Skip to content

Muhasebe Standartlarının Eleştirel Paradoksu: Şirket Kapitalizmi, Sürdürülebilirlik ve Türkiye Perspektifinde Ontolojik Bir İnceleme

Muhasebe Standartlarının Eleştirel Paradoksu: Şirket Kapitalizmi, Sürdürülebilirlik ve Türkiye Perspektifinde Ontolojik Bir İnceleme”

The Critical Paradox of Accounting Standards: An Ontological Examination of Corporate Capitalism, Sustainability, and the Turkish Contex

Prof. Dr.Orhan ELMACI

oelmaci@gmail.com

 Orcıd: 0000-0002-7137-6211;

Abstract
This study critically examines the International Accounting Standards Board’s (IASB) standards from an ontological perspective, focusing on global imperialism, sustainability, and the Turkish context. It argues that IASB standards reflect the market-oriented and shareholder value maximization principles of Anglo-Saxon financial systems while neglecting the economic and cultural dynamics of developing countries. The study aims to reveal how these standards prioritize global capital interests and fall short in addressing sustainability and planetary boundaries. Employing a qualitative approach, it uses literature review, case study analysis, and ontological analysis. Findings indicate that IASB standards are limited in reflecting environmental and social responsibilities, with these shortcomings exacerbated by local dynamics in Turkey. The study proposes a more equitable and sustainable accounting framework.
Keywords: IASB, Global Imperialism, Sustainability, Planetary Boundaries, Turkey

Öz

Bu çalışma, Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu’nun (IASB) standartlarını küresel emperyalizm, sürdürülebilirlik ve Türkiye bağlamında ontolojik bir perspektiften eleştirel bir şekilde incelemektedir. IASB standartlarının Anglo-Sakson finansal sistemlerin piyasa odaklı ve hissedar değeri odaklı değerlerini yansıttığı, ancak gelişmekte olan ülkelerin ekonomik ve kültürel dinamiklerini göz ardı ettiği savunulmaktadır. Çalışma, bu standartların küresel sermayenin çıkarlarını önceliklendirdiğini, sürdürülebilirlik ve gezegensel sınırlar bağlamında yetersiz kaldığını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Nitel bir yaklaşımla yürütülen çalışma, literatür taraması, vaka analizi ve ontolojik analiz yöntemlerini kullanmaktadır. Bulgular, IASB standartlarının çevresel ve sosyal sorumlulukları yansıtmada sınırlı olduğunu ve Türkiye’de bu eksikliklerin yerel dinamiklerle derinleştiğini göstermektedir. Çalışma, daha adil ve sürdürülebilir bir muhasebe çerçevesi önerir.
Anahtar Kelimeler: IASB, Küresel Emperyalizm, Sürdürülebilirlik, Gezegensel Sınırlar, Türkiye

Giriş

Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu (IASB), küresel finansal raporlama standartları geliştirerek şirketlerin finansal tablolarında karşılaştırılabilirlik, şeffaflık ve tutarlılık sağlamayı hedeflemektedir. Ancak bu standartlar, yalnızca teknik düzenlemeler olarak değil, aynı zamanda küresel ekonomik düzenin şekillenmesinde ideolojik bir rol oynayan araçlar olarak değerlendirilmektedir. IASB’nin standartları, Anglo-Sakson finansal sistemlerin değerlerini (örneğin, piyasa odaklılık ve hissedar değeri maksimizasyonu) yansıtırken, gelişmekte olan ülkelerin ekonomik ve kültürel dinamiklerini sıklıkla göz ardı etmektedir (Gray, 2010, s. 48). Bu durum, muhasebe standartlarının küresel sermayenin çıkarlarını önceliklendiren bir mekanizma olarak işlev gördüğü eleştirisini beraberinde getirmektedir.

Bu çalışma, IASB standartlarını küresel emperyalizm perspektifinden inceleyerek, bu standartların sürdürülebilirlik ve gezegensel sınırlar bağlamındaki etkilerini analiz etmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, şu temel sorular etrafında şekillenmektedir:

        i- IASB standartları, küresel sermayenin çıkarlarını nasıl önceliklendirmektedir?

       ii-Entegre raporlama ve sürdürülebilirlik standartları, çevresel ve sosyal sorumlulukları ne ölçüde yansıtmaktadır?

       iii-Gezegensel sınırlar çerçevesinde mevcut standartların eksiklikleri nelerdir ve bu eksiklikleri gidermek için hangi alternatif yaklaşımlar geliştirilebilir?

Bu sorular, muhasebe standartlarının yalnızca finansal bir araç olmadığını, aynı zamanda ekonomik, sosyal ve çevresel etkileri şekillendiren bir güç olduğunu ortaya koymayı hedeflemektedir. Çalışma, mevcut standartların eleştirisiyle birlikte, daha adil ve sürdürülebilir bir muhasebe sistemine yönelik öneriler sunmaktadır.

1. Küresel Muhasebe Standartlarının Emperyalist Etkileri

Uluslararası muhasebe standartları, şirketlerin finansal performanslarını standartlaştırmanın ötesinde, küresel ekonomik düzenin hegemonik yapısını güçlendiren bir rol oynamaktadır. IASB tarafından geliştirilen Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (IFRS), çok uluslu şirketlerin finansal raporlamalarını kolaylaştırırken, gelişmekte olan ülkelerin yerel muhasebe uygulamalarını ve ekonomik modellerini marjinalize etmektedir (Unerman, Bebbington ve O’Dwyer, 2018, s. 499). Bu durum, ekonomik sömürgecilik olarak tanımlanabilecek bir süreçte, yerel ekonomilerin küresel sermaye piyasalarına entegre olmasını zorunlu kılmaktadır.

IFRS’nin Batı merkezli finansal sistemlere dayalı olması, gelişmekte olan ülkelerde ekonomik ve kültürel bağlamların göz ardı edilmesine yol açmaktadır. Örneğin, IFRS’nin gerçeğe uygun değer muhasebesi yaklaşımı, piyasa odaklı ekonomiler için uygun olsa da, tarım veya küçük ölçekli işletmelerin ağırlıkta olduğu ekonomilerde uygulanabilirliği sınırlıdır (Gray, 2010, s. 50). Bu standartlar, yerel işletmelerin finansal raporlama kapasitelerini zorlayarak, küresel sermayenin çıkarlarını önceliklendiren bir yapı oluşturmaktadır.

Ayrıca, IASB’nin yönetim yapısı ve standart belirleme süreci de eleştirilmektedir. IASB, ağırlıklı olarak küresel Kuzey’deki finansal kurumlar ve büyük denetim firmaları tarafından domine edilmektedir. Bu durum, standartların küresel Güney’in ihtiyaçlarını yeterince yansıtmadığını göstermektedir (Milne ve Gray, 2013, s. 14). Sonuç olarak, muhasebe standartları, ekonomik güç ilişkilerini pekiştiren ve küresel sermayenin hegemonik yapısını destekleyen ideolojik araçlar olarak değerlendirilmelidir.

2. Entegre Raporlama ve Sürdürülebilirlik Standartlarının Eleştirisi

Entegre raporlama, şirketlerin finansal olmayan (çevresel ve sosyal) etkilerini finansal bilgilerle birleştirerek raporlamasını teşvik eden bir yaklaşımdır. IFRS Sürdürülebilirlik Açıklama Standartları (IFRS Foundation, 2021), bu bağlamda şirketlerin çevresel ve sosyal sorumluluklarını raporlamasını teşvik etmeyi amaçlamaktadır. Ancak bu standartlar, genellikle şirketlerin itibar yönetimi stratejisi olarak kullanılmakta ve gerçek anlamda sürdürülebilirlik hedeflerinden uzaklaşmaktadır (Milne ve Gray, 2013, s. 15).

Örneğin, entegre raporlama çerçevesi, şirketlerin çevresel etkilerini (örneğin, karbon emisyonları veya su kullanımı) raporlamasını teşvik etse de, bu raporlamalar genellikle yüzeysel kalmakta ve standartlaştırılmış metriklerin ötesine geçememektedir. Şirketler, bu raporları “yeşil yıkama” (greenwashing) aracı olarak kullanarak, çevresel ve sosyal sorumluluklarını yerine getirmiş gibi görünmektedir. Bu durum, sürdürülebilirlik kavramının içinin boşaltılmasına ve şirketlerin yalnızca yasal zorunlulukları yerine getirmekle yetinmelerine yol açmaktadır (Unerman, Bebbington ve O’Dwyer, 2018, s. 501).

Ayrıca, entegre raporlamanın gönüllülük esasına dayanması, standartların bağlayıcılığını azaltmaktadır. Şirketler, yalnızca olumlu etkilerini raporlama eğiliminde olup, olumsuz etkilerini gizleyebilmektedir. Bu durum, sürdürülebilirlik standartlarının, çevresel ve sosyal sorumlulukları tam anlamıyla yansıtmada yetersiz kaldığını göstermektedir. Daha etkili bir raporlama için, bağlayıcı standartlar ve bağımsız denetim mekanizmaları geliştirilmesi gerekmektedir.

3. Gezegensel Sınırlar ve Muhasebe Standartlarının Yetersizliği

Gezegensel sınırlar kavramı, insan faaliyetlerinin doğa üzerindeki etkilerini belirli eşiklerle sınırlamayı hedefler. Rockström ve diğerleri (2009, s. 473), iklim değişikliği, biyoçeşitlilik kaybı ve su döngüsü gibi dokuz temel sınır tanımlamış ve bu sınırların aşılmasının ekosistemler üzerinde geri dönüşü olmayan etkiler yaratabileceğini belirtmiştir. Ancak mevcut muhasebe standartları, bu sınırları dikkate almada yetersiz kalmaktadır.

Örneğin, IFRS standartları, şirketlerin çevresel etkilerini (örneğin, karbon emisyonları veya atık üretimi) finansal tablolara entegre etmeyi zorunlu kılmaz. Çevresel maliyetler, genellikle “dışsallık” olarak değerlendirilmekte ve finansal raporlamanın dışında bırakılmaktadır (Unerman, Bebbington ve O’Dwyer, 2018, s. 502). Bu durum, şirketlerin çevresel zararlarını gizlemesine olanak tanırken, finansal performanslarının gerçek maliyetlerini yansıtmamaktadır. Örneğin, bir enerji şirketinin yüksek karlılık raporlaması, çevresel tahribatın maliyetini dışsallaştırdığı için yanıltıcı olabilir.

Ayrıca, mevcut standartlar, gezegensel sınırlarla uyumlu bir raporlama çerçevesi sunmamaktadır. Örneğin, karbon ayak izi veya biyoçeşitlilik kaybı gibi metrikler, finansal tablolarda sistematik bir şekilde yer almamaktadır. Bu yetersizlik, şirketlerin sürdürülebilirlik iddialarının gerçeklikle örtüşmemesine neden olmakta ve küresel ekolojik krizlerin çözümüne katkı sunmamaktadır. Gezegensel sınırlar çerçevesinde muhel hesap verebilirlik mekanizmalarının muhasebe sistemlerine entegre edilmesi, yalnızca şirketlerin değil, tüm ekonomik sistemin sürdürülebilirlik sınırları içinde kalmasını sağlamak adına kritik bir adımdır. Bu bağlamda, klasik finansal muhasebe modellerinin ötesine geçilerek çevresel zararların parasal değeriyle ifade edilmesi, “doğa muhasebesi” gibi alternatif yaklaşımların sistematik olarak benimsenmesi gerekmektedir (Bebbington & Larrinaga, 2014, s. 396).

4. Alternatif Muhasebe Yaklaşımları ve Yerel Dinamiklerin Önemi

Günümüz muhasebe düzenlemeleri, genellikle kapitalist üretim ilişkilerinin hizmetinde şekillenmiş, soyut ve evrensel varsayımlara dayalıdır. Ancak bu anlayış, farklı kültürel, çevresel ve ekonomik bağlamları dışlayarak muhasebeyi homojenleştiren bir araç haline getirmiştir. Oysa ki, “yerelleştirilmiş muhasebe” ya da “toplum temelli muhasebe” yaklaşımları, yerelin özgün ihtiyaçlarını gözeten, kültürel kodlarla uyumlu bir bilgi üretim sürecini mümkün kılabilir (Cooper & Morgan, 2013, s. 16).

i-Kültürel Muhasebe Perspektifi: Her toplumun değerleri, doğayla ilişkisi ve ekonomik yaşamı farklıdır. Örneğin, Güney Afrika’da kullanılan ubuntu felsefesine dayalı muhasebe modelleri, bireysel çıkarların ötesinde topluluk çıkarlarını ön plana çıkararak sosyal sorumluluğu merkeze alır (Bakre, 2014, s. 270). Bu tür uygulamalar, muhasebenin sadece sayılarla değil, ahlaki sorumlulukla da şekillenmesi gerektiğini gösterir.

ii-Ekososyal Muhasebe: Bu yaklaşım, klasik bilanço ve gelir tablolarına doğa varlıklarının tükenmesini, ekolojik ayak izlerini ve toplumsal etkileri dahil eder. Örneğin, triple bottom line (üçlü sonuç çizgisi) modeli; finansal kârlılığın yanında çevresel ve sosyal etkilerin de hesaplanmasını önerir (Elkington, 1998). Ancak bu modelin pratikte yüzeysel kalmaması için güçlü etik çerçevelerle desteklenmesi gerekir.

iii-Katılımcı Muhasebe: Toplumun farklı kesimlerinin (örneğin yerel halk, işçiler, çevre örgütleri) muhasebe süreçlerine katılımını sağlayarak, daha adil ve şeffaf raporlama modelleri oluşturmak mümkündür. Bu modelde bilgi, yalnızca yatırımcıya değil, tüm paydaşlara karşı sorumlu bir biçimde sunulur (Brown & Dillard, 2015, s. 290).

Bu alternatif yaklaşımlar, mevcut sistemin eleştirel bir yeniden inşasını mümkün kılar. Dolayısıyla, yalnızca teknik değil, aynı zamanda etik, sosyal ve ekolojik temellere dayalı bir muhasebe anlayışı geliştirmek elzemdir.

5. Türkiye Perspektifinde Ontolojik Analiz

Türkiye’de Uluslararası Finansal Raporlama Standartları’na (IFRS) geçiş, 2000’li yıllarda neoliberal politikalarla hızlanmış, Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu (KGK) tarafından zorunlu kılınmıştır. Ancak bu süreç, yerel ekonomik ve kültürel dinamiklerle ciddi bir ontolojik gerilim yaratmıştır. Ontolojik olarak, muhasebe standartları, ekonomik gerçekliği küresel sermayenin piyasa odaklı değerleri üzerinden inşa ederken, Türkiye’nin KOBİ ağırlıklı ekonomik yapısı, düşük finansal okuryazarlık düzeyi ve aile işletmelerinin kısa vadeli kâr odaklı yaklaşımları bu inşa süreciyle çatışır (Hines, 1988: 252). Bu bölüm, IASB standartlarının Türkiye bağlamında nasıl bir ontolojik paradoks yarattığını, yerel dinamiklerin bu gerilimi nasıl derinleştirdiğini ve sürdürülebilirlik ile gezegensel sınırlar açısından ortaya çıkan sonuçları derinlemesine analiz eder.

5.1 Yerel Ekonomik Yapı ve IFRS’nin Uygulanabilirlik Sorunları

Türkiye ekonomisi, büyük ölçüde küçük ve orta büyüklükte işletmeler (KOBİ) tarafından domine edilir; bu işletmeler, toplam istihdamın yaklaşık %75’ini ve katma değerin %50’sinden fazlasını sağlar (Akın, 2015: 50). Ancak, IFRS’nin karmaşık raporlama gereklilikleri, KOBİ’lerin sınırlı finansal kaynakları ve teknik uzmanlık eksiklikleriyle uyumsuzdur. Örneğin, üretim sektöründeki bir KOBİ’nin vaka analizi, IFRS’ye uyum için gerekli yazılım ve danışmanlık maliyetlerinin, işletmenin yıllık kârının önemli bir kısmını tükettiğini göstermiştir. Bu durum, KOBİ’lerin çevresel veya sosyal etkileri raporlamaya kaynak ayırmasını neredeyse imkânsız hale getirir, böylece sürdürülebilirlik hedefleri arka planda kalır (Mont & Plepys, 2008: 535).

Hines’ın (1988: 260) inşacı ontoloji anlayışına göre, muhasebe, ekonomik gerçekliği nesnel bir şekilde temsil etmez; aksine, belirli ideolojik varsayımlar üzerinden inşa eder. Türkiye’de, IFRS’nin piyasa odaklı değerleme yaklaşımları (örneğin, gerçeğe uygun değer muhasebesi), yerel piyasaların volatilitesi ve KOBİ’lerin düşük finansal okuryazarlık düzeyi nedeniyle uygulanabilirlik sorunlarıyla karşılaşır. Sayer’in (2000: 47) gerçekçi yaklaşımı, bu gerilimin, muhasebe standartlarının yerel bağlamlardan kopuk evrensel bir çerçeve dayatmasından kaynaklandığını öne sürer. Örneğin, tarım sektöründeki bir aile işletmesinin vaka analizi, IFRS’nin varlık değerleme kurallarının, yerel tarım piyasalarının döngüsel doğasına uygun olmadığını ve işletmenin finansal raporlamada yanıltıcı sonuçlarla karşılaştığını ortaya koymuştur.

5.2 Aile İşletmeleri ve Kısa Vadeli Kâr Odaklılık

Türkiye’nin ekonomik yapısında aile işletmeleri, kültürel ve sosyal dinamiklerin önemli bir bileşenidir. Bu işletmeler, genellikle kısa vadeli kâr maksimizasyonu ve aile çıkarlarını koruma odaklı bir yönetim anlayışına sahiptir. Chiapello ve Boltanski (2005: 75), kapitalizmin yeni ruhunun, bu tür pragmatik ve bireyci yaklaşımları meşrulaştırdığını savunur. Ancak, IFRS’nin uzun vadeli şeffaflık ve sürdürülebilirlik hedefleri, bu kültürel eğilimle çatışır. Örneğin, tekstil sektöründeki bir aile işletmesinin vaka analizi, IFRS’ye uyum sürecinde çevresel etkilerin (örneğin, su kullanımı veya atık yönetimi) raporlanmasının tamamen ihmal edildiğini, çünkü işletmenin önceliğinin kısa vadeli nakit akışı olduğunu göstermiştir.

Tinker (1985: 118), muhasebenin bu tür yerel pratikleri dışsallaştırarak kapitalist sistemin ideolojik hegemonyasını pekiştirdiğini belirtir. Türkiye’de, aile işletmelerinin IFRS’ye uyum çabaları, genellikle yüzeysel bir uyumla sınırlı kalır; bu, ontolojik olarak, muhasebenin ekonomik gerçekliği yerel değerlerden ziyade küresel sermaye lehine inşa ettiğini gösterir. Bu durum, sürdürülebilirlik ve gezegensel sınırlar bağlamında ciddi bir eksiklik yaratır, çünkü aile işletmeleri, çevresel ve sosyal sorumlulukları raporlamada gönüllü bir yaklaşım benimsemek yerine, yalnızca yasal zorunluluklara odaklanır.

5.3 Sürdürülebilirlik Raporlamasında Sembolik Yaklaşımlar

Türkiye’de büyük işletmelerin sürdürülebilirlik raporlamaları, genellikle sembolik bir düzeyde kalır. Borsa İstanbul’un Sürdürülebilirlik Endeksi’ne katılan şirketler, çevresel etkileri (örneğin, karbon emisyonları) raporlasa da, bu raporlamalar genellikle paydaş beklentilerini karşılamak için yüzeysel bir çaba olarak kalır (Akın, 2015: 48). Örneğin, enerji sektöründeki bir şirketin vaka analizi, karbon emisyonlarının raporlanmasının yalnızca gönüllü bir uygulama olduğunu ve bu raporlamanın gezegensel sınırlar bağlamında (örneğin, iklim değişikliği eşikleri) anlamlı bir etki yaratmadığını göstermiştir (Rockström et al., 2009: 473).

Raworth’un (2017: 46) Donut Ekonomisi çerçevesi, ekonomik faaliyetlerin gezegensel sınırlar içinde kalmasını ve sosyal adaleti sağlamasını önerir. Ancak Türkiye’de, finans sektöründeki bir bankanın vaka analizi, çevresel etkilerin raporlanmasında olumlu verilerin vurgulandığını, ancak sosyal etkilerin (örneğin, çalışan hakları veya toplumsal eşitsizlik) büyük ölçüde ihmal edildiğini ortaya koymuştur. Bu, muhasebe uygulamalarının sürdürülebilirlik idealiyle arasındaki yapısal uyumsuzluğu yansıtır. Ontolojik olarak, bu sembolik raporlamalar, ekonomik gerçekliğin küresel sermaye ve kurumsal imaj lehine inşa edildiğini, yerel sosyal ve çevresel gerçekliklerin ise dışsallaştırıldığını gösterir (Hines, 1988: 252).

5.4 Düzenleyici Zayıflıklar ve Finansal Okuryazarlık Sorunları

Türkiye’de sürdürülebilirlik raporlamasının gönüllülük esasına dayanması ve düzenleyici çerçevelerin zayıflığı, ontolojik gerilimi derinleştirir. KGK, IFRS’ye uyumu zorunlu kılmış, ancak çevresel ve sosyal etkilerin raporlanmasını zorunlu kılan bir çerçeve geliştirmemiştir. Sikka ve Willmott (2010: 344), bu tür düzenleyici zayıflıkların, muhasebenin küresel sermayenin çıkarlarını koruyan bir araç olarak işlev görmesini kolaylaştırdığını savunur. Örneğin, üretim sektöründeki bir KOBİ’nin vaka analizi, işletmenin IFRS’ye uyum için harcadığı kaynakların, çevresel raporlama gibi gönüllü uygulamalara ayrılabilecek bütçeyi kısıtladığını göstermiştir.

Düşük finansal okuryazarlık düzeyi, özellikle KOBİ’ler arasında, IFRS’nin uygulanabilirliğini daha da zorlaştırır. Türkiye’de muhasebe meslek mensuplarının ve işletme yöneticilerinin sürdürülebilirlik ve entegre raporlama konusundaki farkındalığı sınırlıdır. Bu durum, muhasebenin yerel bağlamda yalnızca bir uyum aracı olarak algılanmasına ve gezegensel sınırlar gibi kritik meselelerin göz ardı edilmesine neden olur. Sayer’in (2000: 45) gerçekçi yaklaşımı, bu sorunun, muhasebe standartlarının yerel bilgi ve pratiklerle uyumsuzluğundan kaynaklandığını öne sürer.

5.5 Ontolojik Dönüşüm için Öneriler

Türkiye’de IASB standartlarının ontolojik dönüşümü, yerel dinamiklere uygun düzenleyici reformlar ve eğitimle desteklenmelidir. İlk olarak, KGK, çevresel ve sosyal etkilerin raporlanmasını zorunlu kılan bağlayıcı standartlar geliştirmelidir. Örneğin, karbon muhasebesi gibi uygulamalar, enerji sektöründeki şirketlerin emisyonlarını finansal tablolara entegre etmesini sağlayabilir (Bebbington & Larrinaga, 2014: 396). İkinci olarak, muhasebe eğitimine gezegensel sınırlar ve sosyal sorumluluk perspektifleri eklenmelidir. Üniversiteler, muhasebe müfredatını Raworth’un (2017) Donut Ekonomisi gibi çerçevelerle zenginleştirerek finansal okuryazarlık düzeyini artırabilir.

Üçüncü olarak, katılımcı muhasebe modelleri, yerel toplulukların raporlama süreçlerine dahil edilmesiyle şeffaflığı artırabilir. Örneğin, çevre örgütlerinin enerji sektöründeki şirketlerin raporlama süreçlerine katılımı, gezegensel sınırlara yönelik daha anlamlı raporlamalar sağlayabilir (Brown & Dillard, 2015: 290). Son olarak, KOBİ’lere yönelik basitleştirilmiş IFRS çerçeveleri geliştirilerek, yerel ekonomik yapının ihtiyaçlarına uygun çözümler sunulabilir. Bu öneriler, muhasebenin Türkiye’de yalnızca küresel sermayenin bir aracı olmaktan çıkarak, yerel sosyal ve çevresel gerçeklikleri yansıtan bir mecra haline gelmesini sağlayabilir.

Türkiye’de IFRS’nin uygulanması, küresel standartlarla yerel dinamikler arasında derin bir ontolojik gerilim yaratır. KOBİ’lerin sınırlı kaynakları, aile işletmelerinin kısa vadeli kâr odaklılığı, düzenleyici zayıflıklar ve düşük finansal okuryazarlık, bu gerilimi derinleştirir. Vaka analizleri, büyük işletmelerin sembolik sürdürülebilirlik raporlamalarına ve KOBİ’lerin uygulama zorluklarına işaret eder. Ontolojik olarak, muhasebe, ekonomik gerçekliği küresel sermaye lehine inşa ederken, yerel sosyal ve çevresel gerçeklikleri dışsallaştırır. Bu paradoksu aşmak için, düzenleyici reformlar, eğitim ve katılımcı modellerle desteklenen bir ontolojik dönüşüm gereklidir.

 Sonuç

Uluslararası Muhasebe Standartları, finansal şeffaflık ve karşılaştırılabilirlik hedefiyle geliştirilmiş olsa da, günümüzde bu standartlar, küresel sermayenin çıkarlarını önceleyen ve yerel gerçeklikleri dışlayan bir araç haline gelmiştir. Entegre raporlama ve sürdürülebilirlik odaklı girişimler ise, çoğu zaman şekilci bir anlayışla sınırlı kalmakta; şirketlerin itibar yönetimi için kullanılan “yeşil bir makyaj” işlevi görmektedir.

Gezegensel sınırlar gibi bilimsel verilere dayalı ekolojik eşikler, muhasebe sistemlerinin yeniden yapılandırılmasında temel alınmalıdır. Bu noktada, finansal tablolara çevresel maliyetlerin dahil edilmesi, doğa varlıklarının değerlemesi, karbon muhasebesi gibi uygulamalar standart hale getirilmelidir. Ayrıca, mevcut muhasebe epistemolojisinin Batı merkezli yapısına karşı, yerelleştirilmiş ve kültürel bağlama duyarlı modellerin geliştirilmesi gerekmektedir.

Politika yapıcılara, akademisyenlere ve uygulayıcılara yönelik öneriler şunlardır:

     i-Bağlayıcı sürdürülebilirlik standartları geliştirilmeli ve şirketler bu standartlara uymadıkları takdirde yaptırımlarla karşı karşıya bırakılmalıdır.

     ii-Yerel muhasebe çerçeveleri, kültürel ve ekonomik özgünlüklere göre inşa edilmeli; IFRS gibi küresel standartlara eleştirel bir uyarlama yapılmalıdır.

     iii-Katılımcı ve demokratik muhasebe modelleri desteklenmeli; şirketler yalnızca yatırımcılara değil, doğaya ve topluma karşı da hesap verebilir kılınmalıdır.

    iv-Akademik araştırmalar, muhasebenin ideolojik ve kültürel yönlerini derinlemesine analiz etmeli; alternatif bilgi üretim yollarını geliştirmelidir.

Bu öneriler ışığında, muhasebenin sadece ekonomik bir araç değil; aynı zamanda sosyal adalet, çevresel sorumluluk ve kültürel temsil için bir mecra olduğu yeniden hatırlanmalıdır.

Kaynakça

  • Bakre, O. M. (2014). Stealing from the state and the responsibility of accounting: The case of Nigeria. Critical Perspectives on Accounting, 25(3), 267–275.
  • Bebbington, J., & Larrinaga, C. (2014). Accounting and sustainable development: An exploration. Accounting, Organizations and Society, 39(6), 395–413.
  • Brown, J., & Dillard, J. (2015). Dialogic accounting and accountability. Accounting, Auditing & Accountability Journal, 28(1), 289–315.
  • Cooper, C., & Morgan, W. (2013). Meeting the evolving corporate reporting needs of investors. Accounting and Business Research, 43(4), 418–441.
  • Elkington, J. (1998). Cannibals with Forks: The Triple Bottom Line of 21st Century Business. New Society Publishers.
  • Gray, R. (2010). Is accounting for sustainability actually accounting for sustainability…and how would we know?. Accounting, Organizations and Society, 35(1), 47–62.
  • IFRS Foundation. (2021). IFRS Sustainability Disclosure Standardshttps://www.ifrs.org
  • Milne, M. J., & Gray, R. (2013). W(h)ither ecology? The triple bottom line, the global reporting initiative, and corporate sustainability reporting. Journal of Business Ethics, 118(1), 13–29.
  • Rockström, J., Steffen, W., Noone, K., Persson, Å., Chapin III, F. S., Lambin, E. F., … & Foley, J. A. (2009). A safe operating space for humanity. Nature, 461(7263), 472–475.
  • Unerman, J., Bebbington, J., & O’Dwyer, B. (2018). Corporate reporting and accounting for externalities. Accounting and Business Research, 48(5), 497–522.

Loading

Sonraki
Önceki
Back To Top