüğe aykırı durumlar makale yazımlarında oluyor. Bilim akademisi olarak bu ve benzeri ihlalleri “Bilim Etiği” kategorisi altında daha detaylı anlatmaya çalışacağız.
Son söz: Tamahkârlar var oldukça sahtekârlar da yaratıcılıklarını sergilemeye devam edecekler.Akademik dünyada hızla yükselmek isteyenlerle hileyle diploma almaya çalışanlar son dönemde kamuoyuna yansıyor. Bu sorunları çözmenin yegane yolu akademik standartların yükseltilmesidir. Üniversiteler yayın kalitesi, intihal ve kopya konularında taviz vermemelidir.Üniversitelerinde Bilimsel hırsızlığın doğal karşılandığı bir ülkenin elbette tüm yaşam alanları soyulacaktır.
Referans:
(*)Osman İnci, “Bilimsel Yayın Etiği İlkeleri.Yanıltmalar,yanıltmaları Önlemeye Yönelik Öneriler”, 2009. https://bit.ly/3jq6B5b
(*)Nazan Özenç Uçak & Hatice Gülşen Birinci,”Bilimsel etik ve intihal”,Türk Kütüphaneciliği 22, 2 (2008), 187-204.https://bit.ly/2MzsQd7
(**) Prof. Dr. Talat Çiftçi. Altınbaş Üniversitesi Rektör Yardımcısı Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi,. Temel Bilimler Bölümü Öğretim Üyesi.“Bilimde sahtekarlık”,T24.07.02.2021.https://bit.ly/2MAXfHY
(***)Prof. Dr. Ersin Yurtsever – Kimya – Koç Üniversitesi Bilim Akademisi Etik Kurulu (Koordinatör)https://bit.ly/39XpzgA
(****) i-Tum arastirmacilarin bakmasi gereken bir site: http://ueam.metu.edu.tr/intihal
ii-Özensiz araştırma – Prof.Dr..Ersin Yurtsever https://bit.ly/2NRUoum
This Post Has 0 Comments