Skip to content

Üniversitelerin “Ülkeye Kattığı Değer“

  İlksöz:    Çok genel ama akılda kalır olması için kısa not:Üniversite imajı: Nasıl yaratılır?

Akademik hayatın hızla kötüye gidişini ispatlar nitelikte yerel ve küresel çerçevede çok şey sayabilirim. Bilimin kapitalist bir endüstrinin çöp sepetine dönüşmesi ve akademinin avam/alt politikanın oyun oynadığı bir kum havuzu haline gelmesi tam bir felaket. Lakin hiç değişmeyen kötülerden birisi de “bilimsel olacağım kaygısıyla” hiç kimsenin anlayamayacağı bir dille yazılan yazılar. Bence yazanın kendisi de ne dediğini anlamıyor ve birtakım yarı Türkçe kelimeler, sonuna -olojik- ilavesi yapılmış kavramlar, mecburen ilave edilen teorik perspektif adına “o onu dedi, bu bunu dedi” klişeleriyle bilimselcilik oynuyor. Ve tabi bolca index formatları da buna katılıyor. Bilimsel dergilerde yayınlanan yazıların ortalama okuyucusu ise 7 kişi. Özellikle akademi dünyasına yeni giren gençlere kendi anlamadığınız dilde yazı yazmayın ve yazılanı tekrarlamayın demek istiyorum. Bir konuyu gerçekten bilen insan, karşı tarafın anlayacağı şekilde ifade etmeyi, bildirmeyi de bilir. Bilmeyen insansa olabildiğince karmaşıklaştırır ki, olayı anlamadığı anlaşılmasın; anlaşılmazlık dolayısıyla önem kazansın. Bu ara doçentlik jürilerinden ve makale hakemliklerinden bunalan yorgun bir akademisyenin bunaltısı olarak da okuyabilirsiniz bu yazdıklarımı… .

Encyclopedia Britannica, üniversite sözcüğünün kökeninin Latince universitas magistrorum et scholarium sözcüklerinden kaynaklandığını belirtiyor; kabaca eğitmenler ve âlimler topluluğu anlamında…

Bugünkü anlamda üniversitenin ilk nüvesinin 9. yüzyılda Salerno’da (İtalya) bir tıp okulu olarak ortaya çıkmış olduğu düşünülüyor. Daha sonra 11. yüzyılda Bologna, 1150’de Paris ve 11. yüzyılın sonunda Oxford, günümüzün çağdaş üniversitelerinin öncülleri olmuş. 18. yüzyılın sonuna gelindiğinde üniversiteler artık çekirdek bir müfredat çerçevesinde yedi liberal sanat dalında eğitim sunmaktaymış: Gramer, mantık, retorik, geometri, aritmetik, astronomi ve müzik.

1810’a gelindiğinde ise Wilhelm von Humboldt, Berlin Üniversitesi’nin kuruluşuna yol açan üç temel ilkeyi duyurmaktadır: Araştırma ve eğitimin birlikteliği; eğitimin özgürlüğü ve akademinin özerkliği.

Humboldt’un son ilkesi net ve açıktır: Akademik faaliyet, devletlerin kontrolünden ve müdahalelerinden korunmalıdır. Kendisinden kırk sene sonra, 1852’de, John Henry Newman ise üniversiteyi şöyle tanımlamaktadır: “Üniversite, her yerden, her bilim dalından öğrencilerin buluştuğu yerdir. (Orası) Binlerce farklı okulun özgürce katkı sağladığı; aklın özgürce dolaştığı ve paylaşıldığı; buluşların kesinleştirildiği ve mükemmelleştirildiği; yanlışların ortaya çıkarıldığı; aklın akıl ile bilginin bilgiyle çatıştığı yerdir.”

Dolayısıyla çağdaş üniversiteler, insanlığın bin yılı aşkın bilimsel faaliyetlerinden süzülüp gelen ilkelerce biçimlenmiştir. Kısaca anımsayalım:

Çağdaş üniversiteler bilimsel kuşku temelinde çalışır. Hiçbir dogma, hiçbir önyargı, hiçbir koşullandırma üniversiter faaliyeti yönlendiremez. “İnanç” bilime ait değildir, bilimsel olan kuşkudur.

Üniversitelerin zaman ufku hem kısa hem de uzun dönemi kapsar. Üniversiteler, bir yandan öğrencileri toplumun her türlü güncel gereksinimine yanıt verecek şekilde, çağdaş sorunları çözümleyebilecek becerilerle donatarak yetiştirir iken öte yandan da soyutlamalar ve belirsizliklerle yoğrulmuş araştırma alanlarında uzun soluklu, sabır ve cefa gerektiren, sonuçları belki on yıllar sonrasında alınabilecek bilim serüvenlerine girişirler.

Üniversitelerin bilimsel ve eğitsel faaliyetleri bir bütündür; bölünüp parçalanamaz, bir faaliyeti diğerinin önüne geçirilemez; hiyerarşi üniversitenin doğasına aykırıdır. Üniversiteler, ekonomik çıkar ve maliyet ilkelerine göre standartlaştırılmış bir ürün, fikir ya da tasarım peşinde olan işletmeler değildir. Üniversitelerin toplumsal çıktısı çok yönlü olmak zorundadır: Araştırma alanında yepyeni fikirler, daha evvelce hiç dile getirilmemiş, düşünülmemiş bilimsel uğraşlar verilir iken eğitim alanında yepyeni insanlara yeni bilgiler aktarılır, yepyeni beceriler kazandırılır.

Dolayısıyla üniversitelerin temel uğraşı olarak, bilimsel çabanın başarı ölçütü ticari başarı ya da genel olarak ekonomik kazanç değildir.

Bu noktada bir anlam karışıklığının önüne geçmek için açık olmak zorundayım: Üniversiteler “bilimin merkezidir” ama faaliyetleri “inovasyonun merkezi ya da yürütücüsü” anlamına indirgenemez. İnovasyon, kâr amacı güden şirketler kesiminin, bilimsel çabanın sonuçlarını piyasa faaliyetlerine uygulama biçimi olarak ortaya çıkar. Ekonomik getiri amacıyla bilimin uygulanma biçimi üniversitelerin değil, piyasada kazanç-maliyet muhasebesi yapan şirketler kesiminin faaliyetidir ve kesinlikle üniversitenin araştırma önceliğine dönüştürülemez.

Dolayısıyla günümüzde çok popüler medyatik kavramlar olan “inovasyoncu üniversite” ya da “üniversite – sanayi işbirliği” gibi sözcükler, ancak ve ancak bilimsel çabayı odağına alan, özerk yönetimi olan ve bilimsel kuşkuculuğu ön plana koyan gerçek üniversiter çabanın bir uzantısı olarak şirketler kesiminde anlam taşıyabilir. Bilimin yönlendirilmesi veya daha geniş ifadeyle bilimsel çabaya müdahale, ister kâr amacıyla isterse siyasi çıkarlar ya da inançlar biçiminde olsun, üniversitenin özüne aykırıdır.

Üniversiteler dünyanın her ülkesinde olduğu gibi bizim ülkemizde de toplumun en önemli kurumları olmuştur, olagelmiştir. Çünkü üniversiteler toplumun sosyal, siyasal, ekonomik olduğu gibi bilim, teknoloji, katma değer üretimi, çağdaş medeniyet seviyesine erişme, velhasıl topyekûn kalkınmanın tümünü içeren nadir kurumlardır. Toplumun dinamikleridir. 
Üniversiteler, bilginin üretildiği, saklandığı, biriktirildiği ve sonra da o bilginin kullanılarak ete kemiğe büründürüldüğü bu kutsal mekânlar, aynı zamanda demokrasi kültürünün yeşertilip büyütüldüğü mekânlardır. Bu sebepledir ki; üniversitelerin bireyden devlet yönetimine ne kadar basamak var ise hepsine dokunan ve ülke geleceğinin inşası anlamında önemi çok büyüktür 
Üniversitelerin dün de bugün de üç önemli görevi ve misyonu olmuştur. Öğrenci Yetiştirmek, Bilimsel Faaliyetlerde Bulunmak (Bilim Üretmek) ve Toplumun Sorunlarına Çareler aramak. Geçmişten günümüze birçok aşamalardan geçen “üniversite” ler, hep bu üçlüye ilişkin faaliyetlerde bulunmuş ve şekillenmişlerdir..Bu bağlamda; Reklam kampanyaları ile imajı değiştirme gayretleri boşuna çaba…Bu bağlamda; Üniversite Enstitülerinde ki araştırma projelerine sponsor olmamış hiçbir marka, futbol sponsorluğu yapamamalı……Yerel yönetimler de kendi şehirlerinde ki üniversitelerin kalitesinin artmasının şehirlerine getireceği katma değeri hesaba katarak üniversitelere gerekli desteği vermeli….Ülkemizin en önemli sorunlarından birisi İşsizlik değil mesleksizlik..Üniversite kontenjanlarının neden boş kaldığı sorusunun cevabı da burada saklı..Bu sorunun çözümü, İş dünyasına yönelik daha uygun yetkinlik ve beceri bazlı kaliteli eğitim (Metafordan Gerçeğe Üniversite)Türkiye’nin en büyük problemlerden bir taneside Akademik Çalışmaların ülke ekonomisine ( Üretimine ) ne kadar katkı sağladığı ile ilgili..

Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder.” /Kelimeler gördüklerimizi kavrayamıyorsa ya da gördüklerimiz kelimelere sığmıyorsa konuşmak ne işe yarar?

    Ünlü bir bilim adamının notu: “Aslında herkes dahidir. Ama siz kalkıp bir balığı, ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsanız, tüm hayatını aptal olduğuna inanarak geçirir.”/ “Eğitim gerçeklerin öğretilmesi değildir; düşünmek için aklın eğitilmesidir.”/”Eğitimin bütün amacı, aynaları pencereye dönüştürmektir.”

“Üniversite sadece bilim için değildir, aynı zamanda Hak, Hukuk, Adalet ve Cumhuriyet içinde üniversite gereklidir.Üniversite Cumhuriyet’in sahipliğindedir.”Memleket işlerinde, millet işlerinde, gerçek işlerde, duyguya, hatıra, kardeşliğe ve dostluğa bakılmaz. “

“Her memlekette toplumun eğitimsiz katmanlarının nitelikseliz davranışlarda ve tutumlarda bulunması maalesef evrensel bir gerçek..Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız, cehaletin bedeline bakın”

    “Bir kavram ne zaman tehlikeli olur? İçeriği bulanık olduğu halde, herkes bu kavramı bildiğini sanınca.” Sözcük ve kavramların içini boşaltan, altını oyanlara itibar etmeyiniz. Onlarsız da yaparız ama kavram ve sözcüklerden bağımsız varolamayız.Bu bağlamda  hep ama hep aynı soru: Eğitim nedir?;    “Bugün yaşamak azminde bulunan bir milletin, bir cemiyetin çocuklarının talim ve terbiyede yalnız bir maksadı olabilir, bu maksat onları hayata hazırlamaktır.” [Talim ve Terbiye’de İnkılap]. Asıl olan ‘Mektep için mektep’ değil, ‘Hayat için mekteptir’. “Gerçek maarif, gençleri hayat mücadelesinde başarılı olmaları için kuvvetli, maneviyat sahibi, duygulu, müteşebbis (girişimci), kendine güven duyan, dayanıklı ve cesaretli yapmaktır.” [İsmail Hakkı Baltacıoğlu /Terbiye İlmi].

Üniversiteler bir ülke için en önemli eğitim kurumlarıdır. Buradan mezun olanlar toplumun en başta yönetim, siyaset, adalet, ticaret, eğitim, sağlık, emniyet, savunma gibi en temel yaşamsal hizmetlerinde öncelikle üst düzey görev alacak beyin takımını oluştururlar. Bir kısmı da tekrar akademik hayata devam ederek ilim, bilim, sanat ve kültür hayatına değer katarlar. Üniversiteye gelene kadar verilen eğitim de tabi kî çok önemlidir. Anaokulunda ilkokulda, ortaokulda ve lisede çocuklara çok şey öğretmekteyiz.  Üniversiteyi bitiren artık yetişkin diyebileceğimiz gençler evlenecek iş hayatına atılacak yaşa gelmiştir. Üniversiteden mezun olunca verilen diploma aynı zamanda bir unvan ve yetkidir. Bu yetkiyle ister kamuda ister özel sektörde isterse de bağımsız olarak görev yaparak topluma hizmet edebilirler. Hatta bazı mesleklerden mezun olurken yemin ettirirler ki bu zamana kadar öğrendikleriyle etik kuralları çiğnemeden insanlığa hizmet edeceğine en kutsal değerler üzerine söz versin.

Üniversiteler, internet sitelerinden vizyon, misyon, temel değerler ve kalite politikası olarak “evrensel olmak, yenilikçilik, öğrenci merkezli, katılımcı, toplumsal sorumluluk, kaliteli, çevreye duyarlı, hoşgörülü, mükemmeliyetçi, özgürlükçü, etik değerlere bağlı, evrensel hak ve özgürlüklere saygı, bağımsızlık ve özerklik, çoğulculuğa ve çeşitliliğe saygı, şeffaflık ve hesap verebilirlik, yaşam boyu eğitime inanç, akademik özgürlük ve sorumluluk, adalet, itibar, nezaket ve saygıyla davranmak, dünya çapında bir üniversite olmak, vd.” gibi kelime ve cümlelerle kendilerini kurumsal olarak ifade etmektedirler.

Her devlet, toplumunun huzur ve refah içinde yaşamasını temin etmek ister. İdeal bir toplumun öncelikle birbirine saygı gösteren ve toplumsal kurallara uyan bireylerden oluşmasını bekler. Bir anlamda bunu gerçekleştirmek için eğitim müfredatında çeşitli konulara özellikle yer ve önem verilir. Allah’ın insanlara verdiği başta akıl nimetini kullanarak eğitimde her şey açıklanmaya, doğrulara inandırılmaya hatta ödül ve cezayla birazda zor kullanarak insan olma ve insan kalma erdemleri kazandırılmaya çalışılır. Bazı konularda eksik veya yanlış yapıldığında bir şekilde düzeltilebilir telafi edilebilir ama eğitimde yapılacak hatalar yıllar sonra toplumun bozulmasına yol açarak onarılması güç yaralara sebep olabilir..

Eğitimde o kadar çok bilgi öğretmeye çalışıyoruz ki birçoğunu daha okullar bitmeden unutuyor çocuklar. Unutmaması gereken çok önemli hayati şeyleri ise çok kısa özetlesek ve hiç unutmasalar daha iyi olmaz mı? Onlara bazı şifreler versek bunları başları derde girmesin diye hiç unutmasalar ama ihtiyaçları olduğunda hatırlasalar, bunlarla doğru yolları bulsalar ne güzel olurdu. Mesela bu şifreleri şimdilik “akıl, ahlak, adalet, adap, aşk” olarak belirlesek bunları kavratmaya çalışsak. Bu şifrelerle ideal toplumu oluşturup ayakta tutabilir miyiz ki? Özellikle bir “Akıl, Ahlak, Adalet, Adap” kelimelerin sihrini düşünüp araştırdım. Acaba bu kelam-ı kibar (Büyük, akıllı, veli ve meşhur zâtların güzel, veciz ve çok kıymetdâr olan sözleri ve kelâmı.) mıdır kim söylemiş olabilir. Milli kimliğimize dair yazılarında; kadim değerlerimiz “Akıl, Ahlak, Adalet, Adap, Aşk” sözcüklerini 5A ilkeleri olarak çok sayıda kitabın yazarı 2014 yılında edebiyat alanında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünün sahibi Alev Alatlı’nın söyleyip yazdığını tespit ettim. (2)

Ahlâk, ha-la-ka kelimesinden türemiş, din, tabiat, seciyye (karakter) anlamlarına gelir. Ahlâk, insanın yaratılıştan ya da sonra eğitimle kazandığı ruh ve kalp halleri, huylar töre anlamlarına da gelmektedir.(3)  Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) “iman bakımından müminlerin en mükemmeli, ahlâkça en güzel olanlar ve ailesine en güzel davrananlardır” diyerek ahlakın imanla olan ilişkisini ve önemini açıklamıştır. Bir başka tanımda ahlak, insanın iyi veya kötü olarak vasıflandırılmasına yol açan manevi nitelikleri, huyları ve bunların etkisiyle ortaya konan iradeli davranışlar bütünü; bunlarla ilgili ilim dalı. Akıl, insanı diğer canlılardan ayıran ve onu sorumlu kılan temyiz gücü, düşünme ve anlama melekesi. (4) Adalet ise herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı verme, doğruluktur. Adalet, hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması, türe. Adap, töre, yol ve yordam demektir. Aşk, aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, sevi, sevda, amor olarak tanımlanmaktadır.(5)

Üniversite aklın dergâhıdır. Akıl dışı tahakküm ve tek tipleştirme kabul edilemez. Öğrencilerin boyun eğdiği tek otorite bilgi olacaktır. Yükseköğretimde aslolan üstün niteliktir. Niteliği niceliğe feda eden uygulamaları ahlak dışı sayar, popüler ve sıradan olanı değil, emek, adanmışlık, süreklilik neticesinde ulaşılan kazanımları yüceltiriz. Adalet, ülkenin ve dünyanın asıl gündeminden uzak tutulamaz. Dili, dini ve cinsiyeti ne olursa olsun öğrencinin bilgiye eksiksiz ulaşabilmek, alanıyla ilgili veya değil, ilgilendiği konularda bilgilenmek hakkıdır. Adap, bütünlüklü bir yükseköğretim sistemi Osmanlı mirasının reddi üzerinden geliştirilemez. Evrensel, yöntemi itibariyle yerli ve Türkçe bir eğitim modeli benimser. Özetle; üniversite aklın teminatıdır, ahlak, bilimin olmazsa olmazı, adalet, eşitlikçi eğitimin temeli, adap, kadim Türk kültürüne saygıdır.(6)

Üniversitelerde iyi bir eğitimle dünyanın en iyi kimyagerlerini, mühendislerini, doktorlarını ve hukukçularını yetiştirebilirsiniz. Onlara bilimin yanında ahlak ve adalet duygusu verememişseniz bilgilerini insanlığa hizmet ve fayda için değil birilerinin emrinde veya kişisel çıkarlarına kötülük için kullanabilirler. Dünya tarihi bunun sonucunda ortaya çıkan savaşlar, katliamlar ve faciaların binlerce örneğiyle doludur. Nazilerin Yahudileri katletmesi, atom bombasının icadı ve atılması, üniversite mezunu iki kız kardeşin annelerini katletmesi, üniversitede öğretim görevlisini sınav kağıdı için vahşice öldürmesi, vd. gibi olaylar cahil insanlar değil hepsi üniversite okumuş ama eğitim onları kamil insan olmak yerine insanlıktan çıkıp canavarlaşmışlardır. Eğitim insanı öyle değerlerle güçlendirmeli ve geliştirmelidir ki hiçbir dünyanın kıymeti karşısında satın alınamayıp insanlığından uzaklaşmamalıdır.

Akıl çok önemli bir nimet ki bununla ilgili çok şey söylenmiştir. Akıl yoksa cezai ehliyet yok, eğitim yok, canlısınız yaşıyorsunuz belki ama insanı insan yapan belki de en büyük değerimiz. Akıllı olmayan saf ve cahil insan çabuk inanıp kandırılabilir. Değerlerden edep, ahlak, adalet, sevgi ve saygı olmadan yaşamak kişinin insani olandan uzaklaşması anlamına gelir. Büyüklerimizi dinlemek, saygı göstermek,  küçükleri sevmek ve korumak bize çocukluğumuzdan öğretilen törelerimizdendir. Adaletin, ticari ahlakın olmadığı, güvenin tamamen yitirildiği bir piyasada ticaret gelişebilir mi? iş hayatında çalışma olabilir mi?

Liderler, önemli ve büyük insanlar çok çalışmışlardır konuşmuşlardır haklarında da çok şey yazılmıştır fakat akılda kalan kısa net cümlelerle söyledikleri olmuştur. Cumhurbaşkanımızın, 2023 Eğitim Vizyonu tanıtım toplantısında “aklı selim, kalbi selim ve zevki selim (selim: doğru, dürüst, kusursuz) ” gençler yetiştirilmesi gereğinden bahsetmiştir. Akıl sahibi gençleri, aklını kullanarak ilim öğrenmeyi, öğrendiklerini insanlığın hayrına kullanmayı öğretmeliyiz.  Yüce Yaradan’ın insanlara her iki cihanda saadet içinde yaşamaları için bildirdiği kurallara uymayı, insan olmanın idrakinde sorumlu olduğunu düşünebilen, başta insan olmak üzere tüm canlılara karşı adaletle davranabilen, yaradılanı yaradandan ötürü sevebilmeyi içinde yaşadığı toplumun hoş karşılayacağı şekilde terbiyeyi takınabilmeyi öğretebilirsek belki de her şeyi öğretmiş oluruz. İnsanların tüm teknolojik gelişmelerden sonra varacağı ve ihtiyacı olacağı ilk ve son şey yine insanlık olacaktır.

Almanya önderliğinde başlatılan Endüstri 4.0 sonrasında şimdi de Japonlar tarafından Toplum 5.0 kavramı “Toplum için teknoloji” önerisi ortaya atıldı. Toplum 5.0 ile bilgi toplumundan süper akıllı topluma geçişle toplumu dijital dönüşümlere hazırlamak ve yaşlanan dünya nüfusuna karşı çevre kirliliği ve doğal afetlerle de baş ederek yeni sürdürülebilir çözümler üretmektir… Toplum 5.0 odağında sosyal refah ve bireyin mutluluğu var… Küresel bir vizyon olarak yoksulluğun ortadan kaldırılması gerekiyor. (7) Alatlı’nın 5A formülü toplumda kabul görüp uygulamaya geçebilse sıkıntılarımız da azalır sorunlarımız da. Eğitimle diploma yanında bu vasıflara sahip olabilsek hem kendimiz mutlu olur hem de toplumun huzuruna katkımız olurdu.

Büyüklerin söylediği birkaç kelam-ı kibar ile bitirelim. Farabi; “toplum sevgi ile kaynaşır adalet ile yaşar”, İmam Şafi; “nefsini günahtan, fenalıklardan, kötü ahlaktan, korumayan kimseye ilmi fayda vermez.”, Mevlana; “bütün cihanı araştırdım, iyi huydan daha iyi bir liyakat göremedim.”, Ahi Evren; “Hak ile Sabır dileyip bize gelen bizdendir, Akıl ve Ahlâk ile çalışıp bizi geçen bizdendir.”

Yüksek öğretim ile ilgili onemli bir tartışma. Kiraz ve Tuba Ağaçları nazariyeleri gibi.http://econ.st/19ogkDq “
Ülkelerin yüksek öğretime yaptığı harcamaların net ekonomik kayıp ve kazançlarını/ fırsat maliyetlerini …Kısaca üniversitelerin “ülkeye kattığı değerin/ katma değerin” ne olduğunu. sorgulayan bir makale…https://econ.st/1EYb18L

Bütün dünya üniversiteye gidiyor, peki buna gerçekten değiyor mu?
Bütün dünya üniversiteye gidiyor, üniversitelere çok fazla para harcanıyor ve bunun değip değmediği hakkında çok az şey biliniyor. İlk üniversite için para biriktirme belgesi, para toplamak için Harvard Okulundan İngiltere’ye 1643’te gönderildi.
Amerika’nın yüksek eğitim için eski ve sürekli arzusu ona dünyadaki en büyük ve en iyi sermayeli düzeni sağladı. Sürpriz olmayan bir şekilde, daha sonra diğer ülkeler bu örneğe özenerek okulu bırakan insanların daha fazlasını bir üniversite eğitimi almaya gönderdi. Fakat, tıpkı Amerikan düzeninin yayıldığı gibi, bunun harcanan dünya kadar meblağa gerçekten değip değmediği hakkında büyüyen kaygılar var.
Amerikan yöntemi
Modern araştırma üniversitesi, Oxbridge koleji ve Alman araştırma enstitüsünün bir evliliği, Amerika’da icat edildi ve dünya için altın standart haline geldi. Kitle yüksek eğitimi Amerika’da 19. yüzyılda başladı, Avrupa ve Doğu Asya’ya 20. yüzyılda yayıldı ve şimdi Sahra altı Afrikası hariç hemen hemen her yerde mevcut. Küresel üçüncü-derece kayıt oranı (üniversitedeki öğrenci-yaş nüfusunun oranı) 2012’den önceki 20 yılda %14’ten %32’ye çıktı; bu zaman içerisinde, yarıdan fazla orana sahip ülke sayısı beşten 54’e yükseldi. Üniversite kayıt, en son tüketici ürünü arabaya olan talepten bile daha hızlı büyüyor. Diploma isteği anlaşılabilir: bugünlerde onlar yeterli bir iş için bir gereklilik ve orta sınıfa bir giriş bileti.
Geniş oranda, bu büyük talebe cevap vermenin iki yolu var. Birisi, çoğu kurumun eşit kaynak ve konuma sahip olduğu, kıta Avrupası’nın devlet ödenek ve karşılama yaklaşımı. İkincisi ise daha pazar temelli Amerikan örneği, özel-kamu ödenek ve karşılamasının karışımı, üstte parlak, iyi ödenekli kurumlar ile altta daha fakir olanlar bulunuyor.
Dünya Amerikan doğrultusunda hareket ediyor. Daha fazla ülkedeki daha fazla üniversite, öğrencileri harç ücretlerinden sorumlu tutuyor. Ve siyasiler “bilgi ekonomisinin” mümkün olan en iyi araştırmayı gerektirdiğini fark ederken, kamu kaynakları birkaç ayrıcalıklı kuruma odaklanıyor ve dünya sınıfında üniversiteler kurma yarışı şiddetleniyor.
Bazı yönlerde, bu harika. En iyi üniversiteler, dünyayı daha güvenli, zengin ve daha ilginç bir yer yapmış buluşların çoğundan sorumlu. Fakat fiyatlar yükseliyor. OECD ülkeleri GSYİH’nin %1.6’sını yüksek eğitime harcıyor, 2000’de bu oran %1.3’tü. Eğer Amerikan örneği yayılmaya devam ederse, bu oran daha fazla yükselecek. Amerika GSYİH’sinin %2.7’sini yüksek eğitime harcıyor.
Eğer Amerika parasının değerini yüksek eğitimden alıyor olsaydı, iyi olacaktı. Araştırma tarafında, muhtemelen öyle. 2014’te, dünyada en fazla alıntı yapılan araştırma tezlerini üreten 20 üniversiteden 19’u Amerikandı. Fakat eğitimsel tarafta, resim daha bulanık. Amerikan mezunları, uluslararası sayısal ve sözel sıralamalarda zayıf notlar alıyor ve geriliyorlar. Akademik başarının yeni bir çalışmasında, Amerikan öğrencilerinin %45’i üniversitenin ilk iki yılında hiç ilerleme kaydetmedi. Bu sırada, harç ücretleri, gerçek vadede 20 yılda, neredeyse ikiye katlandı. Öğrenci borcu neredeyse 1.2 trilyon dolar ve kredi kartı borcu ile araç kredilerini geride bıraktı.
Bu, üniversiteye gitmenin bir öğrenci için kötü bir yatırım olduğu anlamına gelmiyor. Amerika’da bir lisans derecesi hâlâ getiri sağlıyor, ortalama olarak %15’lik bir geri dönüşü var. Fakat üçüncü derece eğitimdeki büyüyen yatırımın toplum için tümüyle mantıklı olup olmadığı daha bulanık. Eğer mezunlar, kendi çalışmaları onları daha üretken yaptığı için mezun olmayanlardan daha fazla kazanıyorsa, o halde üniversite eğitimi ekonomik büyümeyi artıracaktır ve toplum bunun daha fazlasını istemelidir. Ancak zayıf öğrenci puanları aksini söylüyor. Bu yüzden, işverenlerin ifadesi de bu yönde. Uzman hizmet firmalarının yakın zamandaki bir iyileştirme çalışmasının bulduğuna göre, en saygın üniversitelerden mezun olanları alma sebepleri adayların öğrenmiş olduğu şeyler değil, bu kurumların sıkı seçme yöntemleri. Kısaca öğrenciler, sadece çok özenli bir sıralama işleyişinden geçmek için büyük miktarda tutarlar ödüyor olabilir.
Eğer Amerikan üniversiteleri gerçekten para anlamında fakir ise, bunun sebebi ne olabilir? Temel sebep, sağlık bakımı için olduğu gibi, yüksek eğitim için olan pazarın iyi çalışmaması. Hükümet, üniversiteleri araştırma için ödüllendiriyor, bu yüzden profesörler buna yoğunlaşıyor. Öğrenciler, işverenleri etkileyecek bir kurumdan bir diploma arıyor; işverenler öncelikle bir adayın iştirak ettiği kurumun seçiciliğiyle ilgileniyor. Seçici bir kurumdan bir diplomanın değeri onun az bulunurluğuna bağlı olduğundan beri, iyi üniversiteler daha fazla mezun vermek için az istekli. Ve, eğitimsel verimin berrak bir ölçümünün yokluğunda fiyat, kalite için bir vekil oluyor. Daha fazla masraf oluşturarak, iyi üniversiteler hem gelir hem de saygınlık kazanıyor.
Değeri ne?
Daha fazla bilgi, yüksek eğitim pazarının daha iyi çalışmasını sağlayacaktır. Öğrencilerin final sınavları yanında girecekleri ortak sınavlar, üniversitelerin eğitim verimlerinin kıyaslanabilir bir ölçümünü sağlar. Öğrenciler nerede neyin iyi öğretildiği ve işverenler iş adaylarının ne kadar iyi öğrendiği hakkında daha iyi bir fikre sahip olacaktır.
Kaynaklar, para için değer üreten üniversitelere akacak ve böyle olmayanlardan uzak kalacaktır. Kurumlar öğretmeyi güçlendirmek için bir isteğe sahip olacak ve masrafları kısmak için teknoloji kullanacaklardır. Yüksek öğretimi kökten değiştirme sözünü gerçekleştirmekte şimdiye kadar başarısız olmuş çevrimiçi dersler, daha büyük bir etki yapmaya başlayacaktır. Hükümetin, toplumun yüksek eğitime daha fazla mı yoksa daha mı az yatırım yapması gerektiği hakkında daha iyi bir fikri olacaktır.
Kuşkucu insanlar, üniversite eğitiminin bu yöntemle ölçülmek için çok fazla karışık olduğunu iddia ediyorlar. Şüphesiz 22 yaşındakileri test etmek 12 yaşındakileri test etmekten daha zor. Ancak çoğu bilim dalı, tüm mezunların o konuda bilmesi gereken bir malzeme çekirdeği içeriyor. Daha genel olarak, üniversiteler öğrencilerine eleştirel düşünmeyi öğrettiklerini gösterebilmeli.
Bazı hükümetler ve kurumlar, eğitimsel verimlere ışık tutmaya çalışıyor. Birkaç Amerikan devlet üniversitesi düzeni, mezunlarına halihazırda genel bir test uyguluyor. Test etmek Latin Amerika’da yayılıyor. En önemlisi, ikincil eğitimin PISA değerlendirmelerinin hükümetlere bir şok verdiği OECD de deniyor. Konu bilgisi ve muhakeme yeteneğini test etmek istiyor, ekonomi ve mühendislik ile başlayarak ülkelerin yanı sıra kurumlara not veriyor. Asyalı hükümetler hevesli, çünkü kısmen üniversitelerinin bir kalite ölçümü onlara uluslararası öğrenciler pazarında yardımcı olacak; kazanacağı daha az ve kaybedeceği daha çok şey olan zengin ülkeler değil. Onlardan ödenek ve katılım olmadan, çaba bir işe yaramayacak.
Hükümetlerin bu çabaların arkasında olması gerekiyor. Amerika’nın pazara dayalı, iyi ödenekli, yüksek farklılıklı üniversiteleri, eğer öğrenciler doğru şeyi öğrenirse topluma büyük fayda sağlayabilir. Eğer olmazsa, büyük bir para miktarı boşa gidecek…

Üniversitelerin  özellikle de Türk üniversitelerinin olmazsa olmaz 4A’sı…

Akıl, üniversite aklın teminatıdır

Ahlak, bilimin olmazsa olmazı

Adalet, eşitlikçi eğitimin temeli

Adap, kadim Türk kültürüne saygı

Son Söz:“Üniversitenin amacı herkese eğitim vermek değil. Geleceğin liderlerine çok kaliteli eğitim vermek ve onların lokomotif olmasını sağlamak. Elinizdeki kısıtlı kaynakları ülkeyi ileriye götürecek, ülkede her alanda liderlik yapacak insanlar için kullanmak zorundasınız, Açık öğretim herkese açık. Orada sorun yok. Ama örgün öğretimde 3 milyon 700 bin, 4 milyon üniversite öğrencisine şu anda Türkiye’nin kesinlikle ihtiyacı yok”Gelecekte ihtiyacımız olmayan alanlarda yüksek kontenjan koyuyoruz.Plansız programsız  bir büyüme.

“Yeni Ekonomik Çağ’da “Değerler Sistemini Kurmayı Başaran Kurumlar Kalıcı Olacak” Değerler sistemini kurmayı başaran kurumlar sürdürülebilir olacak.Dünya, şu na kadar hiç tecrübe etmediğimiz ve mevcut tecrübemizle de baş edemediğimiz kadar oynak, belirsiz, karmaşık ve muğlak  Yeni ekonomik çağ benzersiz kaynakların ve teknolojik ilerlemenin çağı olmakla birlikte, bir yandan da güvensizlik çağı olarak tanımlanıyor… Böyle bir ortamda yeni yöntemlere, yeni iş modellerine ve yeni iş stratejilerine ihtiyacımız olduğu çok açık. “Değerler Sistemi ”  kurumların doğrudan iş modellerini ve iş stratejilerini etkiliyor. Kurumların hayatta kalabilmeleri için risklerini uzun vadede yönetmeleri gerekiyor, sorumlu iş yapma, entelektüel kapasite ve şirket kültürü önem taşıyor. `Değerler sistemi`ni kurmayı başaran kurumların, paydaşlarıyla etkili bilgi paylaşımını ve iletişimi yönetebilecekleri bekleniyor. “Değer Yaratan Bilgi` paylaşımı Kurumlardan tüm paydaşları için nasıl değer yarattıklarını açıklamaları beklenirken `değer yaratan bilgi`nin üretilmesi ve paydaşlarla buluşturulması çok daha fazla önem kazanıyor.

Sağlıcakla kalın…

Yüreği

“Berkehan

ve Bilgehan Deniz”

kadar temiz tüm insanların, 

günleri hep aydınlık olsun!

Yüreklerindeki sevgi daim olsun!

****************************************************

  • YÖK verilerine göre, Türkiye’de 3’ü pasif olmak üzere toplam 203 üniversite var. Bunların 129’u devlet üniversitesi, 74’ü vakıf üniversitesi. Ayrıca 4 tane de vakıf meslek yüksek okulu bulunuyor. Bu üniversitelerdeki öğretim elemanlarının toplam sayısı ise 179 bin 685. Bunların 30 bin 562’si profesör, 17 bin 778’i doçent, 41 bin 508’i doktor öğretim üyesi, 38 bin 289’u öğretim görevlisi, 51 bin 548’i araştırma görevlisi.bulunmakta.Son YÖK raporuna göre 21 tane ‘üniversitede’ hiç uluslararası etkinlik düzenlenmemiş. Yine 21 tane üniversitede hiçbir sosyal sorumluluk projesi yapılmamış. 65 tane üniversitede öğrenciler hiç endüstriyel proje yönetmemiş. 6 üniversitede öğrenci başına düşen kitap sayısı, kütüphanede, birin altında. Kitaptan çok öğrenci var. 22 üniversitede öğrenci başına düşen e-yayın sayısı birin altında. 88 üniversitenin olumlu sonuçlanan patent, faydalı model ve tasarım sayısı koskoca bir sıfır. 28 üniversite TÜBİTAK’ın araştırma burslarından hiç faydalanmamış. 32 tane üniversitenin uluslararası ve ulusal kuruluşlar tarafından desteklenen AR-GE projesi sayısı sıfır. 160 üniversitenin laboratuvarlarında AR-GE, inovasyon ve ürün geliştirme kapsamında sunulan hizmet sayısı sıfır.”
  • “Makale sayımız artıyor. 2013’te 26 bin iken 2016’da 36 bini aştı. Ama çoğu etki düzeyi düşük dergilerde yayımlanıyor ve atıf almıyor. Her bilim alanında etki değeri en yüksek olan ilk yüzde 25’lik dilime giren dergilerde yayımlanan makalelerin dünya ortalaması yüzde 44 iken, Türkiye kaynaklı makalelerde bu oran yüzde 21. En düşük dilime giren makalelerin dünya ortalaması yüzde 20’nin altında iken bu rakam Türkiye için yüzde 34. Türkiye üniversitelerinden çıkan makalelerin çoğu en alt dilimdeki dergilerde yayımlanıyor.“https://goo.gl/mubz4D / https://goo.gl/y8bfWH / https://goo.gl/LRfUJdhttps://e
https://bit.ly/33RIoyJ

Comments

This Post Has 0 Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Previous
Next
Back To Top