Doğu Hindistan Şirketi, Kurumsal Şiddet ve Bir İmparatorluğun Yağmalanması…
İngiliz Raj’ın Muhasebesi / Bilançosu …
İlk Söz: Küresel güçler; sürdürülebilir refahları İçin, tarih boyunca her zaman kaba kuvvet yoluyla yerküreden daha büyük bir dilim kapma yoluna gitti ve gitmeye de devam ediyorlar. Tüm Dünyada oynan kirli oyun göründüğünden daha karmaşık ve planlı…Çok tehlikeli bir oyun ..Sürdürülebilir Refahları İçin Enerji Savaşları / Bir bölge / Bir Ülke “cambaza bak” ülkesi yapılırken “onlar aslında her yerdeler …
Bir kıssadan bin hisse
“Klee’nin Angelus Novus adlı bir resmi vardır. Bir melek betimlenmiştir bu resimde; meleğin görünüşü, sanki bakışlarını dikmiş olduğu bir şeyden uzaklaşmak ister gibidir. Gözleri, ağzı ve kanatları açılmıştır. Tarihin meleği de böyle gözükmelidir. Yüzünü geçmişe çevirmiştir. Bizim bir olaylar zinciri gördüğümüz noktada, o tek bir felaket görür, yıkıntıları birbiri üstüne yığıp, onun ayakları dibine fırlatan bir felaket. Melek, büyük bir olasılıkla orada kalmak, ölüleri diriltmek, parçalanmış olanı yeniden bir araya getirmek ister. Ama cennetten esen bir fırtına kanatlarına dolanmıştır ve bu fırtına öylesine güçlüdür ki, melek artık kanatlarını kapayamaz. Fırtına onu sürekli olarak sırtını dönmüş olduğu geleceğe doğru sürükler; önündeki yıkıntı yığını ise göğe doğru yükselmektedir. Bizim ilerleme diye adlandırdığımız, işte bu fırtınadır.”[1]https://bit.ly/3IoixSv
Londra’nın bir köşesinde özel bir önemi olmayan küçük bir şirket olarak ortaya çıkan “Doğu Hindistan Şirketi” nin emperryal yolculuğu çok sade, sürükleyici ve yer yer de kara mizaha varan bir dille aktarılan kitabın temel savlarını kısaca tartışmadan vurgulamak gerekiyor. Bir şirketin ‘devlet’e hatta imparatorluğa dönüşmesi, yani, işgal ettiği topraklarda o ülkenin yerlileriyle ‘ordular’ kurması! Belki de insanlığın şu anda içinde bulunduğu tarihsel andan geriye dönük her ayağı yere basan genel muhasebe bu kara mizahi tonu ile algılamak zorunda.olduğumuzu sade bir dille anlatıyor. Bir örnek vermek gerekirse; yazar yapılanların öneminin altını çizerken şunu da eklemekte: “tarihteki en büyük dolandırıcılık / yağmacılık/çökme (ganimet) ” olarak nitelerken yine aynı kara mizahi kitabın tüm satırlarına egemen. Yazarın temel savlarının ortaya koyulmasında bu tarihi ironilerin altını ustalıkla çizdiğini ve bir şirketin nasıl emperyal bir güç haline dönüştüğünün objektif bir perspektifden dile getiriyor. Zira kitap Doğu Hindistan Şirketinin büyümesini anlatırken domino ya da kelebek etkisi gibi “yıkıntıları birbiri üstüne yığan felaketler”i de işaret etmekten geri kalmıyor.
Londra’da küçük bir ofisten yönetilirken binlerce mil ötede bulunan bir imparatorluğu ve sayısız bölgeyi hâkimiyeti altına alan; elli yıl gibi kısa bir süre içerisinde İngiliz ordusundan neredeyse iki katı büyüklüğünde askeri bir güce ulaşan Doğu Hindistan Şirketi’nin 1600’li yıllardan 1800’e kadar Hindistan’ı nasıl sömürdüğününün sıra dışı hikayesini anlatan bir kitap.
Şirket, 17. yüzyılın hemen başında uzun soluklu Hindistan serüvenine başlayan İngiltere menşeli bu şirket, öncelikli olarak daha ılımlı ve kalıcı ticari ilişkilere yönelir. ve kısa zamanda Babürlü sarayında bir etkinlik sahası rlde eder. Sahip olduğu etkinliği ve kazanımlarını korumak için askeri yapılanma politikası güder. Özellikle ticari merkezlerin korunması konusunda hassas bir politika güden şirket, İngiliz askerlerin yanında yine İngiliz subayların emri altında olmak üzere asker ihtiyacını yerli halktan karşılamaya başlar (Sepoylar). iki yüz bin kişilik askerî gücüyle birlikte saldırgan bir güce dönüşür ve1765 yılında Babür imparatorunu esir alarak eyaletlerin yönetimini eline geçirir. 18. ve 19. yüzyıllarda Bengal ve Delhi gibi merkezî bölgeleri ele geçiren Doğu Hindistan Şirketi, zaman içerisinde Hindistan’ın neredeyse tamamını kontrolü altına alır..
Doğu Hindistan Şirketi, ılımlı ve kalıcı ticari ilişkilerden elde ettiği kazanımlarını koruma adına İngiliz subayların emri altında yerli halktan devşirdikleri (Sepoylar) ile iki yüz bin kişilik saldırgan askerî güce nasıl dönüştürdüklerini, yerli işbirlikçi burjuva sınıfı ile Hint halkını tam anlamıyla nasıl köle haline getirdiklerini, 1800 yılına kadar çıkarttıkları iç savaşlarla Dünyanın en zengin ülkesi olan Hindistan’ı, dünyanın en yoksul çaresiz zavallı ülkesi haline nasıl dönüştürdüklerini ve Hindistan’ın bütün zenginliklerini varlıklarını altınlarını, kârlarını 300 yıl boyunca İngiltere’ye nasıl taşıdıklarının ibretlik hikayesi..
1600 yıllarında ilk İngiliz gemiciler Hindistan’a vardığında, Babür Sultanıyla bir kez olsun görüşebilmek için iki yıl kapıda beklemek zorunda kaldıklarını ve gördükleri şatafat ve saltanat manzarası karşısında ağızları açık kaldıklarının altı çiziliyor.. İlk gemiciler Hindistan’a vardıklarında o güne kadar dünya tarihinin gelmiş geçmiş en zengin ülkesiyle karşılaşıyor! Ticaret gibi küçük limanlara yanaşma gibi masum istekler yavaş yavaş büyüyerek toprak isteme , para basma gibi ayrıcalıklara (Kapitülasyonlara) dönüşümünü1800 yılına kadar çıkarttığı iç savaşlarla Hindistan’ı tam anlamıyla köle haline nasıl getirdilerini ve Hindistan’ın bütün zenginliklerini varlıklarını (altınlarını ve kârlarını) nasıl İngiltere’ye taşıdıklarını öğreniyor ve öğrenmekle de kalmayıp bu tarihsel deneyimden ülkemiz adına nasıl bir ders çıkarmamız gerektiğini sorgulayıp “afazi toplum” olmamayı öğreniyoruz….
Kitabın bizce handikapı ( eksikliği) , 1800 yılında bitmesi ve 1857 yılında Hindistan tarihinin en meşhur isyanı ‘sepoy isyanları’nı konu edinmemesi!
İki yüz üç yüz kişilik 20’li 30’lu yaşlarda İngiliz subaylar eşsiz büyüklükteki Babür ordularını nasıl yendi ve yerliler/ Marathalıları nasıl pes ettirdiler?
Hindistan sömürge tarihinin üç kırılma anı var:
i- Doğu Hindistan Şirketi’nin yani bir şirketin ‘devlet’e hatta imparatorluğa dönüşmesi, yani, işgal ettiği topraklarda o ülkenin yerlileriyle ‘ordular’ kurması, para basma ve kendi bayrağına sahip olma gibi imtiyazları elde etmesi !…
ii-, İranlı Nadir Şah’ın Hindistan’ı fethedip yağlaması ve sonrasında ortaya çıkan anarşi ortamından faydalanması!
iii-, Babür Sultanı’nı devirmek isteyen Hintli tefeciler-bankerler Doğu Hindistan Şirketi’nin ordusundan yardım istemesi!
Yerli burjuvanın yabancı bir şirketten büyük paralar karşılığı yardım istemesi, affedilmez sonuçlara sebep olur ve bu ihanet Hindistan’ın üç yüz yıl boyunca sömürülmesinin kapılarını açar!
Doğu Hindistan Şirketi gücü ele geçirince önce iılımlı bir strateji ve taktik izler..Yerli burjuvanın topraklarına el koymadığını ve hatta vergileri dahi onlara toplattırıdığını ancak daha sonra miras yasası çıkartıp toprakların burjuvanın oğullarına geçmesinin önüne geçer!
Toprağından olan soylular ve köylüler ve açlık ve anarşi ve iç savaşlar bir yüzyıl süren ve dünyanın en zengin ülkesi dünyanın en yoksul çaresiz zavallı ülkesi haline dönüştürür!…
Toprağından olmuş köylüler İngiliz ordusuna asker diye yazılır, bunların adına “Sepoy” denilir, kelimenin kökü bizde ki Sipahi’dir! Paralı Hintli asker demektir!
1857 Sepoy ayaklanmasına nedeni ise hala anlaşılamadığını yazar konunun uzmanları., Çünkü milliyetçi Hintliler bu ayaklanmaya “milli isyan”’ adına vermektedirler ancak tarihçiler bu ayaklanmayı “Sepoy ayaklanması” olarak adlandırmaktadırlar!..
“Sepoy ayaklanması” diyenler tezlerini şöyle savunmaktadırlar, “Sepoylar”, İngilizlerden maaşlarını alamadıkları için ayaklandıklarını bazı tarihçiler ise bu sava ek olarak daha da ileri bir sav öne sürerek ” Orduda İngilizler gibi terfi alamadıkları ve emekli maaşları alamadıkları yani ikinci sınıf ırkçı muamele gördükleri için diye savunmalarını daha geniş boyutta dille getirir hatta
“Ve iyi okullarda okuma şansları kalmamış ve meslek ve sanatta ve siyasette üst basamaklara çıkma olanakları ellerinden alınmıştır, diye gider!”
Açlık kıtlık yılları ve topraksız kalan Hintliler için garanti bir çalışma sadece İngiliz ordusuna “asker-sepoy” yazılmak vardır!
“Sepoylar”, sömürge tarihinin en trajik öyküsüdür, düşünün, ülkenizi soyan düşman şirketin ordusundan maaş alıyorsunuz, tam üç yüz yıl!
İşgal ordularından maaş alan Sepoylar’ın akıllarına Hindistan bizim toprağımızdır vatanımızdır cümlesi ancak ” maaşları’” kesildiğinde gelmesi!
Son söz: Gönül isterdi ki, ne onlar bu trajedileri yaşamış olsunlar, ne de biz kendimizi kıssadan hisse çıkarmak zorunluluğu hissettiğimiz bir konumda bulalım.
———————–
Referans:
[1]https://bit.ly/3IoixSv Walter Benjamin, Pasajlar, çev.: Ahmet Cemal (İstanbul: YKY, 1992), 37.
Angelus Novus
Son zamanlarda Paul Klee’nin ‘Angelus Novus’ isimli suluboya çalışması sanat ve düşün tarihi etrafında yeniden konuşulmaya başlandı. Yahudi kökenli ressam Klee’nin savaşın, şiddetin ve Nazizm’in kendisinde bıraktığı acı, şiddet, ölüm ve korkuyu eserlerine taşıması onun tarzının da ekspresyonist, gerçekçi, soyut ve kübist olarak oluşmasına neden olur. En bilinen eserlerinden olan Angelus Novus için Alman düşünür Walter Benjamin, Parıltılar’da, “Klee’nin ‘Angelus Novus’ isimli bir tablosu var. Bakışlarını ayıramadığı bir şeyden sanki uzaklaşıp gitmek üzere olan bir meleği tasvir ediyor: Gözleri fal taşı gibi, ağzı açık, kanatları gerilmiş. Tarihin meleğinin görünüşü de ancak böyle olabilir. Yüzü geçmişe dönük. Bizim bir olaylar zinciri gibi gördüklerimizi, o ayağının ucuna savrulan ve üst üste yıkıntılardan oluşan tek bir felaket olarak görür. Biraz daha kalmak isterdi melek, ölüleri hayata döndürmek, kırık parçaları yeniden birleştirmek… Ama cennetten gelen bir fırtına kanatlarını öyle şiddetli yakalamıştır ki, bir daha kapatamaz onları. Bu fırtına karşı konulmaz bir şekilde meleği, arkasını dönmüş olduğu geleceğe doğru savurmaktadır, önünde kalan yıkıntılar yığını ise göğe doğru yükselmektedir. İşte ilerleme dediğimiz şey, bu fırtınadır” diye bahseder. Sanatçının 1920’de yaptığı bu esere ilk bakışta bu kadar çok anlam atfetmek belki abartı gelebilir, ancak baskıcı yönetim altında kitlelere uygulanan mezalimin yanında Klee’nin akademideki profesörlük görevinden apar topar uzaklaştırılması, yine müzede ki tüm resimlerinin yozlaşmış bir sanatın ifadesi olarak lanse edilmesi ve toplatılmasıyla bir karşı duruş olarak melek tasvirlerine yönelmesi, tarihsel bir anlamı eserin üzerine giydirir.